24 Haziran erken genel ve başkanlık seçimlerinin ilk sonuçlarını öğrenmemize yaklaşık 48 saat var. CHP ve HDP adaylarının solda ve toplumda yarattığı umut ve iyimser hava çok açık. Muhalefetin sağdan gelen bölükleri, Saadet ve İYİ Parti’nin de kendi mahallelerinde konsolide ettiği bir oy ve kamuoyu olduğu izleniyor.
Bu durumda AKP-MHP/ (BBP) ittifakının seçimlerin ilk turunda meclis çoğunluğunu ve adaylarının ise, yüzde 50 oy çitasını geçmesi beklenmiyor. Miting meydanları da bu izlenimi güçlendirmektedir. Bazı araştırma şirketlerinin verileri de.
Ancak yine de bazı kayıtlar düşmemiz gerekiyor:
Birincisi, kararsız seçmen kitlesinin boyutu ve bunların yönünün ne yana olacağı,
İkincisi, muhafazakar Kürt seçmenin tutumunda değişim olup olmayacağı,
Üçüncüsü, muhalefetin miting alanlarındaki etkisinin yerelde, birebir çalışmada ortaya çıkmamasının sonuçlara etkisinin ne olacağı gibi belli başlı alanlarda soru işaretleri de yok değil.
Bir başka önemli nokta ise, başkanlık oylaması sonucunun 16 Nisan referandumunda olduğu gibi, kıl payı muhalefetin lehineyken Anadolu Ajansı ve YSK eliyle aleyhe çevrilme ihtimalidir. Bu durumda muhalefet partilerinin direnme gücü, halka gitme iradesi ortaya çıkacak mı, esas önemlisi de bu.
İktidarın beklediği sayısal sonuç çıkmazsa, 25 Haziran’dan sonraki 2 haftalık dönemin neler getireceğini kestirmek bir hayli zor.
Devlet ve AKP birliğinin kurulmuş olması sebebiyle, ‘devlet elden gidiyor’ edebiyatına sarılarak, her yolu denemek isteyeceklerdir. Seçim sonuçlarına ‘darbe’ muamelesi yapılacaktır. Yenilenmesi, tekrar sayılması gibi seçenekler ortaya çıkabilir. Oy toplama merkezlerinde yangınlar çıkabilir.
Sahte haberler, provakasyonlar, kolluk güçlerinin operasyonları ilk akla gelenler olur. Nitekim Suruç’ta AKP’lilerin polisin gözü önünde işledikleri cinayetler, Saadet, CHP, İYİ Parti ve esas olarak HDP seçim standlarına saldırılar, Ankara’da sahte muhalefet partilerine ait bildirilerin dağıtımı fiilen yaşandı.
Demek ki bu seçim sadece sandığa gidilmesi, sandık güvenliği ve HDP’nin barajı geçmesiyle kazanılacak tipte bir seçim olmayacak. Siyasi olarak kaybedenler ellerindeki imkanları, maddi gücü, parayı ve yaşantıyı da kaybedecek. Yeni yargılamalar karşımıza çıkacak.
Konu toplumsal mücadele olunca bu mücadelenin demokratik yanını ‘terörize’ edilmesini önlemenin önemi üzerinde durmalıyız. Sadece HDP ve devrimcilerin katılacağı bir alan savunması kolayca terörize edilecektir. Burada da toplumun algısında değişme olduğunu görüyoruz. CHP ve Saadet Partisi tabanında ve yönetiminde HDP’nin düşmanlaştırılmaması, terörize edilmesi görece zayıfladı. Tüm bunlar sokakta birlikte mücadele etme dinamiklerini artırıyor.
Eğer seçimin ilk turunda sonuçlar muhalefetin lehine çıkarsa, 25 Haziran-8 Temmuz arasındaki iki haftayı belirleyecek olan toplumun iktidar üzerindeki baskısı olacaktır. Çünkü bu baskı, ikinci turda muhalefetin sağ partilerinin tabanlarından AKP’ye geçişi de azaltacak tek güvencedir. Neticede bunlar burjuva politikacısı ve Tayyip Erdoğan’ın cazip teklifleriyle karşı karşıya kalındığında, sağ muhalefet partilerinin tabanının kaymasını önlemek sadece toplumsal olarak mümkün olabilir.
Eğer seçim sonuçlarına devlet/AKP müdahalesi olduğu ortaya çıkarsa, buna dur diyecek hiçbir kamu kurumu bulunmuyor. Sokak tek seçenek kalıyor. Muhalefet partileri bunun öncülüğünü yapabilirse, bu onların hanesine olumlu yazılır aksi halde yeni bir Gezi İsyanıyla karşı karşıya kalacağız demektir ki, bu çok daha kanlı müdahalelere açık bir toplumsal hareket olabilir.
Olağanüstü hal koşullarında olağan siyasal gelişmeler beklenemez. Üstelik 16 yıllık AKP iktidarının kanlı icraatları ortadayken.
Ancak hem devrimci hareket hem de CHP ve HDP yönetiminde toplumsal mücadele şartlarına dair görünür bir hazırlık yok. Seçimlerle sınırladılar kendilerini ve devrimci gruplar da bu kervana dahil oldu.
Bu şuna benziyor: Toplu sözleşme sürecinin tıkanması durumunda grev kaçınılmaz olur. Eğer sendika grev önlüklerini, grev eğitimlerini, grev komitelerini, pankartları hazırlamıyorsa bilin ki, greve çıkmayacaklar demektir. Grev kararı alsalar da hükümetin erteleneceğinden emindirler, mücadele etmeyeceklerinden de işçiler emindir.
Şimdi bu seçimlerde uyuşmazlık olursa ve biz grev hakkımızı kullanmak istersek buna bir hazırlık var mıdır? Esas soru budur. Greve hazırlık yoksa, bu sendikacılar (siz bunu partiler olarak anlayın) greve çıkmayacak demektir.
Ya işçiler, halk kitleleri grevden bahsedip greve çıkmayacak olanlara, mücadele etmeyecekleri hazırlık yapmamalarından belli olan muhalefetin partilerine boyun eğmek zorunda mıdır? Hayır! Tarih, tüm devrimci değişimleri ve çoğu zaman en reformcu olanlarını bile mevcut kurulu düzenin parti ve sendikaları eliyle değil, kitlelerin aşağıdan hareketiyle mümkün olduğuna tanıktır.
Öyleyse seçimlerle yeterince oyalandık. Şimdi seçim sathından toplumsal mücadele alanına hızla geçişin araçlarını, yani işçi sınıfının ve halk kesimlerinin özörgütlerini ve devrimci liderliğini inşa etmek üzere çalışmanın zamanı.
Seçim sonuçlarına çok da bel bağlamadan, hani şu hep ertelediğimiz işler var ya, işte onları yapma zamanı. Üstelik bu, seçimlerin sonuçları iktidar lehine çıkması halinde de mutlaka gerekli olan hazırlığın ta kendisidir.