Eşitsizlik ve baskı koşullarında yapılan 24 Haziran seçimlerinin sonuçlarını nasıl ele alabiliriz? Kuşkusuz onlarca farklı açıdan ele almak mümkün. Tersinden sorarak başlayalım: Erdoğan tüm ekonomik, kolluk, medya gücünü elinde toplamışken neden yüzde 60-65 değil de yüzde 52,5’ta kaldı?
Sonuçlar şaibeli… ama ilk değil
Erdoğan’ın yüzde 50 barajını yüzde 2,5 farkla aştığı açıklandı. Bu rakamlar ne kadar gerçeği ifade ediyor, kimse kesin birşey söyleyemez. Bir çok şaibeli oy kullanma olayı var ve MHP’nin Kürt illerindeki oy artışı ayrıca şüphe uyandırıcı.
Yüzde 2,5 gibi bir oran, seçimde kullanılan yüzde 2,05 geçersiz oydan biraz fazla. Seçimlerde oy kullanmayan yüzde 14’lük seçmenin ise, neredeyse altıda biri.
Öyleyse 51 milyondan fazla seçmenin olduğu ve bunların yüzde 14’ünün oy kullanmadığı, yüzde 2’sinin oyunun geçersiz sayıldığı olağanüstü koşullarda yüzde 2,5 rakamı zayıf bir üstünlük sayılır. Ancak yüzde 50’nin üzerine eklendiğinde fark büyük gözüküyor.
Seçmen tercihinin yüzde 50-50 bölündüğü siyasi koşulların değişmediği görülüyor. HDP adayının rehin alındığı, seçim çalışmalarına devlet müdahalesinin, gözaltı ve tutuklamaların yaşandığı eşitsiz koşullarda yapılan bir seçimde, OHAL ve 16 yıllık iktidarın avantajları, yandaş medya, Anadolu Ajansı, Yüksek Seçim Kurulu, kolluk kuvvetleri ve ’15 Temmuz Milisleri’ ile MHP’nin yüzde 11 oyu sayesinde, Erdoğan en çok yüzde 2,5 fark yaratabildi.
Söz konusu yüzde 52,5 oy birbirlerine en ağır sözleri, küfürleri etmiş olan iki parti liderinin koalisyonuna aittir. Küfür ve hakaretleri bir kenara bırakıp yanyana gelişleri, birbirine tutunmaları iktidardan düşmemek için. Tek başına AKP iktidarı devri 7 Haziran 2015 seçimlerinden beri mümkün olmuyor.
Muhalefetin liderliği kırılgan… bu da ilk değil
AKP-MHP karşısında Muharrem İnce ve ittifakının liderliği dirençli çıkmadı. HDP dahil CHP mitinglerindeki kitlesellik, politik üstünlük seçim sonuçlarına yansımadı/yansıtılamadı. Bunun nedenleri üzerinde durulmalı kuşkusuz. Ancak sokakta kazanılan üstünlüğü sonuna kadar sürdürme iradesi oluşmadı.
Muhalefet 24 Haziran öncesinde elde ettiği politik ve moral üstünlüğü Anadolu Ajansının sayım sonucu açıklaması karşısında sürdüremedi. Oy sayımı sürerken, bir tweet’le İnce işi bitirdi. Yenilgiyi kabul etti ve ortadan kayboldu.
Zaten bu tutarsızlıktır ki, 16 yıl sonra bile AKP tabanının yüzde 40 bandında zemin bulmasını sağlıyor. Erdoğan karşısında ülkeyi yönetebilecek bir liderin olmadığı izlenimini kuvvetlendiriyor.
Muharrem İnce’nin şahsıyla ilgili bir yanı olsa da esas sorun siyasal yaklaşımla ilgilidir. CHP, AKP ve devletin haksızlıklarına itiraz etmeyi, onunla çatışmayı göze alamıyor. Kitlesine çağrı yapıp Seçim Kurulları’nın önünü terk etmeyin demesini biliyor, sonraki adımı atmıyor. Bu da ilk değil. CHP, 16 Nisan referandumu ve Adalet Yürüyüşünden sonra da peşinde sürüklediği kitleyi yarıyolda bırakmıştı.
Sokak yok da bağımsız oy sayımı var mı?
Diyelim ki, sokağa çağrı devrimci bir tutum olurdu ve CHP’den bunu beklememeliyiz. Ancak muhalefet ve CHP seçim sonuçlarını Anadolu Ajansı ve AKP’den önce açıklayacak bir müşahit ve sandık kurulu yapılanması da yapamamış. Sayılan oyları, oy oranlarını karşılaştırmalı ölçebilecek bağımsız bir kurum da yok.
Erdoğan karşıtı muhalefet cephesi resmi adıyla Adil Seçim Platformu, söz konusu yüzde 2,5’luk oy fazlalığının nasıl oluştuğuna dair gerçeği ortaya koyacak beceri ve iradeye sahip olamadı. Muharrem İnce’nin köpürttüğü liderliği kof çıktı.
Bu seçimler esasen öngörülebilir bir politik yenilgiyi ifade ediyor. Sosyal demokrasinin tarihsel rolüne uygun davranıyor, önce umut veriyor sonra umudu kırıyor. Kitlelerin düzen dışına çıkış kanallarını zorlamasına fırsat vermiyor.
Bunun bedelini ise, Süleyman Soylu gibilerinin elinden ödeyecekler. Bakan ‘CHP il başkanlarını şehit cenazelerinde protokole almayın’ demektedir. Milli ve Gayri Milli ayrımı yeniden gündeme gelmiştir.
Özetle durum şu…
Anadolu Ajansı denilen resmi devlet ajansı Yüksek Seçim Kurulu ve siyasi partilerden çok önce elindeki sözde rakamları açıklayarak kamuoyu oluşturuyor. Bütün televizyon kanalları da ajansın rakamlarını yayınlıyor. Ardından bu rakamlar YSK ve kamuoyunca kabul ediliyor, sandıkların tümü sayılmadan, itirazlar görüşülmeden Erdoğan açıklama yaparak kazandığını ilan ediyor.
24 Haziran’da olan budur: Seçimlerinin ilk sonuçları açıklandığında Erdoğan’ın oy oranı yüzde 70’in üstünde gösterildi hem kamuoyu hem de AKP tabanı seçimleri kazandıklarına inandırıldı. Dolayısıyla daha sandıklar açılmadan seçimi kazanan Erdoğan ve AKP olduğu ilan edildi. AKP tabanının bir bölümü ‘kaybedersek silaha sarılırız, iç savaş çıkar’ açıklamalarına uygun olarak silahlı olduğunu yine 24 Haziran akşamı gösterdi.
Yine de yüzde 2,5 fark yaratabildiler.
Neden yüzde 52,5’ta kaldılar?
AKP ve Erdoğan seçim sonucunu yüzde 60-65 bandında açıklayamadıysa (Rusya, Mısır, Suriye, Irak’ta olsa eminiz oran daha yüksek olurdu) bunun bir nedeni, AKP’nin oy kaybetmekte oluşudur. Vaatlerinin kıraathane seviyesinde kalmasıdır. Bir diğer neden ise, Gezi’den başlayıp, 16 Nisan Referandumundan geçip İnce’nin mitinglerinde öbekleşen kendiliğinden kitle seferberliğidir, Kürt demokratik hareketinin sosyalist sol ile girdiği ittifak ve büyük kentlerde giderek oyunu artıran politik açılımıdır. Erdoğan ve AKP’yi daha ileriye gitmemesini sağlayan İnce gibi liderlikler değil, kitlelerin sokaktaki hareketliliğidir.
Bu bizim okumamız. Örneğin Millet İttifakının adayı Muharrem İnce’nin seçim sonuçlarını okuması başka: ‘Arada 10 milyon oy var’ demekte, Erdoğan’ın ilk turu yüzde 2,5 ile geçtiğini gizlemektedir.
Bu yaklaşım, Erdoğan’ın zaferini kendine ve tabanına benimsetmeye çalışmaktır. Nitekim Erdoğan’dan ve AKP’den ‘sorumlu’ davrandığı için takdir almış, AKP sözcüsü tarafından kamuoyuyla paylaşılmıştır.
Geleceğe baktığımızda umutlanmamızı sağlayan da İnce değil, oyuna sahip çıkma iradesini gösteren gençler, kadınlardır.
HDP barajı aşmakla yetinebilir mi?
HDP barajı geçmeyi hedef olarak belirlemiş olmasından dolayı, seçim sonuçlarını kendi cephesinden değerlendirmekle yetinmiştir. Seçimin başarılı partisi kendini saymaktadır. Oy sayımı sürecini ve usülsüzlükleri bir demokratik mücadele zemini olarak ele almaktan geri durmuştur. Sokakta yalnız ve lidersiz bırakılan Erdoğan karşıtı kitleyle dayanışmayı geliştirememiştir. Bu durum diğer sosyalist bölükler için de geçerlidir.
Oysa ki, İnce’nin siyasi kırılması ve CHP’nin oy oranlarındaki düşüş, umudunu muhalefete bağlamış partisiz kitleler arasında moral bozukluğuna yol açtığı gözleniyor. Bu boşluğu dolduracak siyasi bir hamlenin hem sokağa çıkan kitle ile dayanışma hem de onları politik olarak kazanma ihtimalinden dolayı anlamlı olabilirdi.
HDP’nin 67 milletvekili çıkarma başarısına rağmen, bunun sonucu değiştirecek bir gücü ifade etmediğini bilerek hareket etmesi beklenir. Mücadelenin mecliste çok sınırlı b.ir karşılığı olabilir. Esas mücadelenin sokakta yaşanacağı gerçeği gözardı edilmemeli.
Geleceğimizi seçim sonuçları belirlemeyecek
Kuşkusuz 2023’e kadar iktidar olma hakkını elde etmiş bir başkan ve AKP-MHP-BBP-Hüda Par koalisyonlu bir başkanlık sistemiyle karşı karşıyayız. Irkçı-İslamcı bir sağ blok oluştu.
Bu koalisyonun karşısında yüzde 47,5’luk seçmen kitlesi var. Bunun içinde liderliği ve örgütlülüğü yok denecek seviyede olan mücadeleci bir genç ve kadın kitlesi var. Seküler, ilerici, aydınlanmacı ve Kürt demokratik hareketiyle dayanışmayı geliştirme eğiliminde olan bu kitle küçümsenmemeli.
Öte yandan uluslararası ekonomik krizin, seçim bütçesinin reel ekonomiye yansımasıyla birlikte işçi sınıfının sendikalı azınlığının ve daha geniş çevresinin gündeme gelecek yeni kemer sıkma kararlarına nasıl tepki vereceği de önemlidir. İşçi sınıfıın belirli kesimleri seçimlerde iktidar partisine oy verebilir ama çıkarları söz konusu olduğunda mücadeleden geri durmamaktadır.
Bu sebeple seçimler bir gösterge olmakla birlikte, herşeyi ifade etmez. Irkçı-islamcı sağ blokun iktidardan samimi olarak gitmesini isteyenlerin, seçimlerle sınırlı kalmayan bir politik açılıma ve örgütlenmeye ihtiyacı var. İlk aşamada sandığına, oyuna sonuna kadar sahip çıkacak düzeyde.
24 Haziran seçimleri, 16 yıllık AKP iktidarından kurtulmanın yakın olunduğu izlenimi sebebiyle gençler, kadınlar, Aleviler, Kürtler, emekçi kesimler arasında daha farklı bir anlam taşıdı. Erdoğan’ın kazanmasının da bu sebeple farklı düzeylerde olumsuz, umutsuz karşılığı olacak.
Sonuçlar farklı olsaydı da emekçi sınıflar için sosyal durum değişmeyecekti. Partilerin yer değiştirmesi için değil de sömürü ve baskı düzenine son vermek için mücadele edenler bilinçli, örgütlü bir mücadele olmadan sömürü düzenine son veremezler, nihai hedeflerine ulaşamazlar.