Yolda yürürken bir taşı tekmelerseniz bir nevi tanrı-yaratıcı olursunuz çünkü aynı anda hem var olursunuz hem yok olursunuz, tıpkı taş ile sizin birbirinizi hem var edip hem yok ettiğiniz gibi. Öyle ki tanrının-yaratıcının var olup olmaması, var etmesi veya etmemesinden geçtiğinden sizin ve tekmelediğiniz o taşın gerçekten var olup olmadığı da ancak birinin bir diğerini var edip etmemesinden geçer.
“Hayal gücümüz bilinmedik şeylere ulaşmaz, çünkü duyuların aracılığıyla işler; duyularsa kendi dışlarındaki nesneyi değil sadece kendi duyuşlarını kapsarlar; böyle olunca hayal ve görüntü nesneyi değil duyuların algısını verir; bu algı ve nesneyse ayrı ayrı şeylerdir; öyleyse görüntülerle düşünen, nesneden, gerçek olandan başka bir şeyle düşünüyor demektir.”[1] (Montaigne)
Düşünmek algılamaktan geçer, algılamak ise nesneden farklı olarak, düşünmeyle birlikte var olabilir.
Descartes duyuların bireyi yanıltabileceği düşüncesiyle kişinin bildiği her şeyin yanlış olabileceğinden şüphelenir. Ancak tüm amacı onu aldatmak olan bir kurgu varsa bile, kendisine yönelik bir amacın var olduğuna dayanarak kendinin de var olduğuna inanır ve “Ego sum” yani “Benim, varım” der. Bu var oluş fiziksel de olabilir düşünsel de olabilir. Var olduğundan emin olunca, kuşku duyamayacağı tek şeyin düşünmek olduğuna dayanarak “Cogito ergo sum” yani “Düşünüyorum, öyleyse varım.” der. Her ne kadar Descartes kendi varoluşunu düşünmek ile bağdaştırsa da evrensel gözle bakıldığında taş gibi düşünmeyen cansız nesnelerin var olduklarını da görebiliriz. Bu durumda birey o taşı kendi algısıyla ve düşüncesiyle var kılıyor olabilir ve taş aslında gerçekte olmayabilir, taş bir hayâl ürünü olabilir; hatta evrensel olarak bakıldığında aslında sizden başka hiçbir şey var olmayabilir, olduğunu bildiğimiz her şey aslında tek basit bir noktadan başlayarak kuruntularla zihnin her köşesine yerleşen bir tür düş olabilir. Yahut bu taş en azından Montaigne’in tarif ettiği şekilde gerçekte olduğundan tamamen farklı algılanıyor olabilir. Ancak, eğer taş kendimizi merkeze koymadığımız evrensel bakış açısıyla da gerçekten görülüyorsa ve bizden çok önceden beri varsa, taşın var oluşunun sadece bizim onu algılamamızla kaldığını nasıl söyleyebiliriz?
Var olmak algılamaktan ve düşünmekten geçiyor. Bir taş düşünür mü?
“Nesnelerden algıladığımız görüntüleri yargılamak için doğruyu eğriden ayırt edecek bir aracımız olması gerek; bu aracı doğrulamak için bir ispatlama yapmamız gerek; ispatlamamayı doğrulamak için bir araç; alın size bir kısır döngü.”[2] (Montaigne)
Eğer ki sahip olduğumuz tüm araçların aslında bizim algımız ve düşüncemizle bağlantılı olduğunu, hatta hepsinin sadece bir düşten ibaret olabileceğini farkına varırsak, taşın bizim algımız ve düşüncemiz dışında da var olduğunu ispatlamanın tek yolunun onun da bizi algılıyor ve böylece düşünüyor olduğunu kabullenmekten geçtiğini görürüz. Eğer taş bizi düşünüyor olmasaydı bizi algılayamazdı, böylece bizim varlığımızdan hiç etkilenmiyor olurdu.
Bu durumda ona tekme attığımda yer değiştirmezdi öyle değil mi? Benden etkilendiğine göre, benim varlığımdan haberi var ve beni kabullenmiş, beni algılamış, öyleyse beni düşünüyor demektir. Eğer beni düşünmeseydi benim var olduğumdan da haberi olmazdı. Böylesi bir durumda sadece benim algıladığım dünyada değil, evrensel olarak kabul gören gerçek dünyada da bana bir tepki veriyorsa, o vakit ikimiz de kendi algıladığımız dünya, yani düşüncelerimiz dışında, ortak bir alanda etkileşim içinde var olmuşuz demektir.
Eğer o benim dünyamda olmasına rağmen ben onun dünyasında yoksam, bu onun dünyasında olmadığım gibi başkalarının da dünyasında olmayabileceğim anlamına gelir. Öyleyse yine evrensel bir gözle bakınca, kendim dışındaki bazılarının dünyalarında yoksam bu onların dünyasında algılamayan ve düşünmeyen olduğum anlamına gelir. Bu durumda belki de sadece bir taş parçasıyımdır…
Bir şeyin var olduğu ispatlanmadığı sürece bu o şeyin var olmadığının da ispatlanmadığı anlamına gelir.
Çünkü o şeyin ispatı ancak onun var olup olmadığını ispat etmeye yarayan bir araç ortaya çıktığında gerçekleşebilir. İspat etmeye yarayan bir araca sahip olduğumuz ise ancak ispat ortaya çıkınca anlaşılacağından, ispatın ortaya çıkmadığı bir senaryo da henüz bu tür bir aracı keşfetmediğimiz anlamını taşır. Bu tür bir araca sahip olmamak bir şeyin var olduğunu ispatlayamadığı gibi var olmadığını da ispatlayamamış olur. Öyleyse kimine göre ispat edilsin veya edilmesin, bir kez bile olsa var olup olmadığı düşünülen her şey soyut veya somut olarak var olmuş olur.
Çağrı Mert Bakırcı paylaştığı haberde Almanya’daki Max Planck Moleküler Hücre Biyolojisi ve Genetik Enstitüsü ve Japonya’daki Deneysel Hayvanlar Merkezi Enstitüsü’nden araştırmacıların, insanın zekâ büyüklüğünü doğrudan etkileyen ARHGAP11B genini bir maymuna uygulayarak maymun beynini ve zekâsını irileştirmeyi başardıklarından, ancak etik kaygılardan dolayı henüz fetüs dönemindeyken, genin sebep olacağı sonuçlar öngörülerek kürtaj ile bu maymunun gelişimine izin verilmediğinden bahsediyor. Buna rağmen bu süreçte üst düzey insan fonksiyonlarıyla ilişkilendirilen beynin neokorteks bölümünde irileşme gözlemlenmiş, maymun beyninin katlanma biçimi insanınki ile benzer hâle gelmiş, neokorteks bölgesinde yer alan nöronların sayısını artırmaya yarayan hücrelerde artış gözlemlenmiş.[3] Bakırcı’nın YouTube’da Evrim Ağacı kanalından yaptığı paylaşımda ise canlının zekâsının gelişmesinin insanlar gibi konuşabilmesi veya davranabilmesi anlamına gelmeyeceğini çünkü bazı üst düzey anatomik fonksiyonların canlının ses kutusunun değişmesi gibi başka evrimsel değişimlerle desteklenmesi gerekeceğini belirtiyor.[4]
Maymun doğsaydı belki de gelecekte içine kapalı kalmış, dilsiz ve iletişim becerileri yeterince gelişmemiş olan ama kendini ifade edemese ve iletişim kuramasa bile insan gibi düşünebilen bir canlı olabilirdi. Belki de henüz daha fetüsken bile bu durumun var olduğu düşünülebilir.
Bilim, bu fetüsün şu anda bile düşünen bir canlı olduğunu mevcut araçlarla ispatlayamıyor; hatta mevcut araçların onun düşünen bir canlı olduğunu gösterememesi sebebiyle, düşünmeyen bir canlı olduğunu söylüyor. Ancak bilim ilgili araçlarla bu fetüs olmasa bile başka canlılar içinden bu beceriyi gösterenleri tespit edebiliyor. Bunu tespit ediyor oluşu eldeki araçların bu işe yaradığını gösterse bile bahsedilen fetüsün şu anda insan gibi düşündüğünü tespit etmemiş olması iki ihtimali ortaya çıkartıyor: Ya bu fetüs gerçekten de düşünmüyor ya da mevcut yöntemler ve araçlar yeni bir durum ortaya çıktığından, henüz böylesi bir tespiti yapmak için yeterince gelişmemişler ve bu sebeple fetüsün düşündüğünü tespit edemiyorlar ve ispatlayamıyorlar. Bu sebeple onun düşündüğünün ispat edilemiyor oluşu düşünmediğinin de ispatı olamaz. Ancak embriyonun böylesi bir ruha sahip olmadığı belki eldeki araçlar ile ispatlanmış kabul edilse bile, artık çoktan kimilerinin zihinlerinde var olmuş oldu.
“Bir nesne iki kez aynı halde bulunamaz; çünkü fark edilmez anlık bir değişmeyle bir dağılır, bir toplanır; bir gider bir gelir. Öyle ki, doğmaya başlayan şey hiçbir zaman tam bir varlığa erişemez; çünkü bu doğuş zaten hiç bitmez, bir sona varır gibi durmaz, tohum halinden başka hallere, bir o yana bir bu yana doğru hep değişir durur.”[5] (Montaigne)
Kuşkusuz bugün bir düşünce olarak beliren varlık, zamanla değişen araçlarla başka bir varlığa dönüşür. Araçlar varlığı ölçer, varlık ise kendi araçlarıyla bizi ölçer, aksi hâlde var olmamış olur. Araçlar algıyı ve düşünceyi, algı ve düşünce ise bizi böylelikle var eder. Taş algılar mı algılamaz mı bilinmez ama tekmelenince tepki verir, biz verdiği tepkiyi algılarız ve böylece bir an için olsa bile var oluruz ama tepki gerçek midir yoksa bizim düşüncemiz midir orası bilinmez…
“Düşüncenize kendi varlığını yakalatmaya kalkacak olursanız, suyu avuçlamaktan başka bir şey olmaz yapabileceğiniz; çünkü yaradılıştan her yana akan bir şeyi ne kadar sarıp sıksanız, yakalamak, avucunuza almak istediğinizi o ölçüde yitireceksiniz.”[6] (Montaigne)
Öyleyse sanıyorum ki var olmak her zaman taşı tekmelemekten değil hatta çoğu zaman taş gibi olmaktan geçiyor. İnsan bazen şarabını, kahvesini, çayını yanına alıp arkasına yaslanmalı; zamanı ve çevresindeki tüm hızlı değişimler karşısında kendi değişimini bir an olsun yavaşlatmalı, var olduğunu hissedercesine tekmelenmek üzere öylece durmalı; dışarından bakıldığında taş gibi, hiçbir şey yapmadan, cansızmış gibi durmalı; ama aslında içinde…
…içinde ne olduğunu elbet kimse bilememeli.
[1] MONTAIGNE, Denemeler, Der. Çev.: Sabahattin Eyüboğlu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2011, s. 126
[2] MONTAIGNE, Denemeler, Der. Çev.: Sabahattin Eyüboğlu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2011, s. 126
[3] BAKIRCI Çağrı Mert, Maymunları Evrimleştirmek: İnsana Özgü Bir Gen, Maymun Beyinlerini İnsandaki Gibi İrileştiriyor ve Neokorteks Kalınlığını Arttırıyor!, https://evrimagaci.org/maymunlari-evrimlestirmek-insana-ozgu-bir-gen-maymun-beyinlerini-insandaki-gibi-irilestiriyor-ve-neokorteks-kalinligini-arttiriyor-9543, (ET: 08.01.2021).
[4] Evrim Ağacı, YouTube, https://www.youtube.com/watch?v=wiaZ6HqcUqc, (ET:08.01.2021)
[5] MONTAIGNE, Denemeler, Der. Çev.: Sabahattin Eyüboğlu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2011, s. 128
[6] MONTAIGNE, Denemeler, Der. Çev.: Sabahattin Eyüboğlu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2011, s. 127