2015 yılında Anglosakson dünyada siyaset sahnesinde büyük bankaları parçalamaktan ya da finansal sektörü toplum yararına denetlemekten bahseden siyasetçiler büyük destek topladılar. Bu destek Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) Bernie Sanders’ın başkan adaylığı kampanyası sürdürebilmesini, Birleşik Krallık’ta da Jeremy Corbyn’in önce İşçi Partisi Liderliği’ne gelmesi, sonra da Tony Blair çizgisini takip eden daha piyasacı bir cepheyi 2016 yılında parti içinde tekrar yenilgiye uğratmasını sağladı. Görünüşte bu ayrım, Güney Avrupa’da sosyalizmden esinlenmiş ve kitle hareketleri ile ilişkisi sorunlu olsa da açık bir şekilde sol siyasal program savunan partilerin yerleşik partileri sallamasıyla birleşmekteydi.
Dönüşüm ana mücadele hattının müesses nizam temsilcileriyle buna karşı etkili muhalefet sürdüren bir sol arasında biçimlenmesi anlamına geliyordu. Söz konusu dinamik aşılamayan ekonomik finansal krizin yarattığı tahribatla bir arada yol alıyor, liberal demokrasi ya da yerleşik kurumsal partilerin temsil ettiği çizgiye yönelik tepkinin sağ popülist ve faşizan hareketlere de akıtılabileceği biliniyordu. Ancak dönüşümün bu kadar hızlı ve sarsıcı bir şekilde olması ve 2016 yılındaki siyasi atmosferin sağ popülizmi bu ölçüde sıçratması beklenmiyordu.
Burada kısa bir parantez açarak popülizmi klasik anlamıyla iktidar bloğu ve yerleşik düzen karşısında bir halk tarifine girişen ve halkın çıkarlarını kendisinin temsil ettiğini savunan siyasal hareket ve oluşumlar için kullandığımı belirtmeliyim. Popülizm, siyasetteki temel bir ayrım çizgisini düzene meydan okumak için kullanır. Kadim siyaset yapma tarzlarından birisi olduğu kadar zaman zaman yerleşilebilecek bir siyasal pozisyon olarak da değerlendirilebilir. Buna göre, res publica yani kamunun işi ve gücünün ve bunları idare eden devletin aynı zamanda halkın işi ve halkın malı (res populi) olduğuna yönelik antik Yunan ve Roma düşüncesindeki idare ve halk özdeşliği anlayışı geride kalmış, bir avuç seçkin ve zenginin tasarruflarıyla iktidar halkın karşısında bir blok haline gelmiştir. Bu gaspa milliyetçi ya da faşizan bir söylemle karşı çıkılacağı iddia edilebildiği gibi halkçı veya sosyalist bir programla karşı koyulacağı da söylenebilir. Nitekim sağ ve sol popülist hareketler 2008-09 finansal krizi sonrasında güç kazanmış ancak makroihtiyati tedbir anlayışıyla tadilattan geçirilmiş neoliberal bir programın küresel ölçekte uygulanmasını engelleyememişlerdir. İktidar bloğunu Troyka (Avrupa Komisyonu, Avrupa Merkez Bankası ve Uluslararası Para Fonu) olarak tarif eden ancak bloğun kurucu harcı olan Avro’dan ayrılmayı barındıran somut bir geçiş programı hazırlayamadığı için giderek PASOK’laşan SYRIZA örneğinde görülebileceği üzere popülist unsurlar barındıran parti ya da hareketlerin ülkelerinde siyasal iktidara uzanması sistemden kopuş ya da huruç anlamına gelmemektedir. Ancak yakın dönemde sol popülizmin başarısızlıkların piyasacı programların soldan eleştirisinin etkisini zayıflatmakta olduğunu ya da piyasacılığın alaşağı edilmesini zorlaştırdığını teslim etmek gerekmektedir.
Sağ popülizm nereden beslendi ve ne öneriyor?
2008-09 finansal krizi birbiri içine geçen farklı aşamalar içinde devamlılık sergiledi. Krizin başlangıcından sonra geçen sekiz sene (ABD’deki ilk konut fiyatları düşüşünü başlangıç kabul edersek dokuz sene) içinde küresel kredi çöküşünün aynı zamanda bir küresel hasıla daralmasını getirdiğini, sonrasında ise Avro Bölgesi’nde parasal birliğin bütün çelişkilerinin çıplak bir şekilde açığa çıktığı bir devlet borcu krizine döndüğünü gördük. 2014 sonundan itibaren sermaye hareketlerinde merkeze kaçış ya da geç kapitalistleşen ülkelere yönelimdeki zayıflama dünyadaki ekonomik büyümenin motoru olarak kabul edilen küresel Güney ülkelerinde istikrarsızlıklar yaşanmasına katkıda bulundu ve daha önceki dönemlere göre düşük büyüme oranları dayattı.
Emek piyasası dışına atılanların geri dönüş umudunun kalmamasının da etkisiyle işsizliğin ABD’de radikal bir şekilde düşüşü ya da Avrupa Merkez Bankası’nın miktarsal genişleme programının etkisiyle Avro Bölgesi’nde deflasyon riskinin bertaraf edilmesi kimseyi yanıltmamalı. Merkezde olduğu kadar küresel Güney’de de düşük büyüme ve sermaye hareketlerinin getirdiği istikrarsızlıklar nedeniyle küresel krizin geride kaldığını iddia etmek halen oldukça zor. Krizin süreğenliği ve bunun gelir dağılımı ve çalışma koşullarındaki değişimle birlikte dayattığı travmanın oluşturduğu arka plan sürekli olarak yerleşik iktidar aygıtlarının kapasitesinin aşınmasını getiriyor. Sol-sosyalist hareketlerin (SYRIZA hariç) iktidara uzanamamalarına neden olan hatalara göçmen krizi eklenirse eğer sağ popülist hareketlerin 2016’daki sıçrayışı belki daha kolay açıklanabilir. Bu sıçrayış ABD’de ve Avrupa’da siyaset sahnesinde temel bölünmeleri de yeniden şekillendirmiş görünüyor.
Son birkaç aydaki gelişmeleri bu pencereden değerlendirmek mümkündür. 8 Kasım 2016’da ABD başkanı seçilen Donald Trump sıradan muhafazakarların tercih edeceği vergi kesintisi ve ekonomik kuralsızlaştırma vaatlerinin yanına beyaz Amerikalının korunması vurgusuyla yoğrulmuş bir müdahaleciliği ekledi. Ekonomik büyümeyi katlayacağını, bunu gümrük vergileriyle ve ticaret anlaşmalarıyla oynayarak ABD’ye “işleri geri getirme” düşüncesiyle başaracağını ilan etti. “Amerika’yı yeniden büyük kılma” sloganı yolsuz ve ahlaksız seçkinlere/müesses nizama karşı sıradan Amerikalının haklarını koruma taahhüdünü barındırıyordu. Tipik faşizan unsurlar barındırmasına karşın sokak ayağı eksik ancak aynı oranda halkın sesi (vox populi) ve iradesini temsil iddiasında bulunan bir sağ popülizm… Bu noktada Trump’ın kabinesinin dolar milyarderlerinden mürekkep bir seçkinler geçidi sunması önemsizdir. Odaklandığımız noktada kuralsızlaştırmacı bir neoliberalizmle altyapı harcamalarının canlandırdığı bir ekonomi öngörüsünü birbirine katan Trump’ın ekonomik programı önemlidir ancak siyasal alanı bölme yolu ve tercihi nazarında ikincil kalmaktadır.
Sağ popülizmin seslendiği kendini savunmasız hisseden çalışan sınıf ya da artık nüfus mensubuna tehlike olarak yabancı, göçmen, müslüman vb. gösterilir. Destekçisi açısından, muğlak bir müesses nizam karşısında kendi iradesini temsil edecek olan lider, ulusun eski gücünü onarırken aynı zamanda kendisini de daha güçlü kılacaktır. Sağ popülizmin yakın dönemli versiyonlarının barındırdığı otoriterlik kamusal olanın bir azınlık tarafından ele geçirilmişliğini vurgular; kamuyu (res publica’yı ve onunla özdeşleşmiş hak ve özgürlükleri) tekrar onarmaya ya da kamusal tartışmaya girmeye yatkın değildir, aksine kamu her yönüyle itibarsızlaştırılır, içeriği boşaltılır. Kamunun itibarsızlığı halkın iradesinin sadece bir lider ya da bir parti (veya bir düşünme biçimi) tarafından temsil edilebileceği yönlü siyasal savlara güç sağlar.
Siyasal düzenin halkın arzuladığı şekilde kurulması çağrısı bazı yabancıları ya da kökeni dışarıda olanları açık hedef olarak belirler. Örneğin, ABD’de Latino nüfus üzerinden yapılanın bir benzeri sonbahar boyunca muhafazakarların başkan adayı ön seçimlerinde kendisini Fransa’da bir kez daha gösterdi. Önseçimleri sürpriz bir şekilde kazanan François Fillon sendikaların gücünü ezme, Fransa’nın ihtişamının hakkını verecek şekilde tarih kitaplarının gözden geçirilmesi gibi taahhütlerinin de ötesinde doğrudan göçmen sayısında sınırlandırma ve müslümanların kendiliğinden ilişkili oldukları varsayılan İslami teröre karşı mücadele vaatleriyle çok sayıda muhafazakarın gönlünü çeldi. Bu haliyle Fransa’da serbest piyasayı amentü bellemiş Fillon ve daha korumacı bir ekonomi programı öneren faşist Marine Le Pen arasında geçmesi beklenen 2017 başkanlık yarışında ortaya çıkan resim Trump Trump’a karşı şeklinde özetlenebilirdi.
Siyasal alanın sağ popülizm tarafından bölünmesi biçimi sadece ABD’ye ya da Fransa’ya özgü değil. Yolsuzluğa ve kara ekonomiye karşı savaşın parçası olarak dolaşımdaki banknotların yarısının bir geceyarısı geçersiz ilan edildiği Hindistan’da; muhalif zihniyet mensuplarının ülkenin en önemli sorunu olarak resmedildiği Türkiye’de, göçmen karşıtı politikaları eleştirenlerin ülkeyi güçsüz düşürme amacı güttüklerinin savunulduğu Macaristan’da ve nice ülkede benzer bir çizginin hakimiyeti tespit edilebilir.
Çokça dillendirilen başka örnekleri bir yana koyarsak sağ popülizmin formülü basittir: Buralı olmayanı ve azınlığı öyleymiş gibi kabul ederek kamunun eşit parçası kılmak halkın iradesine ket vurmak anlamına gelir; müesses nizamı korur, sıradan insanı tehlikelere karşı güçsüzleştirir.
Savunma hattını nerede kurmalı?
2016 sonu itibarıyla sağ popülizmin siyaseti okuma ve bölme biçiminin çok büyük ölçekte egemenliğini tesis ettiğini ileri sürmek fazla abartı olmayacaktır. Ancak, yukarıda kısaca değinilen örneklerde, otoriterleşme ve kamusal tartışmanın boğulmasına karşı süregiden mücadelede umut verici hareketler de yeşerdi, serpildi. Sol popülist olarak da tanımlanan, ya da “yeni sol” adlandırması uygun görülen hareketlerin ekseriyeti siyasal sistemin tıkanmışlığı ve çürümüşlüğünü teslim ederken çareyi ekonomik ve finansal krizin yaralarını sarmak ve yeniden bölüşümcü politikalar aracılığıyla bir ferahlama yaratmak olarak resmetti.
Mevzubahis siyasetin zayıf noktasını bölüşüm ilişkilerine olan müdahalenin üretim alanına uzanmasındaki çekimserlik ve alternatif ekonomik program eksikliği oluşturuyor. Anglosakson dünyada alıcı bulmuş birkaç siyasal talebe değinerek açıklamak gerekirse, büyük bankaların parçalanması ve finansal sektörün daha sıkı bir denetime tabi tutulması, finansal olmayan şirketler (reel sektör) ile finansal sektör arasındaki ayrımın son derece muğlaklaştığı Anglosakson ülkelerde sınırlı bir adıma işaret ediyor. Ya da demiryollarının kamulaştırılması için yıllardır süregiden kampanyalar artık ana muhalefet liderinin ağzından dökülen bir vaade dönüşse de İngiltere’de bu tarz bir kamulaştırma Londra merkezli finansal sektörün ekonomi içi ayrıcalıklarına ilişkin kapsamlı bir program olmaksızın sadece tren bilet fiyatlarının denetim altında tutulması ama ekonomide kamu ağırlığının arttırılmaması anlamına geliyor.
Kısaca ifade etmek gerekirse, farklı hareket ve siyasal partilerin çürümüş sistem karşısında eşitlikçi ve yeniden bölüşümcü talepleri somut ve alternatif ekonomi politikaları eksikliğinden muzdarip bir şekilde nefesin ancak parçalı müdahalelere ve sınırlı düzenlemelere yettiğini gösteriyor. Bu tarz bir eksiklik hafife alınabilecek bir arıza olarak görülmemeli; SYRIZA örneğinde görüldüğü üzere, müesses nizamın kendini beğenmiş temsilcilerinin ifşa edilmesi ve Troyka uzantısı politikacıların geniş kesimler nezdinde itibarsız kılınmalarına karşın, teslimiyet ve eleştirdiğinin parçası haline gelmeye uzanabilecek bir kırılganlık olarak değerlendirilmelidir.
Yıkımın nedeni olarak piyasanın dizginlenmemesi, finansal sektörün gücünün artması, seçkinlerin siyasal güçleri aracılığıyla doğrudan politika yapımına etkide bulunmaları ve demokrasinin aşınması benzeri tespitlerin haklılık payı bulunmakla birlikte bu tarz sol itirazlar savunma hattını kontrollü piyasa, üretime destek veren siyasal irade ve demokratikleşme üzerinden çekiyor. Ancak bu hat tam da siyasal tercihin ifade ettiği muğlaklık nedeniyle terbiye edilmiş ekonomik liberalizm ya da tadilattan geçirilmiş yeni kurumsalcı bir neoliberalizm karşısında savunmasız kalıyor.
Elbette iradeci bir vurguyla radikal sol bir siyasal programın bütün sorunların üstesinden geleceği anlamı bu ifadelerden çıkarılmamalı. Mesele, mevcut siyasal iktisadi sorunlar ve bunların kaynağı olan toplumsal örgütlenme karşısında farklı bir örgütlenmenin nüvelerini içinde barındıran siyasal talepler formüle etmek ve bunların gerçekleşmesi için gerekli ivmeyi oluşturmak. Hazır reçete yok ama piyasacılık karşısında çekimserliğin, faşizan söylem karşısında geri durmanın bir faydası da bulunmuyor.
Alternatifleri tartışmak her zamankinden önemli
Sağ popülizm, kriz zemininde düzene öfkeyi faşizan bir kanala akıtırken kamuyu bir bütün olarak kavranan halkın kılmaya çalışmıyor. Aksine kamusal olarak nitelenebilecek ne varsa çöpe atmayı tercih ediyor. Sağ popülizmin neoliberalizmden ne kadar çelişik görünse de güç devşirebilmesinin arkasında bu ortaklık bulunuyor. Tekrarlayacak olursam, gidişat karşısında içeriği daha eşitlikçi bir şekilde doldurulsa da oldukça sıradan ekonomik reformlar ya da bölüşümcü politikalar savunusu oldukça yetersiz kalıyor. Biraz öngörülü bir neoliberal ya da yeni kurumsalcı herhangi bir iktisat profesörünün önerdiklerini çağrıştıran üretime teşvik, büyük finansal aktörleri denetleme ve vergi düzenlemeleriyle yeniden bölüşüm daha eşitlikçi bir toplum mücadelesi için alan açabilir ama sorunların kaynağında yatan pratiklere ve toplumsal örgütlenme tarzına uzanmadıktan sonra reformların yarattığı ferahlama geçici kalmaya mahkumdur.
Söz konusu girişimler bu tarafıyla eski bir yönetim pratiğini çağrıştırmaktadır. Mezopotamya’da ilk çağdaki yarı kamusal iktidar odakları hükümdar değişikliklerinde ya da yedi yılda bir borçları silerek temiz bir sayfa açmaya çalışırlardı. Bu sıfırlama borç kölesi haline gelerek çiftçilerin üretimden koparılmasının önüne geçmeye, devletin gelir kaynaklarını ve insan gücünü korumaya odaklanıyordu. Ama aynı zamanda mükerrer pratiğin gösterdiği üzere borçlanmaya yol açan toplumsal örgütlenmeye dokunmuyor, aslında bizzat bunu sürdürmeye hizmet ediyordu. Çelişkileri ve tahribatı yaratan örgütlenmeyi korumaya, ıslah etmeye ihtiyacımız bulunmuyor. Sol popülizmin, “yeni sol”un ya da yeniden bölüşümcü itirazların savunma hattının yetersizliğini göz önünde bulundurmak alternatif tahayyüller için her zamankinden daha önemli görünüyor.
Ali Rıza Güngen