AKP dururken CHP’yi eleştirmek doğru olmaz denebilir. Ancak CHP’nin siyasi rolünün demokratik muhalefet odaklarının moralini bozmakta olduğunun altını çizmeden geçemeyiz. Solun, sosyalist solun liberal ve ulusalcı (tersinden liberal) eğilimlerine karşı duyarlı olmak gerekiyor. Hele de yetmez ama evet vakıasından sonra…
Ne yaman çelişki…
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, demokratım diyen herkesi öfkelendiren bir açıklama daha yaptı. Açıklama bu kez Afrin operasyonu üzerineydi. Beyfendi “Kahraman ordumuza güvenimiz tam, operasyona da desteğimiz tam” dedi. Yeniden ‘milli ve yerli’ cephede yerini aldı.
Demokrat, sosyal demokrat bir siyasetin değil de, ezen devletin milliyetçi siyasetinin gereğini yaptı. Oysa çok değil, birkaç gün önce Erdoğan’a ‘savaşa, kefen giyen tosuncuklarını gönder’ diyordu.
Rol model yanlış…
CHP’de durum buyken onun solunda durum nedir?
Yaygın ve egemen olan sol/sosyalist siyaset, özetle anti AKP’ciliktir. Bu politika tarzı ister istemez CHP’ciliğe çıkıyor.
Daha soldan söyleyelim: Faşizm kavramını yerli yersiz kullanan sosyalist yapılarımız, bunun bir politik sonucu olarak yersiz biçimde CHP ile yakınlaşmaya varıyorlar.
Yeni bir durum mu? Hayır. Son olarak 16 Nisan referandumu ve ardından Adalet Yürüyüşü vesilesiyle sosyalist kamuoyunda AKP karşıtlığının, CHP’nin siyasal olarak desteklenmesine nasıl dönüştüğünü hep beraber gördük. Kılıçdaroğlu ile fotoğraf çektirmeyen pek az sosyalist parti yöneticisi kaldı.
Geçtiğimiz hafta CHP İstanbul İl Başkanlığına seçilen Canan Kaftancıoğlu’na kendinden bağımsız roller biçenler, Tayyip Erdoğan’ın bizzat saldırısına uğramış olmasını da vesile edilerek CHP değirmenine su taşıyan yazılar yazıp çizdiler.
Kılıçdaroğlu’nun Afrin açıklamasından sonra, çiçeği burnunda il başkanından Afrin ile ilgili demoratik bir açıklama beklemeyin. Bizden söylemesi, yanılırsınız.
Özetle CHP’nin solda yeniden popüler olmasında sosyalist solun anti’ci siyaset tarzı ve fıtratındaki ulusalcı damar etkili oluyor. Bu ise, CHP’nin kitleler üzerinde yaratacağı moral bozucu etkiyi artıran bir faktöre dönüşüyor.
Tersinden liberalizm
Siyasi tarihimizde “yetmez ama evet”çilik diye bir olgu var. Sol liberalizmin tepe noktası sayılır ve AKP’ye destek verdiler.
Bugün de ulusalcı solculuğu, ‘tersinden liberalizm’i yaşıyoruz. Vatan Partisi ve Doğu Perinçek bunun en tipik örneğidir. AKP’ye açıktan destek veriyor.
Reel politikerliğin dip noktası dolaylı veya doğrudan ulusalcılıktır ve AKP’ye desteğe dönüşüyor. OHAL koşullarında Yenikapı Ruhu veya bugünkü savaşın desteklenmesi, AKP’nin desteklenmesidir.
Haksızlık etmeyelim: CHP tabanı ulusalcıdır, solcudur. Ana muhalefet partisi olması, Alevilerin büyük kesiminin CHP’yi desteklemesi, solcu sendikacıların pek çoğu, seküler yaşam savucularının ve kadınların CHP’de politika yaptığı gözardı edilemez. Hatta CHP içinde farklı kanatlar, sol eğilimler de olabilir.
Ancak ana eğilim hangi siyaseti güdüyor?
“Faşizm” koşullarında CHP’ye yetmez ama evet demeli miyiz?
Tarihte anti’cilik ve bir ders
Faşizmi bizzat yaşamış, onu gözlemlemiş ve büyük sermayeyle bağını açığa çıkartmış bir komünist olarak Daniel Guerin, faşizmin analizi konusunda hala başvuru kaynağı olarak kabul edilen ünlü Faşizm ve Büyük Sermaye kitabının girişinde bize bir uyarıda bulunur: “‘Anti’ diye başlayan formüllerden kendimizi sakınalım. Çünkü bunlar sadece ve sadece birşeye karşı olmaktan ibaret, dolayısıyla da yetersiz kalıyorlar. Oysa bir ilkeyi –faşizmden söz ediliyor- yenmenin tek yolu vardır, bir başka ve ondan daha üstün bir ilke ile ona karşı çıkmak.”
Guerin, “antifaşist mücadele ancak burjuva demokrasisinin kuyruğunda sürüklenmekten kurtulduğu zaman zafer kazanacaktır” diye eklemektedir.
Bağımsız bir siyasal hat için…
Solun tabansızlığı apaçık. Bunu gidermek üzere kendi dışındaki kuvvetlere yanaşıyor, görüşlerini sulandırıyor. Bazen CHP’nin Adalet Yürüyüşü’nü överek bitiremiyor, bazen Zarrab davası üzerinden ABD’nin Erdoğan’a müdahalesini umuyor, bazen de AKP iç çatlaklarından iz sürüp Abdullah Gül’e göz kırpmaya kadar işi vardırabiliyor.
Sosyalist solun bir diğer bölüğü ise, bunu daha soldan yapıyor, mücadeleyi Kürt özgürlük hareketine havale ediyor. Her iki tutum da bağımsız bir sosyalist siyaset izlemeyi engelleyen tutumdur.
Sosyalist solun bağımsız bir siyasal çizgisi, kitle mücadele programı ve örgütü, en önemlisi de bütün bu mücadeleleri koordine edecek önderliği, devrimci partisi bırakalım fiilen olmayışını, fikren ve siyaseten neredeyse uçup gitmiştir.
… ne yapmalı?
Devrimci fikirlerinin bir kısmını terk ederek daha kalabalık olup, kestirme yoldan devrimci partiyi inşa edebileceğimiz sanmak yanlıştır. Örneği de yok. Bunu yapanlar aslında devrimci sosyalist mücadele hedefinden vazgeçtiklerini gizlemeye çalışıyorlar.
Öte yandan kendisini siyasi analizlerle, propagandayla sınırlayarak gelecek devrimci durumu ve işçi sınıfının bir gün harekete geçmesini beklemek de fikirlerimizin ciddiyetiyle bağdaşmıyor.
Öyleyse ne yapmalı? Küçük bir grup, meclis, komite, örgüt veya parti iddiasında olmanızın bu durumda bir önemi yok. Önemli olan her düzeydeki kişi ve yapının faaliyetini tabana oturtması gereğidir. Faaliyetlerimizi işçi ve emekçilerin zemininde yürütüp yürütmediğimiz belirleyicidir. Kuşkusuz bu faaliyetin sendikacılıktan farklı olarak, devrimci sosyalist bir partinin inşasını hedeflemiş olması gerekli. Tarihsel devrimlerin deneyimi bize bunu tavsiye ediyor.
Sonuç olarak ne fikirlerimizi sulandırıp kestirme yollar aramak için zaman kaybedelim (neredeyse 1980’den bu yana bu tutum egemen) ne de devrimci bir ortam oluşana kadar yazıp çizmekle, propagandayla kendimizi sınırlayalım (son 10 yıldır giderek hakim olan tutum budur).
İşçi sınıfı zemininde, ortak bir program etrafında tabii ki gücümüzle sınırlı olan sürekli bir faaliyetin içinde olmak üzere, pratik adımlar atalım, atılan adımları buluşturalım. Çünkü AKP’den, savaştan, faşizm belasından kurtulmanın ve sömürüsüz, baskısız bir dünya kurmanın denenmiş ve başarılı olmuş başka bir yolu yok!