Klasik cazdan kastım da şu: Atonalite yok; serbest ya da deneysel yaklaşımlar, free-caz, akustik olmayan enstrümanlar… hiç yok. Buna mukabil swing var, şarkı formu ve dolayısıyla standardlar var, orijinal beste neredeyse hiç yok. Teknik gövde gösterisi yok, gösteriş yok ama letafet var, zarafet var; sanatsal bir tavır olarak güzelliğin sunumu var.
Tetsuo Hara, John Coltrane’in Impulse kayıtlarını dinledikten sonra caz hastası haline geldiğini ve böylelikle müzik endüstrisinde çalışmaya karar verdiğini söylüyor. Bir süre RCA Victor ve Alfa Jazz şirketlerinde yöneticilik yaptıktan sonra, Amerikalı caz emprezaryosu Todd Barkan ile tanışıyor ve onunla iyi bir takım oluşturacaklarını anlayınca da 1992’de kendi plak şirketini kuruyor.
Todd Barkan, ABD caz aleminin efsanevi kişiliklerinden. 1972 ile 1983 arasında, San Francisco’nun simgelerinden biri haline gelen Keystone Korner’ın kurucusu. Yoshi’s, Dizzy’s Club Coca-Cola gibi sükseli caz kulüplerinin işletmecisi. Fantasy, Milestone, HighNote, Columbia, Sunnyside ve Concord plak şirketlerinde harici prodüktör. Anlayacağınız önünde açılmayacak kapı, selamını almayacak müzik insanı yok.
İş bölümü net. Tetsuo Hara düzenli olarak New York’u ziyaret ediyor, rehberliğini Todd Barkan yapıyor ve tüm zamanını gece kulüplerinde caz dinleyerek geçiriyor. Beğendiği müzisyenlerle Barkan aracılığıyla tanışıyor ve onlara reddemeyecekleri bir teklifte bulunuyor.
Anlaşılacağı üzere, Venus Records bütünüyle Hara’nın estetik anlayışına göre çalışıyor.
Hara, sadece sevdiği müzisyenleri kaydediyor. Stüdyoyu, eşlikçileri, çalınacakları hatta kapak fotoğraflarını kendisi seçiyor ve tüm bu süreçlerde standardın üzerinde para harcıyor.
Daha da ilginci, stüdyodan aldığı ham kayıtları evinde bizzat kendisi miksliyor ve remaster ediyor. Bu işlem için kullandığı Hyper Magnum Sound adlı yazılım da sadece Venus Records tarafından kullanılıyor.
En çok da albüm kapaklarındaki -erotik hatta pornografik düzeyde- çıplaklık yüzünden eleştiri alıyor. Bu nedenle Venus Records albümlerinin bir kısmının, orijinal haliyle batıda satılması da mümkün değil, poşete sokulup raflara yerleşiyorlar.
Hara’ya sorarsanız bu konuda çok net. Kapak tasarımlarının, tıpkı müzik ve ses kalitesi gibi, toplam konseptin ayrılmaz bir parçası olduğunu savunuyor ve ürünlerini satmakta zorlanmadığını söylüyor. Malumunuz, caz ve seks arasında doğrudan bir bağlantı olduğunu düşünenlerin sayısı az da değil. İyi cazı sevenlerin yanı sıra, Venus Records bu kitleyi de hedefliyor. Albümlerin kapışılmasına şaşırmamalı.
Konunun bizi ilgilendiren tarafı, Venus Records kataloğundaki isimler ve onların müziği. Venus son dönemde vokalistlere ağırlık vermişse de geride bıraktığı 30 yıl içinde, anaakım cazın tanınan, az tanınan ya da tanınmayan birçok ustasına kayıt yapma şansı verdi. Bunların arasında piyanistler özel bir yer tutuyor: Eddie Higgins, Bill Charlap, David Hazeltine, Cedar Walton, Kenny Barron, Steve Kuhn, Richie Beirach ve Kenny Werner gibi ortalama ve ötesi bir caz dinleyicisinin duymak için can atacağı nice isim Venus Records sayesinde kayıt yapma şansı bulabildi.
Venus Records, albümlerini standard CD formatının yanı sıra SACD ve vinyl olarak da yayınlıyor. Plaklar 200 gram ve sınırlı sayıda basılıyor. Hangi formatta olursa olsun Venus ürünlerine erişmek bir hayli zahmetli çünkü çoğunluğu sadece Japonya’da piyasaya sürülüyor.
Plakları, Ebay gibi ya da Discogs gibi müzayede sitelerinden edinmek mümkün. Ancak fiyatlar bir hayli yüksek, çünkü herkes Venus plaklarına sahip olmak istiyor. Nadir olmaları bir yana, kayıt kalitesi olağanüstü derecede güzel. Equinox bir dönem ithal etmişti de, plaklar hızlıca tükenmişti.
Albüm notları Japonca ve her bir ürün, OBI diye anılan kağıt bantla sarılmış durumda. Önemsiz olduğunu düşünmeyin, OBI’nin varlığı ya da yokluğu fiyatı anlamsız derecede değiştiriyor.
Anlayacağınız, Venus Records sadece içerikle değil ürünün ambalajı ile de kendi fanatiklerini oluşturmuş durumda.
Bu arada nedir bu OBI (帯) diye soracak olursanız, geleneksel Japon elbisesi kimononun kuşak kısmıymış. Farklı kumaşlardan farklı genişliklerde pek çok obi çeşidi varmış. Obinin rengi, genişliği ve bağlama biçimi, giyen kişinin yaşına, medeni durumuna ve nerede giydiğine göre değişiklik gösterirmiş. Tetsuo Hara, obi’lerin şeklini şemalini albüm içerikleriyle ilişkili mi tasarlıyor diye sormayın, bilmiyorum. Öyle olmasına da şaşırmam.
Tetsuo Hara kafayı bir süredir Massimo Farao, Giovanni Mirabassi, Luca Mannutza, Luigi Bonafede gibi İtalyan straight ahead çalan İtalyan piyanistlere takmış durumda. Çoğunlukla trio formatta olsa da onları farklı tertiplerle kaydediyor, bazen vokalistlerle bir araya getiriyor. Nicki Parrott, Tatiana Eva-Marie, Champian Fulton, Claudia Zannoni, Marianne Solivan, Sophia Tomelleri gibi klasik vokalistlere olan ilgisi tabii ki devam ediyor. Sanatçılarına, Count Basie, Michel Legrand, Ernesto Lecuona gibi önemli bestecilerin ya da müzisyenlerin şarkı kitaplarına odaklanan albümler kaydettiriyor.
Nevi şahsına münhasır plak şirketinin kataloğunda yer alan bazı albümleri kısaca tanıtayım, icralardan birer örnek bırakayım.
■
Archie Shepp, Venus Records’un ilk yıllarında Tetsuo Hara’nın odaklandığı kıdemli müzisyenlerden biriydi. Her birisi Shepp (ve tabii ki Venus Records) kataloğunun mücevherleri diyebileceğim 4 albüm de genel olarak standartları içeriyordu. Hara, büyük saksofoncuyu 1995, 1996, 1998 ve 2001 yıllarında beş kez stüdyoya sokup, piyanoda John Hicks, basta George Mraz ve davulda, dördünde Idris Muhammad ve sonuncusunda Billy Drummond olmak üzere istisnai eşlikçilerle kaydetmişti. Shepp müzikal yaşamı boyunca her şeyi kendine has yaklaşımıyla yaptığı üzere, bu dört albümde (Blue Ballads, True Ballads, True Blue ve Deja Vu) baladları benzersiz şekilde yorumluyor, başlangıç yıllarındakinin aksine sakince, her notayı tartıp içlerine kırılganlığını, naifliğini, merhametini, öfkesini, şefkatini, kıskançlığını, feryatlarını ve bazen de hepsinin karışımı duygularını yerleştirerek çalıyordu. Kayıt ve Hara’nın uyguladığı mastering işlemi, icraları öyle dolaysız hale getirmiş ki Shepp’in nefes alış verişleri, saksofonun anahtarlarına dokunuşları müziği tamamlayan, icranın derinliğini arttıran unsurlar haline gelmiş. Sesler, içinde yol aldığı uzamda salınıyor. Bu kayıtları dinlemeden ölmemeli bir cazsever.
■
Tetsuo Hara’nın Venus Records’un ilk yıllarında yayınladıkları arasında Pharoah Sanders da var. 1992 ve 2003’de iki kez stüdyoya giren Sanders’a, ilkinde William Henderson (piyano), Charles Fambrough (bas) ve Sherman Ferguson (davul) eşlik etmiş, Henderson’ın yine yer aldığı ikinci seansta ise Ira Coleman (bas) ve Joe Farnsworth (davul) çalmış. Üç ayrı albüm halinde yayınlanan bu seanslarda Sanders, yaşamı boyunca izinde yürüyüp asla taklit etmediği ustası John Coltrane’in klasiklerini, kendi bestelerini ve büyük kısmı seyrek ziyaret edilen standartları yorumluyor.
Kariyerinin en erişilebilir halindeki Sanders, bazen hararetli, tutkulu ama çoğunlukla efkarlı ve yumuşak çalıyor, eskisi kadar sık olmasa da yeri geldiğinde alâmet-i fârikası sayılan çığlıklarını atıyor, hüzünlü tınladığı anlarda bile çalışının melankoliye sürüklenmesine izin vermiyor.
Bu üç albümü, Sanders’ın olgunluk döneminin en önemli albümleri hatta şaheserleri olarak görüyorum.
■
Uzun dönem Wynton Marsalis’in piyanistliğini yapan Dan Nimmer, Venus Records etiketiyle 5 albüm yayınladı. Seçtiğim albümün adı Kelly Blue ve adından da anlaşılabileceği üzere caz tarihinin en önemli piyanistlerinden ve Nimmer da dahil olmak üzere, günümüzün birçok neo-klasik piyanistini derinden etkilemiş olan Wynton Kelly’e adanmış. Venus kataloğundaki favori albümlerinden birisi olduğunu not edeyim ve sizi, basta John Webber ve davulda Jimmy Cobb’ın etkileyici eşliği önünde Nimmer’ın enfes bir balad icrasıyla başbaşa bırakayım: If You Could See Me Now.
■
Piyanist Eddie Higgins, Hara’nın estetik tercihlerini eksiksiz yansıtan müzisyenlerden birisi. İşin kolayına kaçarsak Higgins retro bir piyanist. Modern caz piyanosundaki gelişmelerden asgari düzeyde etkilenmişçesine, geride bıraktığımız yüzyılın ilk yarısındaki yaklaşımla çalıyor piyanoyu.
Oysa biraz daha özenli düşününce piyanoda iki yaklaşım olduğunu farkediyoruz. Yatay ve dikey diyelim bunlara. Dikey yaklaşımda piyanonun melodik, armonik hatta fiziksel olanaklarını sonuna kadar kullanmak var. Yatay yaklaşımda ise piyanoyu, başka bir enstrumana öykünmeden, sade ve piyanistik bir şekilde çalmak var. Higgins ikincilerden.
Higgins mükemmel bir piyanist. Çünkü ne çalarsa çalsın, çalışından letafet, güzellik ve eksiksizlik hissi akıyor. Temiz, berrak bir ses alıyor. Notaları en net haliyle çalıyor. Güzellik ve akıcılık onun asıl hedefleri. Bu, onu, modern piyanistlere göre daha anlaşılabilir, müziğini daha erişilebilir kılıyor.
Ancak Higgins’in çalışı, benzerlerinin aksine, dinleyicinin ilgisini kaybetmesine neden olacak tekdüzelikte değil. Olabilecek en mantıklı notayı çalmasına rağmen, çalış şekli, çaldığını çekici hale getiriyor. Higgins, otel lobisinde piyanonun başında, kimsenin ilgisini gerektiğinden daha fazla çekmemek adına sessizliği ya da geveze uğultuyu dolduran kokteyl piyanistlerinden değil. Çalmaya başlayınca, dinleyiciyi hissetmeye hatta hayal kurmaya sevkeden piyanistlerden… Geçmişin şu anın içinde var olabileceğini düşündürtenlerden… Dozunda melankoli, dozunda hüzün yaşatanlardan.
Yine de cazı ciddiye alan, ya da kulağı modern seslere aşina ve dinlerken şaşırmaya alışkın cazcılar açısından bakılırsa, Higgins’i “azı karar, çoğu zarar” kategorisine sokmakta fayda var. Seçimim You Are Too Beautiful albümünden, basta Jay Leonhart, davulda Mark Taylor eşliğiyle Historia De Una Amor.
■
Alexis Cole, beyaz kadın vokalistler kalabalığı içinde kendisine yer bulabilmek çok çalışan bir şarkıcı. Kısa geçmişinde birbirine benzemeyen ve her biri ilgi çekici projeler içinde yer aldı. Bariton saksofon efsanesi Pepper Adams’ın bestelerine söz ekleyip yorumladı, Paul Simon’ın şarkı kitabını çok başarılı bir şekilde cazlaştırdı, Disney film müziklerine el attı ve Noel şarkıları kaydetti. Ama diskografisinin, tartışmasız en iyi albümler’nden biri, Venus Records etiketli ve 2010 tarihli You’d Be So Nice To Come Home To.
Her şeyden önce, albümde, Alexis Cole’a birinci sınıf bir hard bop grubu eşlik ediyor. Adını, hard bop stilinin ikonik ismi Art Blakey’nin bir albümünden alan, One For All, neredeyse 20 yıldır düzenli olarak bir araya gelen ve New York anaakım cazının tanınmış müzisyenlerinden oluşan bir kolektif. Albüm kayıtlarının ve kısa turnelerin yanı sıra, sık sık New York’un kulüplerinde aynı sahneyi paylaşıyorlar. Hal böyle olunca da, Alexis Cole’un arkasında tıkır tıkır işleyen bir eşlik çıkarıyorlar, daha da güzeli, sıkı sololar atıyorlar.
Vokal/solo ve düzenleme/doğaçlama dengeleri açısından çok başarılı saydığım bu albümden seçtiğim parça, genelde balad olarak dinlemeye alıştığımız nefis bir standardın uptempo ve çok keyifli bir yorumu.
Grubun üyelerini tek tek saymadan edemeyeceğim. Vokalde Alexis Cole, tenor saksofonda Eric Alexander, trompette Jim Rotondi, trombonda Steve Davis, piyanoda David Hazeltine, basta John Webber ve davulda Joe Farnsworth.
Çok şık bir düzenleme, birinci sınıf sololar ve kusursuz vokal: Delilah.
■
Nicki Parrott, Venüs’ten en çok albüm yayınlayan müzisyenlerden biri. Vokalist olarak ortalama sayılabilir ancak basçı olarak caz aleminin tercih edilen isimlerinden birisi olduğunu söylemeliyim; ayrıca besteciliği ilgi çekiyor, doğaçlama yeteneği takdir görüyor. Albümleriyle caz dünyasını derinden etkileyecek bir müzisyen olmayabilir ancak müzikal açıdan bakıldığında dinlemesi keyifli albümler yayınladığı da aşikar.
Seçimin 2013 tarihli The Last Time I Saw Paris albümünden. Vokal ve basta yer alan Nicki Parrott’a, gitarda Jacob Fisher, davulda Tim Horner, akordiyonda Gil Goldstein ve piyanoda John Di Martino eşlik ediyor ki Martino da Venus Records kataloğunun ağır toplarından. Buram buram Paris: Under The Paris Skies.
■
Piyanoda Bill Charlap basta Jay Leonhart ve davulda Bill Stewart’tan kurulu New York Trio, Venus Records kataloğunun gedikli isimlerinden. Yanlış saymadıysam 8 albümleri var. Üçlünün repertuvarı tümüyle Amerikan Şarkı kitabının mücevherlerinden oluşuyor. İşçilik muazzam, doğaçlamalar bestenin doğal parçası gibi tınlıyor ve üçlünün uyumu şaşırtıcı mükemmelikte. Hatasız, lekesiz seslerden örülmüş müzikal öyküleri dinlerken gözünüzde New York’un canlanacağına eminim. Cazın kaymaklı ekmek kadayıfı hali. Always (2016) albümünden Cheek to Cheek.
■
Kenny Werner, son tahlilde Bill Evans ekolünden. Alışıldığın dışında akorlar kullanmayı seviyor, melodik yapıyla oynamaktan hoşlanıyor ve ritmik varyasyonları başarıyla icrasına ekleyebiliyor. Bu özellikleriyle aslında anaakımın bir miktar dışında durduğunu, gerek piyano stiliyle gerekse icralarının yapısıyla özgür bir tavır sergilediğini söylemek mümkün.
Bilindik bir öyküyü görkemli bir belagatla anlatan Bill Charlap’tan farklı olarak, Werner, öyküyü yepyeni kurguyla sunan türden bir piyanist. Bu üslubuyla da caz aleminin ustaların ustası olarak nitelediği isimlerden de birisi.
Venus Records’dan sadece bir albümü olmasına şaşırmamalı; aşinalığın temel hedef olduğu bir plak şirketinin, dinleyicisini şaşırtmaktan hoşlanan bir piyanisti kataloğunda tutması çok anlamlı değil.
Bununla birlikte, With a Song in My Heart, Werner’ın zengin diskoğrafisinin en iyi albümlerinden birisi. Venus Records’un gerçekçi kaydı sayesinde Werner’ın çalışındaki nüansları bu denli net duymak bile albümü edinmek için yeterli sebep.
Basta Johannes Weidenmueller, davulda Ari Hoenig, piyanoda Kenny Werner ve Miles Davis’in ünlü orijinali Nardis.
■
Piyanist Steve Kuhn, Venus Records’dan yayınlanan 10 albümle, Tetsuo Hara’nın gözdelerinden. Geride bıraktığı 60 yıllık kariyeriyle, yaşayan en önemli caz piyanistlerinden biri sayılan Kuhn, Baubles, Bangles And Beads adını taşıyan albümde, basta David Finck ve davulda Billy Drummond’un eşliğiyle, klasik müzik eserlerini caz formunda yorumluyor.
Klasik müzik dinleyicileri bu yorumları dinlediğinde nasıl tepki verir bilemeyiz ama biz cazcılar açısından bakıldığında bu albüm, cazı caz yapan en temel unsurlardan birisini idrak etmemizi sağlıyor. Cazda aslolan ne çaldığın değil, onu nasıl çaldığın. Dolayısıyla beste bir cazcı açısından sadece araç.
Brahms’ın 3 nolu senfonisinin 3. bölümü.
■
One For All üyesi olarak kaydettikleri de dahil Venus Records’dan 17 albüm yayınlayan Eric Alexander, Eddie Higgins hariç tutulursa plak şirketinin en çok albüm yayınlayan ismi. Esasında Alexander eşlikçi ve solist olarak son 30 yılın en fazla kayıt yapan müzisyenlerden de biri.
Alexander, kolaylıkla ve eforsuzca akan çalışıyla ve ilk birkaç notadan sonra tanınan otoriter tonuyla olduğu kadar, kendisinden önce gelmiş büyük saksofoncuların diline olan hakimiyetiyle çok iyi icralar çıkarıyor; geleneksel cazı modern bir üslupla yorumluyor ve çalışkanlığıyla, üretkenliğiyle, son derece başarılı bir kariyer sürdürüyor.
Alexander, Gentle Ballads serisinden 6 albüm yayınladı. Tümüyle baladlardan oluşan albümlerin, dinleyici ilgisini kaybetme tehlikesi içerdiğinin farkında olan Alexander ve dörtlüsü, özenle seçilmiş şarkıları dinamik bir üslupla ele alıyor ve icralarda ritmik, melodik ya da armonik nüansları başarıyla kullanıyor. Basta John Webber, davulda Joe Farnsworth, piyanoda Mike LeDonne, tenor saksofonda Eric Alexander ve Angel Eyes.
■
Bu uzun yazıya almam gerektiğini düşündüğüm, almadığım için vicdan azabı duyduğum müzisyenlerin sayısı bir hayli çok. Kenny Barron, Cedar Walton, David Hazeltine, Harold Mabern, Walter Bishop, Claude Williamson, Ted Rosenthal, Ken Peplowski, Richie Beirach, Marion Brown, Barry Harris, Charles McPherson, Sir Roland Hanna, Lee Konitz, Phil Woods, Stanley Cowell, Fred Hersch, Richard Wyands ve daha kimler kimler… Ama onları keşfetmeyi de meraklısına bırakmalı.
Venus Records caz tarihinin en tutkulu albümlerinin bir kısmını yayınlamış ve 30 yıl içinde hem nicelik hem de nitelik olarak muazzam katalog üretmiş bir plak şirketi.
Fiziksel medyalarını almaya gücünüz yetmeyebilir ama Venus Records albümleri, müzik platformlarında dinleyicisini bekliyor.
■
Turgay Yalçın’ın Dark Blue Notes’daki tüm yazılarına erişmek için tıklayınız