Bazı isimleri kamuoyuna tanıtmaya gerek yoktur.
Herkes tanır onları, herkes sever, bir toplumun ortak belleğine yerleşmiş gerçek ikon’lardır onlar. Hayatlarımızın içine girmiş rol modellerimiz, vazgeçilmezimiz olurlar.
Sahi ilk ne zaman tanıdım Semiramis Pekkan’ı? Herhangi net bir tarih yok aklımda. Yine de,1968 yılı olmalı, diyorum. “Aşka Tövbe” filmindeki Nazan...yoksa “Çıtkırıldım” da Kolejli Filiz’in sınıf arkadaşı o güzel kız…
Veya “Yaprak Dökümü”nün unutulmaz Necla‘sı?
“Ankara Ekspresi” filminde Alman Casus Hilda‘nın sesi?
Daha mı öncesiydi; belki de ?
Evet. O şarkı… hep o şarkı : “Bu Ne Biçim Hayat”
Mary Hopkins’in yorumladığı “Those Were The Days” şarkısına Fecri Ebcioğlu’nun yazdığı sözler…
“Bir gün onunla yolda karşılaştım.
Dopdolu bir kalple ona baktım.
Farkındaydı, titreyen bendim…”
Semiramis Pekkan’ın müzik dünyasındaki özgün yeri, kendisini bir sanatçının erişebileceği sayılı doruk noktalarından birine çıkartan bu şarkıyla olmuştu aslında. Söz, melodi, yorumun altın buluşma noktası diyelim.
“Bana Yalan Söylediler”,” Çöpçatan”, “Neredeysen”, “Dert Ortağım”, “Neydi Neydi Ne”, “O Var Ya”, “Ama Neden”, “İçelim Kendimizden Geçelim”, “Olmaz Olmaz”, “O Karanlık Gecelerde”, “Nice Mutlu Yıllar Sana” ve “Eski Sandal”… Bütün bu şarkılarda sadece Semiramis Pekkan vardı. Crescendo, decresendo geçişler… Ben bu şarkılarla, şimdi düşünüyorum da, bir hayat, kocaman bir hayat yaşadım aslında.
Semiramis Pekkan’ı, hiç kuşkusuz, ‘olağanüstü duyarlı, incelikli, zaman ötesi bir yorumcu kılan yarattığı duygusal aura kadar eserlere kattığı o teatral tattı. Notalar ve kelimelerle adeta metafizik bir bağ kurmuş gibiydi.
Sahnede, Semiramis Pekkan’ı bir kez izledim. Güzelliği, var kıldığı, o tanımı zor, büyülü simya halen gözümün önünde. Seneler senelere eklenecek ve bir YouTube programlarıyla sadece yaşam gurum, hocam olmayacak, kimi kez elimden tutup beni hayatın sayfaları arasında dolaştıracaktı. Kendisinden çok şey öğrenecektim.
Dediğim gibi, sadece belli bir dönemin, bir kuşağın özel sanatçısı olarak kalmadı, ününü 20.yüzyıldan, 21.yüzyıla taşıdı Semiramis Pekkan. Ne eskidi, ne unutuldu… İkonografik ve toplum bilimsel değerini hep korudu. O, öyle kendisiydi ki;Ve o kadar güzel ve zarif!
Semiramis Pekkan ” Unutamadım ” adlı son yorumuyla bir kez daha iç seslerimizi konuşturuyor, hayatın başka yüzlerine taşıyor bizi, duygularımızın iklimine ses ve yankı oluyor. Hiçbir yerde, hiçbir kimsede tutunamamış kalplerimizi, ruh yaralarımızı onarıyor, nice bentleri yıkıyor; adsız, sansız, kimsesiz, üstü hüzün tutmuş yalnızlıklarımızı, matemlerimizi paylaşıyor.
“Unutamadım”ı dinlerken 1986 yılında Pınar Kür’ün Kadın Dergisi için Semiramis Pekkan ile yaptığı söyleşiyi hatırladım:
“… müthiş bir presence’ı var. Ayrıca, ömrümde gördüğüm en rahat, en kendinden emin kadınlardan biri. Konuşurken kem küm eden, neyi nasıl söyleyeceğini bilemeyen, elini kolunu bir türlü zaptedemeyen, nice güzelle tanıştım. Semiramis kesinlikle öylelerinden değil. Ne dediğini, ne istediğini, ne yapacağını ezelden bilenlerden besbelli.(…)
Sanat dünyasından ayrılırken gözünün arkada kalıp kalmadığını soruyorum ilk olarak.’ Hiç, ama hiç ‘ diyor. Şarkıcılık tesadüfen girmiş hayatına. Aslında tiyatrocu olarak başlamış. Haldun Dormen aracılığıyla AST’ta, Güner Sümer’in ‘ Bozuk Düzen ‘ adlı oyununda başrol oynamış ilk.
‘On yedi yaşındaydım. Herhangi bir tiyatro kültürüm, eğitimim yoktu. Ama oyun çok iyi bir sükse oldu, çok iyi kritikler aldım.Güzel bir başlangıç oldu.’
Derken, film teklifleri gelmeye başlamış; bir yılda on iki filmde oynamış.Ama tiyatrodan sonra sinema tatmin etmemiş onu. Parasal açıdan daha iyiymiş ama, sanatsal açıdan tiyatroyu her zaman tercih etmiş. Ablası Ajda Pekkan’ın da teşvikiyle şarkıcılığa başlamış sonra. Gene parasal kaygılarla sahneye ‘evet’ demiş. Yaptığı ilk plak ‘ altın plak ‘ olmuş. Ama aslında bütün bu işleri bir süre yapıp bırakmayı düşünüyormuş.”
Zaten öyle de oldu. Peş peşe gerçekleştirdiği plak çalışmaları, çoğu ‘hit’ olan şarkılarıyla, prototip bir yorumcu olmadığını, kısa sürede kanıtladı. Ve gün oldu profesyonelliğinin, sanat hayatının zirvesindeyken her şeyi geride bıraktı.
Kendi tanımıyla “yaşadığı kaza” sonrası, gözlerinin içine düşen o korkunç acıya rağmen yüreğinin sesini kaybetmedi. Kaybetmemeye çalıştı. Yıkımın külleri arasından doğrulmayı başardı. Yarasına bez sarıp yürüdü.
Yorumladığı şarkıların izdüşümleri, gönüllerde kalan izlerle ve elbette imajıyla hep var oldu. Bilmediğimiz, tanımadığımız, hiçbir rengin karışımından ortaya koyamayacağımız renkler katmıştı dağarcığımıza çünkü. Duygudan duyguya, kalpten kalbe elçi olmuştu.
Dönmeliydi… paylaşacak çok şey vardı. Zarafeti, şıklığı, güzelliği, donanımı, deneyimleri, şarkılarıyla yine hayatlarımızda olmalıydı.
2022’nin Eylül’ünde döndü…
Ne tuhaf, şu an durduğum noktada, şimdi, gelecek, geçmişte hep Semiramis Pekkan vardı. Sesi, oyuncu dinamiği, ritmi, beden dili, coşkusu, karizması, şıklığı, içtenliğiyle ekrana yaraşan çok özel bir değer… kendi elleriyle inşa ettiği kişisel tarihiyle hep örnek oldu bizlere.
Haldun Dormen’in “Sürç-ü Lisan Ettikse”(1978) adlı kitabında Semiramis Pekkan ile ilgili anlattıklarını hatırladım:
“Bu arada Semiramis, Playboy Kulübü’nün önerisini kabul etmiş ve üç haftalık bir anlaşma yapmıştı. Her zaman zekâsına büyük saygı duyduğum Semiramis’in böyle bir karar vermekte ne kadar isabetli hareket ettiğini bilemiyordum o günlerde. Bir yerde Ajda’nın kardeşiydi. Onun kötü bir kopyası olabilirdi. En azından herkes onu ablasıyla mukayese edecekti. Semiramis’in sesi hakkında fazla bilgim de yoktu. Arabada giderken çalan radyoya eşlik etmesi dışında doğru dürüst duymamıştım bile sesini.
Altı prodüksiyonun çılgınlığı arasında bir de Semiramis’in Playboy premier’i vardı beni heyecanlandıran. ‘Ya rezil olursa,’ korkusu uykularımı kaçırıyordu. Bu arada İstanbul’un çok bilmiş şom ağızlıları konuşmaya başlamışlardı bile.’ Olmaz efendim, olmaz. Bir kere ablası gibi sesi yok’,’ Olsa olsa Ajda’nın üçüncü sınıf bir kopyası olur’, ‘ Ablasının ününden faydalanıp parsa toplamak istiyor,’ gibi tatsız sözler benim kulağıma kadar geliyordu. Daha sahneye adımını atmadan Semiramis için idam kararı verilmişti. Şom ağızlıların fikrine göre, Ajda’nın kız kardeşinin başarı kazanmasına olanak yoktu.
Oysa Semiramis’in Playboy’daki ilk gecesi büyük bir olay oldu ve Pekkanların küçüğü, gece kulüplerinin çoktandır bekledikleri bir nimet olarak karşılandı.Başından sonuna dek tüm program akıllıca hazırlanmış, saçından topuğuna, makyajından salona girerken savurduğu parfüm kokusuna kadar her şey en ince ayrıntısına kadar düşünülmüştü. Salona girdiği andan itibaren Semiramis, o gece Playboy’u tıklım tıklım dolduran seyirciyi avucunun içine almayı başarmıştı.Programının sonuna doğru söylediği ‘Bu Ne Biçim Hayat’la yer yerinden oynadı ve bu şarkı, genç sanatçının simgesi haline geldi. (…) O yıl, ‘ Bu Ne Biçim Hayat ‘ şarkısını söyledi tüm İstanbul.”
“Unutamadım” hüzünlerden, çağrışımlardan, hatırlayışlardan, hiçbir zaman hesabı sorulmamış vazgeçişlerden, geçmişte kalmış bir sevdanın, seziş, duyuşların hiç silinmeyen suretinden, yağmurlu iklimlerden, ufuksuz denizlerden, takvim yapraklarında asılı kalmış bir tarihten, çifte su verilmiş yalnızlıklardan, elemlerden, öncesiz sonrasız vedalardan süzülerek ağıp gelen bir şarkı.
Ve Semiramis Pekkan bu şarkıyla bir defa daha müzik tarihimize geçti ve La Regina olduğunu kanıtladı.
Gece iniyordu. Ölü suların durgun yüzünde, yapraklar yüzüyordu usulca. Eflatun, lacivert ışıklarla yivlenen bulutlara takıldı bir an gözüm. ” Unutmadım ” da Semiramis Pekkan’a eşlik ederken buldum kendimi birden. Bu şarkı, nedenini sormayın sakın, sesim, soluğum, öncem, sonram olmuştu, farkındaydım.
Gece ışıklarının içinde yürürken, bu şarkıda mühürlenmek istedim.
Not : Fotoğraflar Semiramis Pekkan Facebook sayfasından alınmıştır.
Unutamadım
Söz – Müzik: Gülden Arslan
Düzenleme: Sezgin Gezgin
Fotoğraf: Safa Gülsoy
Saç & Makyaj: Ayla Şahin
Kapak Tasarım: Fatih Kocatürk