Unutmanın İcadı (Metinlerarası Kitap, Haziran 2023) Anıl Can Uğuz’un üçüncü romanı. Daha önce Kalbimde Çiviyle Uyumuş Gibiyim (DeX, 2018) ve Aynadaki Masallar (DeX Kitap, 2019) adlı romanları yayımlanmış olan Uğuz, 1993 İzmir doğumlu genç bir yazar.
Yeditepe Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği bölümünden mezun… Şiirleri farklı dillere çevrilmiş. Pek çok ulusal dergide şiirleri, öyküleri ve yazıları yayımlanmış. Öykü ve kısa filmleriyle ulusal ve uluslararası birçok ödül kazanmış. İlk romanıyla da Attila İlhan Roman Ödülü almış. İlk iki romanını bilemem, çünkü okumadım. Üçüncü romanını, benim de bir öykü kitabımı (Alışılmışın Dışında, 2023) yayımlayan sevgili Mahmut Yıldırım verdi bana, İzmir’de görüştüğümüzde; övgüyle de söz etti, okumamı önerdi. Yakın dostlarım ve arkadaşlarım iyi bilir, satın aldığım, bana gönderilen ya da verilen kitapları okumadan rafa kaldırmam.
Arka kapaktaki; uzak bir adada başlayan unutma hastalığı, herkesi yavaş yavaş içine çeker. Kendilerine özgü tuhaf âdetlerle yaşayıp giden adalılar geçmişi, yüzleri, isimleri, eşyaları (ki sadece eşyayı denildiği için olması gerektiği gibi çoğul yaptım) yürümeyi, zamanı ve en son da konuşmayı unuturlar. Durumdan haberdar olan devlet, adalıları eski hâline getirmesi için bir dilbilimciyi görevlendirir, kitabı tanıtım açıklaması ile söz ve yazının keskin karşıtlığını büyülü bir gerçeklikle aktaran… cümleleri daha da ilgimi çekti. Okumaya başladım.
İki bölümden oluşan romanın ilk bölümü söz, (kara zamanlar söylentisi, yarın diye bir şey yok, insan nasıl hatırlar, her şey unutulmaya mahkûmdur, unutmak da birikir, kalabalık, öğütler tutulmamak içindir, unutmak hatırlamanın ilk şartıdır, asıl cennet başlıklı alt bölümleri var) ikincisi de yazı (Belki geçmişin şimdisidir, geçmişten sürülmek, devlet ve unutmak, bellek zamanın cümlesinin yüklemidir, bütün unutuşlar, akana, bunları yazan ben başlıklı alt bölümleri var) adını taşıyor… İlk bölüm 85, ikincisi de 58 sayfa. Kitabın sonunda yazarın çalışmasını oluştururken yararlandığı 24 kitap adı var, unutma, bellek, dil, hafıza ve zaman içerikli; bunlardan alıntılar da yaptığını belirtmiş. Yazar, ilgili hiçbir açıklama yapmadığı hâlde üç gazetenin (Cumhuriyet, Son Posta, Tercüman) yaşayanlarının unutkanlık hastalığına yakalandığıyla ilgili haber kupürleriyle anlatıcı da dâhil birkaç adalının fotoğrafını da eklemiş çalışmasına. Ayrıca adı geçen adayla ya da sona eklediği haberlerle ilgili hiçbir açıklama, not veya dipnot da yok.
Öncelikle belirtmeliyim ki pek çok teknik hatası olan kitabın dili temiz, kurgusu da anlatımı da iyi ama okuyup bitirdiğimde birçok açıdan yeterince içselleştirilmediği, aceleye getirildiği, üzerinde çalışılmadığı izlenimi uyandırdı bende. Bir kere ismiyle müsemma değil anlatılanlar. Çünkü adalılar gizemli bir biçimde üstelik de emekleyerek intihar ettikten sonra sağ kalan Hüseyin ve Evrim Tanyücel’in anlattıklarını dinleyen evlatlık Anıl’dır anlatıcı. ‘Ben gördüm, sen de yaz’ diyen babalığının yani dilbilimci Evrim’in sözünü tutar; onun ‘kara zamanlar söylentisi’ dediği gerçeklik miras kalsın diye. Kendisini öz evladı gibi sevdiğini bilen anlatıcı; babalığının zekâsına hayran ve izin vereceğinden çok emin olduğundan sondan başa doğru anlatır yaşananları ve bizim de okuduğumuz hikâyeler için onun Unutmanın İcadı dediği ve tamamlamadığı romandan da alıntılar yapar. Dikkatli okuyucunun bu kitaptan alıntıları hangi bölümlerde kullandığını kolaylıkla anlayacağını belirttiği şeyler bence özellikle ikinci bölümde Evrim’in ağzından ve ona atıfla aktarılan kitabî bilgilerdir. İşte tam da bu yüzden unutma ile icat bir araya geldiğinde anlatılanları karşılamıyor hiç, maalesef. Alıntıladığım kapak yazısında, unutma hastalığı, herkesi içine çeker deniliyor. Oysa adalı Hüseyin’in üç kızından en küçüğü Feyza ile başlayan ve evden adaya doğru yayılan ama yeterince anlatılamayan unutma herkesi içine çekmiyor. Feyza, bir sabah uyandığında rüyasının etkisiyle etrafındaki eşyaların gerçek olup olmadığını anlayamıyor. Büyük ablasının bir yaban otunu kökünden söker gibi göğsünden çektiği mavi iple birlikte hem unutuyor hem de emekliyor… Böylece babası Hüseyin ve birkaç kişi hariç adadaki herkes unutma hastalığına yakalanıyor. Eski bir köy anlatısı, köy romanı özelliği taşıyan kitapta yürümeyi, eşyaları, konuşmayı, birbirlerini, yaşadıklarını, geçmişlerini ve içinde oldukları zamanı vs. unutma hepi topu birkaç sayfayla geçiştirilmiş ve geneline yeterince serpiştirilememiş, işlenememiş. Oysa unutmanın, tıpkı bizi hayatta tutan ve ilk bakışta olumsuz algılanan korku gibi, çok doğal bir zihinsel refleks olduğunu biliyoruz. Bir tür savunma mekanizması yani. Hatta bazen hayatiyeti sürdürebilmenin gereklerinden biri… Demans ile hiçbir ilişkisi de yok üstelik. Çünkü demans, düşünce bozukluğudur. Bunama da denir halk arasında. Demans, beyinde hasardan kaynaklanan ve ilerleyen bir bozukluk olup kişide yaşından beklenen beyin performansını gösterememe hâlidir. Alzheimer da yaygın görülen bir demans türüdür bildiğimiz üzere. Beyin hücrelerinin yok olmasına neden olan ilerleyici bir nörolojik hastalıktır. İşte yazarın anlatmaya çalıştığı unutmak bu ikisinden ve türevlerinden farklıdır; bir tür Saramago’nun körlük’ü gibi bir metafor ama yeterince, üstelik de başarıyla anlatamadığı bir metafor… Özetle, iyi bir konu işçiliksiz ve aceleye getirilmiş. Her iki bölümle ilgili başlıklar altında yazılan metinler toplamı bir kitap. Bunların farklı zamanlarda yazıldıklarını bütünlük içindeki geçişlerde aksaklıklar ve eklektikler olduğundan anlamak olası.
Kurgusu, anlatımı iyi olan romanın ikinci bölümüne geldiğimizde, Bunları Yazan Ben başlıklı bölümden öğreniyoruz ki; Şeyda ve Ramazan’ın oğlu, aylarca Hüseyin’in dadılık yaptığı, denizde intihar eden adalılara katılmak isteyen anasının ölüme sürüklemeye içinin elvermediği, tuhaf bir içgüdüyle evde bıraktığı ve dilbilimci Evrim Tanyücel tarafından evlat edinilen Anıl’dır anlatıcı… Üç kızın babası Hüseyin ile Evrim Tanyücel’in anlattıklarından yola çıkarak aktarır bize adalıların hem kişisel hem de ortak hayat hikâyelerini…
Sandıklı’da öğretmenlik yaptığımda birkaç meslektaşımla kuzugöbeği mantarı ticareti de yapmıştım. Bunu Hatıralar Manavkuyu (Heyamola Yayınları, 2019) adlı biyografik romanımda anlatmıştım detaylı biçimde. Beyşehir Gölü’ndeki bir adada öyle bir köy vardı. Ulaşımı sandallarla ve motorlu kayıklarla yapılıyordu. Yazarın yarattığı atmosfer bana o köyü ve köylüleri anımsattı. Ayrıca, Hüseyin’in kızı Feyza ile başlayan ve gerçekten de yeterince işlenemeyen unutkanlık bana; José Saramago’nun, adı bilinmeyen bir ülkenin yine adı bilinmeyen bir şehrinde araba kullanmakta olan bir adamın trafik ışıklarında beklerken aniden kör olmasıyla gelişen ve adına beyaz körlük denilen hastalığın salgına dönüşmesini anlattığı muhteşem Körlük romanını da anımsattı… İkinci bölümün son metni olan Bunları Yazan Ben’in son cümlesi Evrim’in, ‘Hayat, unutulmuş bir rüya olarak kalacak’tır. Tıpkı su döngüsü gibi Saramago’nun birkaç romanında kullandığı sondan başa dönülen sarmal anlatı tekniğini Uğuz da kullanmış. Bu son cümleyle başlatır ilk bölümü anlatmaya.
Ezcümle: Özellikle ikinci bölümde, yazarın meslekî alanı ve okumalarıyla ilgili dil, bellek, hafıza ve zaman konulu kitabi ve akademik bilgileri anlatıcıya ödünç vererek aktarması doğru olmamış. Bu illa olacaktıysa daha rafine yapılabilirdi. Dediğim gibi gerçekten iyi bir konu maalesef aceleye getirilmiş…