Meclisteki Anayasa değişikliği görüşmelerinin ilk turu tamamlandı. Medyaya yansıyan görüntülere bakarak, ilk turdan akılda ne kaldı diye sorulsa; maddelerin 330’la geçtiği, bir de kavganın, küfrün envaye çeşidinin yanı sıra geriye kırılan kürsünün, kaybolan 15 bin Euro’luk mikrofonun, ayağının ısırıldığını ileri sürecek kadar seviyesi düşmüş vekillerin söylenebilir.
Türkiye tarihinin yine OHAL zemininde, ancak bu kez sivillerce girişilen en önemli Anayasa değişikliklerinden birinin yaşandığı meclisten geriye kalanlar sadece bunlar olsaydı, Meclisin ve vekillerin insan ilişkilerini, iletişim ve kültür düzeylerini, içinde bulundukları psikolojik durumları çocukluklarına kadar inerek analiz etmek gerekebilirdi ki, böyle bir konuda yazı yazmak haddimiz bile olmazdı.
Anayasa maddelerindeki radikal değişiklikler üzerine siyasi açıdan çekişen AKP, MHP ve CHP mensubu vekiller öylesine azdı ki, bütün çekişme CHP sıralarından gelen “rejim değişikliği yapılıyor” itirazı ile “ateş çemberindeki Türkiye’yi yalnızca “Tayyip Erdoğan” kurtarır” savunusu arasında sürdü gitti. Sığlık, vasatlık, gizli oy gereğine saygısızlık, kadın vekillere fiili saldırılar, hakaretler havada uçuştu. Yenikapı ruhu, milli seferberlik çağrıları yapanların parlamentodaki hali Türkiye’de bir yönetim krizi olduğunu birkez daha gözler önüne serdi.
Daha birkaç ay öncesine kadar aynı çatı altında birlikte yasama faaliyeti yaptıkları eş genel başkanları ile birlikte 11 HDP milletvekilinin yokluğu onları rahatsız bile etmedi. Hatta bundan memnun oldukları gözlerinden anlaşılıyordu. Nitekim, İstanbul milletvekili Garo Paylan’a verilen 3 oturum görüşmelere katılmama cezasını kınamak üzere görüşmelere katılmayan HDP grubunun eksikliğini fırsata çevirip, 5 maddeyi aynı gün Meclisten geçirerek bunu kutladılar bile.
Çok değil birkaç yıl önce siyasi özgürlüklerden, Kürt sorunundan, Ermeni toplumunun acılarından söz ederek ne kadar liberal olduğunu göstermeye çalışan AKP kurmaylarının, bugün Kürt milletvekillerini meclisten atıp cezaevine tıkan, Ermeni vekil Paylan’ı daha önce aynı kürsüden defalarca ifade ettiği “soykırım” olgusunu yeniden ifade ettiği için cezalandıran noktaya evrilmesinde ‘zamanın ruhu’ kuşkusuz etkilidir. AKP, ajandasındaki hedeflere 330 sayısını aşarak ulaşabilmek için dün dümeni çevirdiği yönden bu gün aşırı sağa doğru kırmaktan çekinmiyor. Yönetim krizi derinleştikçe, bu dümen çok daha sağa doğru kırılacağa benziyor.
Garo Paylan Ermeni bir vekildir. Yani özbe öz bu toprakların çocuğudur. Yüz yıl önce nüfus içinde neredeyse yüzde 40’larla ifade edilen ve bugün sayıları ancak yüzbinle ifade edilen bir halkın, kimliğiyle direnebilmiş temsilcisidir. Katlinin onuncu yılına girdiğimiz gazeteci Hrant Dink’in açtığı yoldan yürümeye çalışan genç bir vekildir. Türkiye’de demokrasinin varlığını test eden turnusol kağıtlarından biri sayılır. Tıpkı Kürtlerin, Alevilerin, kadınların, işçilerin temsilcilerine yönelik muamelelerin demokrasinin varlığı hakkında birer ölçü sayılması gerektiği gibi.
Demokrasi farklılıklara saygı göstermek ise, bugüne kadar rejime ve meclise egemen olmuş Türk, Sünni, erkek ve sermaye temsilcilerinin oluşturduğu mutlak çoğunluğun, toplumsal tarihte ve sosyal yaşamda değeri ve ağırlığı olan milletlere, mezheplere, cinsiyetlere ve sınıflara karşı aldığı tutumun niteliği o ülkedeki demokrasinin de seviyesini belirleyecektir.
Bugün Garo Paylan’a reva görülen dokunulmazlığının kaldırıp hapse atılması değilse bile ikiyüzlü ceza uygulamasıdır. Meclis İç Tüzüğünün 161. Maddesi. Bu madde “Türkiye Cumhuriyetine veya onun Anayasa düzenine sövmek, Meclis yapıları yahut eklentileri içinde yasak bir eylemde bulunmak” gibi durumlarda vekillere en çok 3 birleşime kadar geçici çıkarma cezası verilmesi” öngörüyor.
Paylan’ın ifade ettiği soykırım ise, Cumhuriyet öncesine, 1915 yılına ait bir olgudur. Üstelik Paylan, “bir zamanlar yüzde 40’tık bugün binde 1’iz. Herhalde başımıza bir iş geldi. Ben bunun adına soykırım diyorum, siz ne derseniz deyin adını hep beraber koyalım yolumuza devam edelim” demiştir. Bu lafları üzerine kendisine reva görülen muamele Meclis içinde dahi ifade özgürlüğü olmadığını göstermektedir.
Hrant Dink’in dediği gibi “tarihten belge aramaya gerek yok, bugüne bakın yeter”.
Anayasa görüşmelerinin gösterdiği gerçek şudur ki, ‘milli seferberlik partileri’nin meclisi bütünüyle ‘yerli ve milli’dir, tarihi köklerine, rejimin kuruluş saiklerine bağlıdır. Anayasa’nın değişemez ve değişmesi teklif dahi edilemez ilk 4 maddesine sıkı sıkıya bağlıdırlar.
Bu köklere bağlılığın, iktidarın tek elde toplanmasının Türkiye toplumunun içine sürüklendiği kaostan çıkışta demokratik bir yol olmayacağını, Anayasa değişikliği teklifini veren AKP kurmayları biliyor olmalı. Ancak iktidarda kalabilmek için en küçük bir demokratik kırıntının mevcut olma riskine bile tahammülleri bulunmuyor. Suçları bir hayli çok. Maddi çıkar, menfaat ve savaşın kirli ilişkilerine gömülmüş durumdalar.
Demokratik bir çıkış yolu var: Bu meclisin dışladığı, horgördüğü, aşağıladığı, kapısından içeriye dahi sokmadığı, hapse gönderdiği ezilen ve sömürülenlerin ayağa kalkışı, ilk adım olabilir. Mesele, bu kesimlerin durumun vahametinin bilincine varıp, hızla birleşerek dipten gelen dalgayla harekete geçebilmesine düğümlenmiştir.