Tam dokuz sene önce, 05.08.2015´te Yüksekova’da bir inşaat şantiyesinde onlarca insan elleri arkadan kelepçelenerek yüz üstü yere yatırıldığında, bir amir öfkeyle şu sözleri sarfetmişti:i “Ne yaptı lan size bu devlet? Hepinizi tanıyorum ben. Kim ki hainlik yapıyor karşılığını görecek. Türk’ün gücünü göreceksiniz!”
Aynı gün kısa sürede sosyal medyada paylaşılan birkaç dakikalık bu video görseli coğrafyanın yakın tarihinde etnik temizlik ve asimilasyon mağduru olan milyonlarca insanın psikolojisini alt-üst etti. Başka bir deyişle; tarihsel travmaları güncelleştirerek tetikledi.
Konuyla ilgili sosyal medya paylaşımlarının hemen hepsi bilinen-tanınan devlet zulmünü bir kez daha teşhir etme amaçlı olsa da; bu duruma verilen reaksiyon daha çok öfke, tehdit, intikam, çaresizlik, melankoli, üzüntü, şikayet, kadercilik yani “mağdur psikolojisi” olarak yansıdı. Bu reaksiyonu göster(e)meyen bir o kadar mağdurun da, kendi içinde büyüttüğü devlet korkusuyla sessizleştiğini, geri çekildiğini, hislerini bastırdığını, meseleye duyarsızmış gibi davranarak korkusunun üstünü örttüğünü söylemek yanlış olmaz. Nitekim üzerine yeterince çalışılıp bilince çıkarıl(a)mayan travmalar, bir söz, bir iş, bir eylem ya da benzeri bir saldırıyla tetiklendiğinde, mağdur ya aşırı agresif bir tepki göstererek “hak arama” mücadelesi vermek zorunda hissedecek ya da içine kapanıp kendini saklamak isteyecektir.ii
Yukarda bahsedilen tarihsel travmaların fail (devlet) tarafından sistemli ve keyfi bir şekilde tetiklenmesi Türkiye’de sıklıkla karşılaşılan bir durum. Bu duruma karşı verilen agresif reaksiyon ise hem sosyal medyadaki bireysel paylaşımlarda hem de özellikle muhalif gazete ve dergilerde “hak arama“ mücadelesi olarak karşımıza çıkıyor. Konuyu biraz daha derinleştirebilmek adına “mağdur psikolojisi“´ni üç kelimede özetleyen yaygın bir ifadeye değinilebiliriz:
“Unutursak kalbimiz kurusun!”
Bu ifadenin verdiği mesajı belki şöyle formüle etmek mümkün: Travmadan kaynaklı acı mağdurlar tarafından sürekli aynı şiddetiyle canlı tutulmak isteniyor. Aynı taraf -bilerek ya da bilmeyerek,- acıyı hatırlayıp hatırlattığında, başka bir deyişle, yeniden aktifleşti(r)diğinde, mücadele etme motivasyonunun artacağını düşünüyor. Peki bu gerçekten mümkün mü? Yoksa zaten failin keyfi ve sistemli bir şekilde tekrarlayarak hatırlattığı katliamlar (Retraumatisierungiii) yeniden korku psikozuna kapılan mağduru şiddet sarmalında aynı konumda kalmaya mı zorluyor?
Bu ifadenin nerede ve nasıl kullanıldığını anlamak için internette kısa bir çalışma yaparken, muhalif birçok gazetenin ifadeyi başlığa taşıyan haberlerine ve köşe yazılarına rastladım. Muhalif gazetelerden biri olan Evrensel´in birkaç haberi konuyu örneklemek amacıyla bu yazıda ele alınabilir.
Birinci Örnek:
29 Haziran 2012’de Evrensel gazetesinin haber merkezi tarafından hazırlanan Roboski haberi “Unutursak kalbimiz kurusun” başlığı ile yayınlanmış. Bu haberde üzerinden altı ay geçmiş olmasına rağmen, Roboski katliamının sorumlularının bulunup cezalandırılmadığına değiniliyor. Ara başlıklar ana başlığı destekleyecek şekilde şöyle sıralanmış:
- ‘ERDOĞAN KATLİAMI SAHİPLENDİ’
Burada başlığın nesnel bir bilgilendirme-haber verme işlevinden söz edilebilir.
- ‘UNUTMADIK, UNUTTURMAYACAĞIZ’
Bu ara başlık tamamen ana başlıkla özdeşlik niteliği taşımakta ve mağdur tarafının öfkesini ve acıyı unutmama kararlılığını dile getirmekte.
- ‘FAİLLER ORTAYA ÇIKARILSIN’
Hak arama, bir başka deyişle travmayı çalışmaya dair çağrı işlevi taşıyan bir ifade olarak değerlendirilebilir.
- ‘KATLİAM BİR DEVLET GELENEĞİ’
Bu ifadede devlet zulmünün ve ona bağlı katliamların mağdur tarafındaki görüntüsünü kodlayan politik bir tespit işlevi var.
- ‘ROBOSKÎ’NİN PEŞİNİ BIRAKMAYACAĞIZ’
Mağdurun adalet-hukuk beklentisindeki kararlılığından ve hatta faile karşı meydan okuduğundan söz edilebilir.
- ‘BU ACIYI UNUTTURAMAZSINIZ’
Faile doğrudan hitap eden bu ifade -hernekadar “mücadelede kararlılık“ gibi görünse de,- failin bu ve benzer acıları zaten unutturmak istemediği gerçekliği düşünüldüğünde, dinamik ama melankolik bir işlevden bahsedilebilir.
- ‘VİCDANINIZ SIZLAMIYOR MU?
Yine faile doğrudan hitap eden, son derece duygusal bir ifade. Muhatabı tarafından dikkate alınmayacağı bilindiği halde, mağdur tarafından kullanılması mağdur psikolojisinin dışavurumu şeklinde algılanabilir.
- ‘KATİLLER DEĞİL MAĞDURLAR YARGILANIYOR’
Bu cümle eleştiren, sorgulayan, bilgi veren bir işlevsellik taşıyor.
- ‘ANALARIN GÖZYAŞINI DİNDİRELİM’iv
Tamamen duygusal bir dilek-çağrı ifadesi olarak okunabilir.
İkinci Örnek:
27 Aralık 2013´te Evrensel´de Erdal İmrek´in haberi de “Unutursak kalbimiz kurusun“ başlığıyla yayınlanmış ve yine Roboski ile ilgili. Haber şöyle başlıyor:
“Bundan 2 yıl önce, soğuk bir Aralık gününde, Türkiye tarihinin en büyük katliamlarından birine uyandık… Şırnak’ın Uludere ilçesine bağlı sınır köyü Roboskî’de TSK’ye ait savaş uçaklarının gece yarısı yağdırdığı bombalar, çoğu çocuk 34 köylünün bedenlerini parçaladı… …Hafızalara kazınan yanyana dizilmiş 34 ceset, katırlarla taşınan ölüler, katliamın arkasında duran bir hükümet… Adalet arayışıyla geçen iki yıl… Yarın katliamın 2. yıl dönümü. Roboskî’de ve Türkiye’nin dört bir yanında bir kez daha adalet talebi haykırılacak. Unutursak, kalbimiz kurusun denecek….“v
Farkedileceği gibi giriş bölümünün son cümlesi ana başlıkla özdeşlik taşıyor. İlk cümlelerde ise durumun gerek görsel tasvirine gerekse katliamın ve ardından gelen hukuksuzluğun sorgulanmasına rastlıyoruz. Metnin bu şekildeki kurgusu son cümleyi güçlendiriyor ve “unutursak kalbimiz kurusun” ifadesini doğal, kendinden bir refleks eyleminin duyurusu olarak yansıtıyor. Roboski katliamının şiddet boyutu düşünüldüğünde, muhalif bir gazeteciliğin gerekleri ölçülü ve uygun bir şekilde dile getirilmiş. Ayrıca Erdal İmrek´in haberinde mağdur psikolojisinden çıkıldığı, yani nesnel bir habercilik diliyle failin teşhir edildiği ifadelere de rastlamak mümkün. Bunlar:
“AKP’Lİ ÜYELERİN İNİSİYATİFİNDEKİ KOMİSYON; ‘OLAYDA KASIT YOK’ DEDİ:
…Nihayet 2013 Martında BDP ve CHP’lilerin itirazlarına rağmen AKP’li üyelerin hazırladığı rapor açıklandı. Hükümetin ve TSK’nın ‘aklandığı’ 84 sayfalık raporda, “Tüm Türkiye’yi derinden üzen bu olayla ilgili araştırma ve incelemelerde; olayın kasten yapıldığına yönelik herhangi bir delil elde edilemediği görüş ve kanaatine varılmıştır” denildi.“
Failin katliamla ilgili manipülatif açıklaması kendi ifadesiyle yorumsuz bir şekilde veriliyor.
“PARAYLA KAPATMAYA ÇALIŞTILAR
Bakanlar Kurulu, yaşamını yitirenlerin ailelerine tazminat verme kararı aldı. Ailelere 123’er bin lira verileceği açıklandı. Birçok gazete ve televizyon ailelerin tazminatları aldığı şeklinde haberler yaptı. Başbakan Erdoğan, tazminat ödeyecek olmakla övündü. “Bu para vatandaşlarımızın analarının ak sütü gibi helaldir” dedi. Ailelerin tepkisi “Biz kan parası değil, katillerin hesap vermesini istiyoruz” diyerek parayı reddetti. AKP’li bakanlar, “PKK aileleri tazminatları almamaları konusunda tehdit ediyor” şeklinde akla ziyan açıklamalar yaptı. Aileler iddiayı yalanladı.“
Burada verilen bilgiler kısa cümleler halinde ve doğru bir sıralamayla okuyucuyu aydınlatıyor. Gazetecinin konuyla ilgili tek yorumuna “…akla ziyan açıklamalar…“ ifadesinde rastlıyoruz, ki bu gazete metinlerinde rastlanabilecek ve nesnelliğin önüne geçmeyecek bir ölçüde kullanılmış.
‘YİNE ÖLDÜRÜRÜM’
Roboskîli korucular, Gülyazı Tugay Komutanı Abdullah Paşa ile yaptıkları toplantıda kendilerini tehdit etiğini açıkladılar. Korucular, Paşa’nın kendilerine “Bunu unutun. Kazaydı. Devlet kaza yaptı. Kapatın. Diyelim ki ben yaptım, ne olcak? Siz devlete karşı ne yapabilirsiniz ki? Ben öldürdüm, Burada yaşayan her kim kaçakçılık yaparsa gerekirse bir daha öldürürüm. 50 lira için kaçakçılık yapıyordunuz, bakın devlet sizlere 120 bin TL veriyor almıyorsunuz” dediğini aktardılar.vi”
Haberin bu bölümünde failin (Gülyazı Tugay Komutanı Abdullah Paşa) katliamla ilgili söylediklerinin tamamen korucuların ifadelerine bağlı olarak dile getirilmesi, başka bir deyişle gazetecinin kendi yorumunu katmaması, hem bilginin inandırıcılık değerini arttırıyor hem de failin kendi teşhirini kendisinin yaptığını kanıtlıyor.
Üçüncü Örnek:
Evrensel´de 2 Ocak 2014 yılında yayınlanan aynı başlıklı bir başka haberse Sidar Eren´in Mersin Üniversitesi´ndeki bir grup gencin Roboski katliamıyla ilgili değerlendirmelerini kapsıyor. Bu yazıda öğrencilerin Kürtlere yönelik saldırılar çerçevesinde -bilerek ya da bilmeyerek- tarihsel ve kitlesel travmaların güncellenmesine dikkat çekmesi, mağdur tarafın politik bilinçle bir yere kadar geldiğini, ancak daha ileriye gidemediğini gösteriyor. Alışılagelen politik-muhalif söylemlerin metin yüzey yapısında çözüm olarak kodlanmış olduğunu, ancak bunların yaşanan katliamların tekrarlanmasına engel ol(a)madığını da yine metinlerin derin yapısında farkediyoruz.
“ARTIK ŞAŞIRMA YETİMİZİ KAYBETTİK
İngilizce Öğretmenliği Hazırlık sınıfı öğrencisi Nazlıcan Sönmez, Roboski’de 34 canın hunharca katledilişini unutmadıklarını söyledi. Roboski katliamının insanlığın öldüğünün, vicdanların taşlaştığının kanıtı olduğunu söyleyen Sönmez “Zalimliğin nicelerini gördük. Artık şaşırma yetimizi kaybettik. Derinden bir acı duyuyoruz. 34 defa kınıyoruz susanları, unutanları. Katledip üstünü örtenlerden hesap sorulmalı. Katil devlet hesap vermeli. Acımız dinmeyecek, öfkemiz sönmeyecek ve biz her gün, her fırsatta hesabını soracağız. Devlet eliyle işlenen bu cinayetler faili meçhul kalmayacak. Unutanlara, görmezden gelenlere, bu ölümlere sevinen insanlığını yiritmiş makinelere rağmen biz yitirdiklerimizi unutmayacağız. Avazımız çıktığı kadar, sesimiz hükümetin kulağında çınlayacak. Roboski unutulmayacak” dedi.“
Bu metin yazının en başında bahsedilen mağdur psikolojisine iyi bir örnek. Öğrencinin kelime seçimi ve cümleleri tamamen duygusal. Aynı şekilde metin yüzeyine kodlanan içeriksel tutarlılık, yani acı duyma, üzüntü, haksızlık, öfke, bütün bunların sürekliliğiyle ilgili serzeniş, meydan okuma, hesap sorma…vs. tetiklenen travmanın sonuçlarını ele veriyor. Yenilenen ikincil bir travmanın sözlü ifadeye yansıması olarak görülebilir.
“KATLİAMLAR DEVLET POLİTİKASIDIR
Kürt halkına yönelik katliamların bu hükümet zamanında başlamadığını, TC’nin kuruluşundan beri Kürt halkına yönelik bir sürü katliam yapıldığını söyleyen İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü 4. sınıf öğrencisi Dursun Ali Durur; yapılan katliamın ne ilk ne de son olduğunu, bu anlamda bu uygulamaların sadece hükümet politikaları değil aynı zamanda bir devlet politikası olduğunu söyledi. Türkiye tarihinin katliamlar tarihi olduğunu belirten Dursun Ali; “Roboski katliamı Kürt halkının yükselen mücadelesine karşı aynı zamanda Suriye Kürdistan’ında yapılan devrime karşı da bir katliamdır. Burada sadece Kürt halkının değil aynı zamanda bu katliam diğer bütün ezilen halklara yapılan bir katliamdır. Çünkü bir bakıma da insanlığa karşı yapılmış bir katliamdır. Sadece Kürt halkının baskısı değil aynı zamanda Türkiye işçi sınıfına, emekçilere, devrimci ve demokratlara yönelik bir katliam mesajıdır. Bu katliamların yaşanmaması için ancak sistemin sorgulanması, sisteme karşı alternatif bir çözüm için mücadele edilmesi lazım. Çünkü hem ulusal hem de sınıfsal anlamıyla bir savaşım varsa bu savaşın sonuçları da var. Egemenler iktidarda olduğu sürece bu tür katliamlar daha büyük katliamların habercisi anlamına geliyor.”
Burada mağdur tarafın faile karşı mücadelede kararlı olduğu, kendi mücadelesini politik duruşuyla içselleştirdiği, yenilenen ve süreklilik kazanan başka katliamlara da -belki bu yüzden- hazır olduğu sonucu çıkarılabilir. Kitlesel travmanın genel politik tespitlerle katlanılır hale geldiğine tanık oluyoruz. Travmanın sağlıklı çalışıldığı söylenebilir.
“TÜRKİYE TARİHİNDE KARA BİR LEKEDİR
ROBOSKİ katliamının Türkiye tarihine kara bir leke olarak geçtiğini söyleyen İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü 1. sınıf öğrencisi Salih Umari; “Kürtler yıllar boyunca baskı, imha ve inkâr politikalarıyla yok edilmeye çalışılmıştır. Ama hiçbir iktidar bunu başaramamıştır. Bu soykırım politikalarından biri olan Roboski Katliamında 34 Kürt katledilmişti. AKP hükümeti bu katliamın üstünü örtmeye çalışıyor. Ezilmişliğe karşı mücadele eden, başta Kürt halkı olmak üzere tüm halkların bu katliama sessiz kalmaması gerekir. Çünkü katliama sessiz kalmak, katliama ortak olmaktır. Bu nedenle sessiz kalmamak ve katliamın hesabını sormak tüm halkların görevidir.” dedi.vii“
İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü´nde okuyan öğrenci kavram kullanmadığı halde bir Kürt diasporasından bahsediyor, ve hemen ardından Kürt halkının yok edilemeyeceğini vurguluyor. Öğrenci yüzeysel, genellenmiş, duygusal ve öfkeli tespitlerinin hemen ardından, mağdur odaklı bir çağrıda bulunarak, diğer halkların da Kürt halkına destek olması gerektiğini dile getiriyor. Metin yüzeysel ve sıradan bir özellik taşıyor ve dolayısıyla etkileyici-inandırıcı değil.
Dördüncü Örnek:
Son olarak Ayhan Bilgen´in 24 Mayıs 2014´te Evrensel’de yayınlanan kısa makalesi de “Unutursak kalbimiz kurusun“ başlığını taşıyor ve aynı cümleyle başlayan makale, yukardaki örneklerden kısmen farklı olarak Roboski katliamından değil, Türkiye´nin değişik bölgelerinde, bir hafta – on gün gibi kısa bir sürede, farklı motiflerle uygulanan haksızlığa ve hukuksuzluğa değiniyor. Makalenin tam metni şu şekilde:
“Unutursak kalbimiz kurusun
Unutursak kalbimiz kurusun!
Neyi mi? Roboskî’yi, Soma’yı, Musa Çitil davasında verilen beraat kararını, cemevinin bahçesinde vurulan Uğur Kurt’u.´
Bir haftalık insan hakları bilançosunu bile sıralasak onlarca vaka sayabiliriz. Başbakan Erdoğan diktatör olmadığının göstergesini karşısına çıkılıp konuşulması üzerinden tarif ediyor.
Siyasetin içinde bulunduğu tıkanmayı analiz etmekten daha öncelikli gözüken sorumluluk toplumun duyarlılık sınırlarıdır.
Yaşanan büyük felaketleri bile kısa sürede unutan, üretilen yeni korkularla kolayca kontrol altında tutulan kamuoyu refleksleri siyasetin asıl gündemini oluşturmalıdır. Toplumu anlamak onunla iletişim kurabilmenin ilk adımıdır.
Barış analarının ya da Roboskî’li ailelerin, Soma’da yaşanan acıyı paylaşan ziyaret ve girişimlerde bulunması, birlikte özgür ve onurluca yaşama hukukunun inşasında son derece önemlidir. İnsani boyutu göz ardı edilecek bir barış sürecinin, yukarıdan geliştirilse bile toplumsal taban ve karşılık bulması, dolayısıyla kalıcı kazanıma dönüşmesi mümkün olmayacaktır.
Acıların öğrettikleri elbette tek başına yetmez, toplumsal bilincin demokratikleşmesine.
Belki unutulanlar, göz ardı edilenler, hatırlanan, paylaşılanlar kadar önemlidir.
Bu açıdan son olarak Çorum’da duruşması yapılan Musa Çitil davasında 13 kişinin katledilmesine rağmen verilen beraat kararı ne yazık ki gündemde hak ettiği ilgiyi görmedi. Yargılama süresince görevden uzaklaştırılmasına bile ihtiyaç duyulmayan Ankara Jandarma Komutanının, Derik’te yaptığı iddia edilen işler o dönemde o bölgede yaşayan herkes tarafından bilindiği halde mahkeme heyeti bilmemeyi, duymamayı, görmemeyi tercih etti.
Yapanın yanına kâr kaldığı bir ülkede kimse adaletten, hukuktan, barıştan söz edemez.
Ve Okmeydanı’da Soma için gösteri yapan gençlere polisin müdahalesi ve ardından yaşanan Uğur Kurt’un cemevi bahçesinde başından vurulması da, yeni bir acı olarak unutulmaması gerekenler listesinde yerini aldı.
Alevi kitlenin acılarını, öfkelerini anlama konusunda sadece gezi sırasında hayatını kaybeden isimlerin kimliğini doğru okumak bile çok şeyi anlatmaya yeter. Yeter ki unutursak kalbimizin kuruyacağının bilinci içinde hareket edelim.viii
Ayhan Bilgen´in devlet kurumlarına, özellikle yargıya eleştirel yaklaşırken, bir yandan da ne yapılması gerektiğine dair çözüm önerilerinde bulunduğunu farketmek mümkün. Ancak bu çözüm önerilerinin hakim olan devlet kurumlarına mı yoksa duyarlı kamuoyuna mı yapıldığı maalesef net olarak anlaşılmıyor. Yukarda tam metni verilen makalenin altı çizilen bölümündeyse, “yaşanan en büyük felaketleri bile unutan ve üretilen korkularla kolayca kontrol altında tutulan bir kamuoyu“´ndan bahsediliyor (kastedilen travma tekrarlandığı anda korkudan içine kapanan mağdurlar olmalı…). Bunun hemen ardından Barış Anneleri ve Roboskili Aileler’in Soma´daki ailelerle dayanışma çabasının olumlu bir gelişme olarak gösterilmesi, içeriksel sıralama bakımından çelişik bir metin kurgusuna yol açıyor. Çelişik metin kurgusu da makaledeki düşünce sistematiğini ve motivasyonu anlamayı güçleştiriyor. Bunun sebebi süreklileştirilen, tekrarlanan ve sağlıklı bir biçimde çalışıl(a)mayan kitlesel travmaların insan zihninde ve eyleminde tutukluk, çaresizlik yaratması olarak açıklanabilir. Yazıda her ne kadar kısmi rasyonel ifadelere rastlansa da, metin derin yapısındaki emosyonel yaklaşım yazının bütününü etkiliyor diyebiliriz. Çünkü çaresizliğe çözüm olarak, yaşananları unutmama ve unutturmama, peşine düşme, hesap sorma önerilirken, bunun nasıl gerçekleşeceğine dair somut bilgi verilmiyor.
Almanya´da travma çalışmalarıyla tanınan Axel Dubinski kendisiyle yapılan bir söyleşide bir sistemden kaynaklı travmanın aynı sistem içerisinde çalışılarak aşılamayacağı, sadece duyulan acının tekrarlanarak süreklilik göstereceğinin altını çiziyor. ix Meseleye böyle yaklaşıldığında, Ayhan Bilgen´in makalesinde sistem içerisinde kalıp sisteme karşı hareket etmek, orada “iyileşmek“ gibi bir mesaj olduğundan bahsedilebilir. Ama bunun da “iyileşmek“ yerine daha da kötüleşmeye yol açtığı/açacağı inkar edilmez bir gerçek.
Sonuç olarak; şiddet sarmalı içindeki fail-mağdur ilişkisi düşünüldüğünde, mağdur tarafında yer alan ve haber yapan gazetecilerin meseleye duygusal ve subjektif yaklaşması son derece doğal ve anlaşılır. Ancak bu duygusal ve subjektif olma hali haberin nesnel niteliğini düşürdüğünden, inandırıcılık etkisini de kaybedecektir. Yani haber mağdur tarafının dışında kalan kesimlerce yeterince dikkate alınmayabilir.
Özetleyecek olursak; Evrensel gazetesinde yayınlanan yukardaki dört örnek metin üzerinden, sadece bir nevi slogana dönüşen “Unutursak kalbimiz kurusun” ifadesinin nerede ve hangi şekilde kullanıldığıyla ilgili bir gözlemde bulunduk. Burada Erdal İmrek´in haberciliğini -nesnel bakış açısından dolayı, muhalif gazeteciliğe iyi bir örnek olarak gösterebiliriz.
Soné Gülyan
Köln, 05.08.2024