“Teknolojik komünizm, insanlığın geleceği için bir çözüm olabilir mi?”
“Şimdilik elimizde yalnızca bir dünya var. Başka bir yerden destek bekleme lüksümüz olmadığı gibi, bu dünyayı terk etmek bir çözüm değildir.”
Yeni yılın ilk yazısı, benim “ütopyam” üzerine düşüncelerim olsun istedim. “Umut” yazısından sonra bu satırları yazmak bana iyi geldi; umarım okuyanlar için de “naif” ama anlamlı bir iz bırakır.
Bugün, eşitsizlikler, çevresel yıkım ve toplumsal çatışmalar arasında, teknolojinin bu sorunlara nasıl yanıt verebileceği sorusu her zamankinden daha önemli hale geliyor. Bu noktada, 1960’larda “Uzay Yolu” adıyla başlayan ve sonrasında “Star Trek” olarak devam eden bilimkurgu dizisi, yalnızca bir hikaye değil, aynı zamanda bir ilham kaynağı olarak karşımıza çıkıyor.
Star Trek, insanlığın geleceği için hem teknolojik hem de etik açıdan derin bir sorgulama alanı yaratıyor. Gene Roddenberry’nin yarattığı bu evren, sosyal eşitlik ve teknolojinin insanlığın hizmetinde olduğu bir ütopyayı tasvir ederek, Marx’ın komünist idealleriyle güçlü bir paralellik kuruyor. Roddenberry’nin evrenine uygun geliştirilen senaryolar sınıfsız bir toplum hayalini, teknolojinin sunduğu olanaklarla gerçekleştirme çabasını merkezine alıyor.
Örneğin, “Star Trek: The Next Generation” dizisinde Kaptan Jean-Luc Picard’ın şu sözleri unutulmazdır: “Topluluğumuz artık paraya dayanmaz; insanlar kendilerini geliştirmek için çalışır.” Bu ifade, Star Trek evrenindeki materyal eşitsizliklerin ortadan kaldırıldığını ve insanlığın daha yüksek ideallere yöneldiğini açıkça gösterir. Bu vizyon, Marx’ın tarihsel materyalizminden esinlenmiş olsa da, teknolojik yeniliklerin temel bir itici güç olduğu farklı bir gelecek tahayyülü sunar.
Star Trek’ten Dersler
Her bölümünü büyük bir merak ve hayranlıkla izlediğim Star Trek, yalnızca bir bilimkurgu dizisi değil, aynı zamanda insanlık için bir yol haritasıdır. Bu evrenin temel mesajı şudur: İnsanlık, teknoloji aracılığıyla sınırsız potansiyele ulaşabilir; ancak bu potansiyelin gerçekleşmesi için etik değerler ve toplumsal bir vizyon şarttır.
Star Trek’in öğretilerinden alınması gereken dersler bana göre şöyle özetlenebilir:
Teknoloji, kıtlık ekonomisinin sınırlarını aşabilir. Ancak bu, teknolojinin kâr maksimizasyonu yerine, insanlığın ortak refahına yönlendirilmesiyle mümkündür. Replikatör gibi hayali cihazlar, bugünün dünyasında enerji, sağlık ve eğitim gibi alanlarda devrim yaratabilecek teknolojilere ilham vermelidir.
Star Trek, sınıfsız ve eşitlikçi bir toplumun ancak kolektif çabayla mümkün olabileceğini gösterir. Bu, bireylerin çıkarlarını toplumsal refaha bağlayan bir değer sisteminin geliştirilmesi ile mümkün olabilir.
Bilgi, güçtür; ancak bu güç, yalnızca paylaşıldığında toplumsal ilerlemeye hizmet eden çok önemli bir araçtır. Star Trek’in Federasyonu, bilgi paylaşımının bireysel ve toplumsal gelişimi nasıl güçlendirebileceğine dair eşsiz bir örnek sunar.
Teknoloji, yönetişim modellerini de dönüştürmelidir. Şeffaflık, hesap verebilirlik ve demokratik katılım, teknolojik ütopyanın olmazsa olmaz temel taşlarıdır.
Star Trek evreni, yalnızca hayal gücümüzü değil, aynı zamanda geleceğimizi şekillendirme kapasitemizi de genişleten bir penceredir. Bu dersleri sadece bilimkurgu eserlerinde değil, gerçek hayatta da uygulamak bizim elimizde. Teknolojinin vaat ettiği geleceği gerçekleştirmek için şimdi, geç kalınmadan harekete geçmek gerekiyor.
Büyük Eşitleyici Olarak Teknoloji
Star Trek evreni, Marx’ın komünist idealleriyle birebir örtüşen bir ütopya değildir, ancak onun birçok temel ilkesini yansıtan bir toplum modeli sunar. Bolluk ekonomisi, sınıfsız bir yapı ve toplumsal refah odaklı bir düzen, Marx’ın felsefesine doğrudan göndermeler içerir. Ancak Star Trek’in bu sistemi, Marx’ın tarihsel materyalizmin den bir adım öteye geçer, çünkü temelinde teknolojik yeniliklerin dönüştürücü gücü vardır.
Dizideki replikatör, teknolojinin büyük bir eşitleyici rol oynayabileceğinin güçlü bir simgesidir. Herhangi bir maddenin atomik düzeyde yeniden düzenlenmesiyle yiyecek, giyecek ve hatta karmaşık araçlar yaratabilen bu cihaz, kıtlık sorununu tamamen ortadan kaldırır. Bu tür bir teknoloji, insanlığın tarih boyunca eşitsizliklere yol açan kaynak erişimindeki dengesizlikleri çözüme kavuşturabilir. Ancak Star Trek’in sunduğu bu tür bir teknolojik ilerleme yalnızca teknik yeniliklerle sınırlı kalmaz; toplumsal değerlerin ve ekonomik sistemlerin dönüşümüyle desteklenir.
Bugün dünyamızda teknoloji, büyük ölçüde kâr maksimizasyonu amacıyla kullanılıyor ve genellikle bir avuç elitin kontrolündedir. Teknoloji gerçekten büyük bir eşitleyici rol oynayacaksa, bunun için toplumsal sistemlerde köklü değişikliklere ihtiyaç vardır: Bu konulara kafa yoran bir birey olarak düşüncelerimi kabaca özetlemek isterim.
Öncelikle mülkiyet kavramın yeniden tanımlamalıyız.
Temel kaynaklar ve teknolojiler, özel mülkiyetin ötesine geçerek kolektif bir yönetim anlayışına devredilmelidir. Tarih boyunca insanlığın büyük buluşları, toplumsal faydayı ön planda tutan zihinler tarafından ortaya konmuştur. Örneğin, antibiyotiklerin temelini atan penisilinin veya çiçek aşısının keşfi, “fikri mülkiyet” motivasyonu yerine insan sağlığını iyileştirme amacıyla yapılmıştır. Bu iki önemli keşif ve daha nicelerinin temel motivasyonu klasik anlamda “fikri mülkiyet” amaçlı değildir. Bilgi ve yenilikler, bireysel çıkarlar yerine insanlığın ortak faydası için yönlendirilmelidir.
İkinci olarak mevcut devlet paradigmasının kökten değişimine ihtiyacımız vardır.
Teknolojik gelişmelerin adil bir şekilde yönetimi ve dağıtımı için demokratik ve şeffaf sistemlere ihtiyacımız olduğu aşikardır.
Günümüzün mevcut yönetim sistemleri,-parlamenter, başkanlık ya da her ne olursa olsun- güvenlik gerekçesiyle özgürlükleri sınırlamakta ve toplumsal/bireysel eşitlik hedefleriyle çelişmektedir. Bu bağlamda, kamu otoriteleri, üniversiteler ve düşünce kuruluşları gibi aktörlerin, ortak akıl çerçevesinde bir araya gelerek daha katılımcı bir yönetişim modeli oluşturması gereklidir.
Bunlarla birlikte “etik inovasyonların” teşvik edileceği bir sistem zorunludur. Teknolojik gelişmeler yalnızca teknik başarılar değil, aynı zamanda insanlık değerleriyle uyumlu bir vizyonla ilerlemelidir. Daha önce yazdığım bir yazımda irdelemeye çalıştığım Slavoj Žižek’in önerdiği “teknokratik sosyalizm” modeli, bu vizyonun temellerinden birisi olmaya en yakın adaydır ve yeteri kadar tartışılmamaktadır. Žižek’e göre, gelişim geriye döndürülemeyeceğine göre teknoloji, toplumun ahlaki ve kültürel yapısını dönüştüren bir katalizör olabilir. Bu perspektif nedeniyle Teknoloji elitleri, vizyonlarını bireysel kazançtan çok insanlığın kolektif faydasına yönlendirmelidirler.
Teknolojik projelerde halkın katılımı sağlanmalı, geliştirmeyle ilgili karar alma süreçleri şeffaf ve adil bir şekilde yönetilmelidir. Ayrıca, teknolojinin çevresel, sosyal ve etik boyutları her adımda göz önünde bulundurulmalıdır.
Bu çerçevede Blok Zinciri teknolojisinin benzersiz yanı ve felsefi derinliği toplumsal hayatın her alanına adapte edilerek uygulanmalıdır.
Hannah Arendt’in teknoloji ve insan ilişkisi üzerine düşünceleri de bu bağlamda dikkate değerdir. Arendt, teknolojinin yalnızca bir kolaylaştırıcı değil, aynı zamanda insanlığın varoluşsal sorumluluklarını yeniden tanımlayan bir güç olduğunu söyler. Ona göre, teknoloji, bireylerin özgürlüklerini ve insanlık onurunu korumak için kullanılmalıdır.
Star Trek evreninin verdiği en önemli derslerden biri de budur: Teknoloji, insanlığın yalnızca teknik problemlerini çözmekle kalmaz; aynı zamanda etik, kültürel ve sosyal yapıları dönüştürmek için bir araçtır. Ancak bu dönüşüm, bireylerin ve toplumların teknolojiye olan yaklaşımını yeniden tanımlamalarını da gerektirir.
Bu bağlamda, etik inovasyon ve toplumsal değerlerin teknolojiyle uyumlu hale getirilmesi, daha adil ve sürdürülebilir bir geleceğin kapılarını aralayabilir. İnsanlık, teknolojinin sunduğu potansiyeli yalnızca doğru değerlere sahip çıkarak hayata geçirebilir.
Teknolojik ilerlemenin toplumsal eşitlik ve refahı artırması, yalnızca teknolojinin kendisine değil, aynı zamanda bu teknolojiyi geliştiren ve yöneten elitlerin vizyonuna bağlıdır. Bugünkü teknoloji elitlerin vizyonu genellikle kâr odaklı bir veri işleme ve işlenmiş veriden kazanç modeline dayanıyor. Ancak bu vizyonun, toplumsal refaha katkıda bulunacak şekilde yeniden yönlendirilmesi, hem toplum hem de bu elitlerin uzun vadeli çıkarları için hayati öneme sahiptir. Ne yazık ki bu basit gerçeğin, çoğu zaman teknoloji elitlerince de göz ardı edilmesi bana göre çok “ironiktir.” Burada sözünü ettiğim vizyon dönüşümüne yaptığı düşünsel/akademik katkılar çok önemlidir ki Nobel Ödül komitesi Ekonomi dalında Nobel ödülünü üç önemli bilim insanına verdi.
Elitlerin kontrolündeki teknoloji araçları ve sosyal medya platformları, yalnızca bireysel kazanç için değil, toplumsal bir uyanışı teşvik etmek için de kullanılabilir. İklim krizi, kitlesel göçler ve dünya ekosisteminin yok oluşu gibi sorunlar, yalnızca toplumun değil, elitlerin de karşı karşıya kaldığı ciddi tehditlerdir. Bu gerçeklik, elitlerin ellerindeki kaynakları ve teknolojiyi nasıl yönlendirecekleri konusunda köklü bir değişimin ateşleyici unsurlarıdır. Nihayetinde, dünyamızın çöküşü, hiçbir “sığınak” ya da” Mars kolonisinin” çözemeyeceği kadar büyük bir kriz yaratacaktır.
Toplumsal refahın artırılması ve adil paylaşımın teşvik edilmesi, mevcut ekonomik düzenin çarklarını daha verimli hale getirebilir. Örneğin, veriden para kazanma modelinin toplumsal faydaya yönlendirilmesi, hem ekonomik büyümeyi verimlilik anlamında da sürdürülebilir hale getirecek hem de toplumsal eşitsizlikleri azaltacaktır. Bu yaklaşım, teknoloji elitlerinin kısa vadeli kazançlarından ödün vermeden daha geniş bir fayda sağlamalarına olanak tanır.
Mars’a koloni kurmak veya elitler için özel sığınaklar inşa etmek bir çözüm değildir. Teknoloji elitleri, ellerindeki gücü ve kaynakları, daha sürdürülebilir, eşitlikçi ve refah dolu bir dünya yaratmak için kullanmalıdır. Bu sadece insanlığın değil, onların da uzun vadeli çıkarlarını koruyacaktır.
Sonuç: Potansiyelin Bir Paradoksu
Geleceğin teknolojik ütopyası, yalnızca teknik ilerlemeyle değil, aynı zamanda etik, politik ve toplumsal dönüşümlerle mümkün olabileceğinden söz ettik. Şu anda elimizde yalnızca bir “dünya” var. Başka bir yerden destek bekleme lüksümüz olmadığı gibi, bu dünyayı terk etmek de bir çözüm değildir.
Günümüzün “ zeka” konusunda en çok düşünen insanı kabul edilen Sam Altman’ın “zekanın yalnızca insana özgü olmadığı gerçeğini keşfettik” açıklaması, insanlık için yeni bir bakış açısı sunuyor.
Zeka, doğanın bir özelliği olarak, yapay sistemlerde de ortaya çıkabiliyor artık. Ancak bu gerçek, insanlığın kendi zekasını kullanarak etik ve sürdürülebilir çözümler üretme sorumluluğunu ortadan kaldırmıyor; aksine, bu sorumluluğu daha da derinleştiriyor.
Ayrıca Ülkemizden dünya çapında önemli bir bilim insanı olan Prof. Dr. Türker Kılıç’ın içinde bulunduğu uluslararası bilim insanları ile gerçekleştirdikleri “zeka” üzerine yapılan çalışmalarının anlattıkları da Sam Altman’ı destekler nitelikte ve ufuk açıcıdır.
Zekanın artık “doğanın bir özelliği olarak tanımlanması,” teknolojik yeniliklerin etik bir vizyonla insanlık yararına yönlendirilmesi gerektiğini/zorunluluğunu vurgulaması açısından çok önemli bir argümandır ve insanlık için bir dönüm noktasıdır.
Mars’ı kolonileştirme projeleri, bir ütopyadan çok bir kaçış planı gibi görünüyor. Elon Musk gibi vizyonerler için bile, Mars, yaşanabilir bir dünya yaratma kapasitesine sahip değil. Mars gezegenini kolonileştirmek hedefi yerine mevcut kaynaklarımız ve çabalarımız, Dünya’yı iyileştirmek için kullanılmalıdır.
Sonuç olarak, teknoloji elitleri, ellerindeki gücü yalnızca bireysel kazanç için değil, toplumsal fayda için de kullanmalıdır. Daha eşitlikçi ve sürdürülebilir bir dünya yaratma çabası, uzun vadede sadece toplumun değil, onların da yararına olacaktır. Dünya yok olursa, hiçbir sığınak veya koloni kurtuluş sağlamayacaktır.
Nietzsche’den Brecht’e İnsanlık Çağrısı
Nietzsche’nin ünlü aforizmalarından birinde dediği gibi: “Canavarlarla savaşırken kendin de bir canavara dönüşmemeye dikkat et, çünkü uçuruma uzun süre baktığında, uçurum da sana bakar.” Bertolt Brecht’in “Bizden Sonra Doğanlar” şiirindeki* şu dizeler de bu çağrıyı destekler niteliktedir:
Haksızlığa duyulan öfke bile
Haşinleştirir sesi. Ah biz
Biz ki nezaketin temellerini atmak istemiştik.
Nazik olamadık kendimiz.
İnsanlık, hem kendi zekasını hem de yarattığı yapay zekayı, küresel krizlere çözüm bulmak ve toplumsal refahı artırmak için kullanmak zorundadır. Star Trek evreninin öğrettiği gibi, teknoloji yalnızca bir araçtır; onun nasıl kullanıldığı, geleceğimizi belirleyecek olan esas unsurdur. İnsanlığın elinde, teknolojiyi eşitlik ve sürdürülebilirlik için kullanma potansiyeli var. Bu potansiyeli gerçekleştirmek, bizim elimizde.
Yeni yılın başlangıcında, Star Trek evreninin ütopyasından ilham alarak, insanlığa bir çağrı yapmak istiyorum: Teknoloji, etik ve toplumsal değerlerle uyumlu bir şekilde yönlendirildiğinde, yalnızca bilimkurgunun değil, gerçek dünyanın da daha iyi bir yer haline gelmesini sağlayabilir. Sağlık ve mutluluk dolu bir yıl dileğiyle.
* Bertolt Brecht, Poems, 1913-1956 (Londra: Routletge.1979)