“İnsanların duygularını etkileyen, düşündüren ve onları başka dünyalara götüren bir film yapmak, benim için oldukça tatmin edici bir deneyim”
Uzun yıllardır sinema sektörüne insan kaynağı yetiştiren ülkemizin alanında öncü üniversitelerinden Dokuz Eylül Üniversitesi’nin Film Yönetmenliği ve Tasarımı bölümünde sinema aşığı bir akademisyen Doç. Dr. Ragıp Taranç ile online bir söyleşi gerçekleştirdik.
Ben çok faydalandım, bu alana ilgi duyan gençlerin de faydalanacağını düşündüğüm bir söyleşi oldu. Ragıp Taranç, akademisyenliğinin yanısıra araştırmaları ve yayınları ile sektöre katkı sağlarken belgesel ve kısa film üretimine de devam ediyor.
Deyim yerindeyse sinema, hayatınız. Aynı üniversitenin sinema bölümde lisans, lisansüstü ve sonrası eğitimlerle akademik kariyeriniz oluşmuş. DEÜ Film Yönetmenliği ve Tasarımı bölümünde hocasınız. Akademik kişiliğiniz yanında belgeseller, kısa filmler üretiyorsunuz. Akademik makaleler, araştırmalar yayınlıyorsunuz. Bana göre bunlar nadir özellikler. Kısaca kendinizi tek cümle ile tanımlamanızı istesem ne söylerdiniz?
Tutkularının peşinde koşan gözükara bir şövalye.
Sinemaya yönelik tercihiniz çok bilinçli gözüküyor; çocukluktan başlayan bir süreç mi, merak ediyorum.
Evet. Çocukluğumun Karşıyaka’sında onlarca yazlık sinema vardı. Hemen hemen her gece annem ve babamla bir sinemaya giderdik. Birçok kült filmi izleme şansım öyle olmuştu. Bir de dayım Nevzat Dirik ile komedi filmlerine gitmek büyük keyifti. Kahkahalarının kışlık sinema salonlarını çınlatması çocukluk müziğimdi. O, gerçek bir sinefildi. Photoplay, Hollywood Review gibi dergilere aboneydi. Oyuncuların tüm ilişkilerini ve özelliklerini ajans menajeri gibi bilirdi. Bizsiz gittiği filmleri anlattığında, görmüş kadar olurduk. Tutkular böyle oluştu.
Bir taraftan akademik süreçler, diğer taraftan üretiminiz… Sinema alanındaki bu istikrarlı çabanızın motivasyonu nedir?
Akademik süreçler, sinema alanında yeni bilgiler edinmeye ve keşfetmeye olanak tanır. Bu istikrarlı çabanın motivasyonu, bir yandan akademik araştırma ve öğrenme sürecinden aldığım keyif ve merak duygusuyla besleniyor. Sinema, benim için sadece bir sanat formu değil, aynı zamanda insan deneyimini anlama ve ifade etme biçimidir. Film, kültür, tarih, psikoloji ve sosyoloji gibi birçok farklı alanın kesişim noktasında bulunuyor ve bu benim için sonsuz bir keşif alanı sunuyor. Diğer taraftan, üretimlerimle de bu alandaki bilgi birikimimi ve anlayışımı pratikte uygulama fırsatı buluyorum. Üretimlerim, sinema alanında yaratıcı bir ifade aracı olarak hizmet eder. İnsanların duygularını etkileyen, düşündüren ve onları başka dünyalara götüren bir film yapmak, benim için oldukça tatmin edici bir deneyim. Film yapmak, iç dünyamı ve dış dünyayı ifade etme ve izleyicilerle paylaşma şansı verir.
İzleyicilerin filmlerim aracılığıyla bir şeyler hissetmelerini, düşünmelerini ve belki de hayatlarında ufak bir değişiklik yapmalarını sağlamak, bu işe olan motivasyonumu arttırıyor. Sonuç olarak, hem akademik süreçlerle beslenen bir bilgi açlığı hem de yaratıcı üretimlerle ifade etme arzusu, sinema alanındaki istikrarlı çabamın temel motivasyonunu oluşturuyor.
Aslında sinema eğitimimizde bize yön veren rahmetli Bilgin Adalı, rahmetli Oktay Kutluğ ve Faruk Kalkan’ın katkıları çok olmuştur. Faruk Kalkan biz üçüncü sınıftayken TRT İzmir Televizyonu yapımcılığında “Dost Eller” adlı bir televizyon dizisinin yönetmenliğini yaptı. Dizi, Kıbrıs Barış Harekâtını anlatıyordu. Çıkarmayı birebir Foça’daki Amfibi Birliği ile gerçekleştirmişti. Hocamız ekibini öğrencilerden kurmayı tercih etti ve bizler için büyük şanstı. Ben prodüksiyon amirliği yaptım ve çok şey öğrendim. Oyuncuların çoğunluğunu da Fakültemiz tiyatro oyunculuk bölümünden seçmişti. İzmir televizyonu ekibi Mehmet Kaya, Ersin, Kazım Atakan, Sefa Acar ve Taner Salman’ın katkıları çok oldu. Burada kurumlar arası iletişimi çok boyutlu yaşamıştık.
Oğuz Makal’ın da yaşamımda önemli bir katkısı ve etkisi vardır. Ömer Kavur, Atıf Yılmaz, Onat Kutlar, Yavuz Özkan ve Sinan Çetin gibi birçok yönetmenle yolumu kesiştirdi. On yıl boyunca Sinema-TV Bölümü olarak düzenlediğimiz Uluslararası İzmir Film Festivali Başkanlığını yapan Makal ile yaşadığımız anılar paha biçilmez deneyimlerdir. Burada yaşadıklarım bana altyapı motivasyonu sağladı. Hatta 1993 yılında Faik Kartelli ile birlikte Türkiye’nin üniversite yapımı ilk filmi “Bir Düğün Masalı”ını yönettik. Başrollerinde Gülsen Tuncer ve Şener Kökkaya oynadı ve görüntü yönetmeninden kurgusuna tüm ekibimiz öğrencilerimizdi. Filmi 35mm çekmiştik.
Bir üniversite yapımı diye söz ettiğiniz Bir Düğün Masalı filminin yapım sürecini merak ettim. Bu deneyiminizi anlatabilir misiniz?
1990 yılında yine öğrencilerimle birlikte çektiğim “İzmir İzmir” adlı docudrama ile 1992 yılında Ankara Film Festivalinde En iyi Belgesel Film Ödülünü almıştık. Hatta rahmetli Yavuzer Çetinkaya jüri gerekçesinde “Bulutsuzluk Özlemi’ni anlatan ve gösteren bir film diyerek bizi yüreklendirmişti. Aynı yılın Mayıs ayında, o yıllarda Alsancak Stadyumu’nun yanındaki fakülte binasında Zühal Çetin Özkan, Dilaver Bayındır, Onur Çakaloz ve Faik Kartelli ile Bir Düğün Masalı’nın senaryosunu tartışırken yandaki provadan kaçan bir kırmızı balon pencereden bizim odaya girince bir cesaret ile Kültür Bakanlığına başvurduk.
Teşvik Komisyonu o yıllarda karşılıksız olarak verilen tanıtım fonundan 300 bin lira vermişti. Hatta bu filmi bitirip bitiremeyeceğimize dair bahis oynayan komisyon üyeleri bile vardı.
O paranın tamamı Ayvalık’taki konaklama ve filmin 35mm negatifine gitti. Kamerayı o yıllarda Ankara’da varolan FRTM’den ödünç aldık. Belgesel film için yapılmış özel bir omuz ARRİ kamerasıydı. Paketi hiç açılmamıştı.
Filmi yapıp yapamayacağımız, oyuncuları için de tereddüt meselesiydi. Bir akademisyen ve öğrencileri… Sonunda her zaman yanımızda olan Gülsen Tuncer ve Şener Kökkaya büyük bir güvenle bizi destekledi. İzmir Devlet Tiyatrosundan Evren Serter, Ankara Ekin Tiyatrosundan Derya Herek’in yansıra Esin Varlıyağcı ve Şafak Sezer’in özverili çabaları ile 12 günde gerçekleştirdik. Filmin ışık ekibi Gürcan Keltek, Raşit Çelikezer ve Cem Sürücü’den oluşuyordu. Şefleri de Levent Berber’di. Bölüm Başkanımız Prof. Dr. Özdemir Nutku da bizi kırmayarak kamera karşısına geçmişti.
Filmin kurgu ve post prodüksiyon süreci de sancılı olacaktı. Negatifler, stüdyo bulana kadar buzdolabında bekledi. Ağustos başında Necip Sarıcı bize sahip çıktı ve Yeni Lale Stüdyosunun kapılarını açtı. Yine öğrencim Aziz Bahadır Özkan’ı ilk defa 35mm kurgu masasına oturtmuştum. Filmin özgün müziklerini ise eşim Berrak Taranç yapacaktı.
Necip Sarıcı’nın yüreklendirmesi ile Antalya Altın Portakal Film Festivaline katıldık. Sektör dışı bir yapı olarak dışlandık; “akademisyenler film çekmesin” diyenlerin saldırısına uğradık. 1994 yılında Romanya’da Costineşti Film Festivaline kabul alıp “dikkate değer ilk film” seçilince ve ardından Selanik’te “İki Denizin Yaratıcı Kadınları” Festivalinde Olimpia sinemasındaki gösterimde ayakta alkışlanınca; Antalya’da yediğimiz dayağın etkisini atlatabildik.
Dünya şaheseri bir film çekmemiştik ama film çekerken ön hazırlıktan post prodüksiyonuna kadar neyi yapıp neyi yapmamamız gerektiğini iyi öğrenmiştik. Amatör ruhun boyutlarıyla birçok anıya da sahip olmuştuk. Tam bir araştırma laboratuvarı yaşadık. Emeği geçen herkese çok teşekkürler.
Çok değerli ve öğretici bir çabaymış. Öğretim üyeliği yaptığınız DEÜ Film Tasarımı ve Yönetmenliği bölümden de biraz bahsedelim. Film yönetmenliği farklı disiplinleri bir araya getiren karmaşık bir sanat formu. Nasıl bir eğitim müfredatınız var? Öğrenciler merkezi sınav sonrası bölüme ayrı bir mülakatla mı alınıyor?
1974 yılında Ege Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi kurulurken Mimarlık, Tiyatro, Müzikoloji, Sinema TV ve Tekstil Tasarımı bölümleriyle teşkilatlandırılmıştı. Tiyatro Bölümünü Prof. Dr. Özdemir Nutku, Müzikoloji Bölümünü Prof. Dr. Gültekin Oransay ve sizim bölümümüzü de Prof. Dr. Jur. Alim Şerif Onaran üstlenmişti. İlk yıllar Sezer Tansuğ, Lütfi Akad, Turgut Özakman gibi isimler derslere katkı sundular. Oktay Kutluğ, Bilgin Adalı, Faruk Kalkan, Mutlu Parkan, Yavuzer Çetinkaya, Oğuz Makal, Oğuz Adanır, İbrahim (Bergman) Karamehmet gibi isimlerle yol aldı.
Uzun yıllar öğrenci seçme sınavı özel yetenekti. Maalesef iletişim fakültelerinin radyo, televizyon ve sinema bölümleri açıldıkça biz de merkezi sınav sistemine dahil olduk ve kontenjanlarımız inanılmaz şişirildi.
Türkiye’nin İlk sinema bölümü böylelikle zorlu bir yola girdi. Başlangıçta sinema kültürü eğitimi hedefleri uygulamalı eğitimle zenginleşti. Sinema tarihi, sinema estetiği, sinema kuramları, sanat tarihi, felsefe, sosyo ekonomi tarihi gibi derslerin yanı sıra film yapım ve yönetimi, oyuncu yönetimi, kurgu ve stüdyo dersleri ile yoğunlaştırılmış bir eğitim söz konusudur.
Bölüm çıkışlı yönetmenlerimiz; Ümit Ünal, Oğuzhan Tercan, Sadullah Celen, Semih Kaplanoğlu, Taner Akvardar, Oğuzhan Yalçın, Ömer Uğur, Kudret Sabancı, Yüksel Aksu, Osman Dikiciler, Türkan Derya, Nursan Esenboğa, Gülten Taranç, Yasemin Erkul….
Görüntü Yönetmenleri; Aydın Sarıoğlu, Gökhan Atılmış, Cüneyid Denizer, Onur Çakaloz, Ahmet Bayer, Volkan Erkoca… İlk aklıma gelen isimler.
Bölümünüzden çıkan öğrenciler bugün sektörün önemli isimleri haline geldiler. Çok takdir edilesi doğrusu. Peki Uzun yıllardır sinema sektörüne insan kaynağı yetiştiren önemli bir üniversitede hoca olarak, ülkemizde sektördeki mevcut insan kaynağı niteliği üzerine neler söyleyebilirsiniz? Finans, sağlık, eğitim, inşaat, tekstil vb. sektörlerdeki insan kaynağı ile sinema sektöründeki insan kaynağını nitelik olarak karşılaştırmanız üzerine de düşüncelerinizi merak ediyorum.
Ne yazık ki, serüven insanı olarak, zor koşullarda ve ağır bir ayrımcılığa maruz kalarak hayallerinin peşinde koşan insanlar, başlangıçta kendilerini sektörde var etme çabasıyla uğraşırken, güvencesiz bir yaşam günümüz çıkar ilişkileriyle yıpranmaktadır. Aslında mesleki yeterliliğe sahip olmalarına rağmen diplomaları gerçek değerini bulamamıştır.
Mesleki yeterliliğe sahip öğrencilerinizin üretim süreçlerindeki çarpıklıktan kaynaklı sorunların yanında bir de ayrımcılığa maruz kalmalarından söz ettiniz. Bunu biraz daha açar mısınız? Yaşadıkları bu süreç sektörün sinema dışındaki alanlarına doğal olarak yönelmeleri ve sinemanın insan kalitesini olumsuz şekilde etkilediğini düşünüyor musunuz?
Sinema-TV alanında mesleki yeterliliğe sahip birçok öğrencinin, sektördeki üretim süreçlerinde çeşitli ayrımcılıklara maruz kaldığını üzülerek gözlemlemekteyim. Bu durum, hem öğrenciler hem de sinema sektörü için oldukça olumsuz sonuçlar doğurmaktadır. Cinsiyet ayrımcılığı, yaş ayrımcılığı, siyasi görüş ayrımcılığı bazı sonuçlar doğurmaktadır. Ayrımcılığa maruz kalan öğrenciler motivasyonlarını kaybetmekte, sektöre olan umutlarını yitirmekte ve sinema yapmaktan vazgeçebilmektedirler. Yetkin ve mesleki açıdan donanımlı birçok öğrenci, sektördeki ayrımcılıktan dolayı yurt dışına göç etmekte veya sinema dışındaki alanlarda iş bulmaya yönelmektedirler. Ayrımcılıklar, sektördeki çeşitliliği ve farklı bakış açılarını engellemekte, bu da sinema filmlerinin ve TV programlarının kalitesini olumsuz etkilemektedir. Bunların önüne geçmek için ise; Sinema sektöründe yer alan tüm paydaşlar, ayrımcılığın varlığının ve zararlarının farkında olmalı ve bu konuda bilinçlendirilmelidir. Ayrımcılığı yasaklayan ve mağdurları koruyan yasal düzenlemeler yapılmalıdır. Tüm öğrencilere, cinsiyet, yaş, etnik köken, siyasi görüş veya diğer kriterlere bakılmaksızın eşit fırsatlar sunulmalıdır. Ayrımcılıkla mücadele ve çeşitliliği teşvik eden eğitim programları ve mentorluk sistemleri geliştirilmelidir. Eğer sektör bu sorunu çözmezse, sinema filmlerinin ve TV programlarının kalitesi düşmeye devam edecek, yetenekli birçok öğrenci sektörden uzaklaşacak ve sinema sanatı genel olarak zarar görecektir.
Ülkemizde sektörel üretim süreçlerinin endüstri olamamaktan kaynaklı sorunları konusunda neler söyleyebilirsiniz? Bu bağlamda sinema eğitimi veren okullardan mezun olan yetenekli öğrenciler sektörde kalıcı olabiliyorlar mı? Sizin bölümünüz özelinde mezunlarınızın sektördeki durumuna yönelik bilgileri paylaşabilir misiniz?
Dediğim gibi hiçbir mesleğin olmadığı kadar yıpratıcı ve zorluklarla dolu bir yaşam. Aslında sinema bir şölendir, şenliktir. Bitirdiğiniz her film yenisi için motivasyonu sağlar. Türkiye’de bu zor. Gösterim korkusu, festival beklentisi, yıpratıcı süreçler söz konusu. Sektör olmadığı için her yeni film yeni ve yorucu yapım süreçlerini beraberinde getiriyor. Ülkemizde sinema ve televizyon sektöründe, sektörel üretim süreçlerinin endüstri olamamasından kaynaklı birçok sorun yaşanmaktadır. Bu durum, hem filmlerin ve TV programlarının kalitesini olumsuz etkilemekte hem de sektörde çalışanların iş güvenliğini ve ücretlerini etkilemektedir. Sinema ve TV eğitimi veren okullardan mezun olan üstün yetenekli/yetenekli öğrenciler, sektörde kalıcı olmakta zorlanmaktadır. Sektör, her yıl mezun olan tüm öğrencilere iş imkânı sağlayamamaktadır. Bu durum, mezun öğrencilerin iş bulmasını zorlaştırmaktadır. Mezun öğrenciler, sektörde deneyimsiz oldukları ve sektördeki kişilerle yeterince bağlantı kuramadıklarından iş bulmakta zorlanmaktadır. Bu durum, sektörde kalifiye eleman eksikliğine rağmen yaşanmaktadır. Bölümümüzden mezun olan öğrencilerimiz, sektörde çeşitli pozisyonlarda çalışmaktadırlar. Mezunlarımızın bir kısmı film ve TV prodüksiyonlarında, bir kısmı reklam ajanslarında, bir kısmı ise dijital medya şirketlerinde çalışmaktadır.
Gelişmiş ülkelerin sanat okulları, mezun olduktan sonra öğrencilerinin kariyerlerine yönelik destek sağlamak ve başarılı bir şekilde endüstriye girmelerine yardımcı olmak için staj ve iş fırsatları, mezunların portföylerini sergileyebilecekleri etkinlikler, endüstri profesyonelleriyle ağ kurma olanakları gibi destek hizmetleri sağlıyorlar. Hatta bazı sanat okullarında “teknoloji okuryazarlığı, hukuk ve finans” başlıklarında ek eğitimler verilmeye başlandı. Bu süreçlerin de eğitim dönemi kadar önemli olduğunu düşünüyorum. Sizin bölümünüzde bu anlamda neler yapıyorsunuz? Ya da bu konuda hedefleriniz neler?
Bizde bu yıla kadar zorunlu staj vardı. Sürekli sektörel bir yapı olmadığı için ve SGK’nın yapımcılara dayattığı primler yüzünden son yıllarda öğrencilerin staj bulma şansları azaldı. Bir de okul ve öğrenci sayıları çok fazla. Eğitimin temeli medya okuryazarlığına yönelik, haklar ile ilgi seminerler, sanat hukuku ile seçimlik derslere sahibiz. Pitching ile ilgili derslerimiz de filmlab’lere başvuracak öğrencilerimiz için bir ön hazırlık alanıdır.
Bölümümüze kurulduğu yıldan itibaren Türk ve yabancı birçok sinema insanı ve bilim adamı seminerler için gelmitir. Tonny Gatlif, Thomas Benkahol, Jean Baudrillard, Theo Angelopoulos (Bölümüzün Fahri Doktoru) gibi isimler ilk aklıma gelenler. Aysim Türkmen, Çiğdem Sezgin, Jale İncekol, Canol Balkaya, Münir Karataş gibi günümüz Türk sinemasına yön verenlerin de söyleşileri ile yeni ufuklara yelken açmayı hedefliyoruz.
Yeteneğin öznel olduğu kabul edilir. Sanat okulda öğretilebilir mi? Ya da sanat okullarından mezun olunarak sanatçı olunabilir mi? Deneyimli bir akademisyen ve sanat üreten olarak bu konudaki düşünceleriniz nedir?
Sanat, öznel bir kavramdır ve yeteneğin de öznel olduğu kabul edilir. Bu nedenle, sanatın okulda öğretilebilir olup olmadığı sorusu karmaşık ve tartışmalı bir konudur. Sanat okullarından mezun olmak, bir kişiyi sanatçı yapmaz. Sanatçı olmak, doğuştan gelen bir yetenek ve kendini sanatına adama arzusu gerektirir. Ancak, sanat eğitimi, bir kişinin sanatçı olma potansiyelini ve bu alandaki becerilerini geliştirmeye yardımcı olabilir. Sanat okulları öğrencilere resim, heykel, müzik, film, tiyatro gibi sanat dallarında gerekli olan teknik becerileri kazandırır. Bu beceriler, sanatçıların kendi tarzlarını geliştirmesi ve özgün eserler üretmesi için gereklidir. Öğrencilere sanat tarihi ve teorisi hakkında bilgi verir. Bu bilgi, sanatçıların kendi eserlerini daha iyi anlamalarını ve sanat dünyasındaki yeri hakkında daha bilinçli olmalarını sağlar. Biz öğrencilerimizin yeteneğini yüzde 25 olarak kabul ederiz. Dört yıllık süreçte bu yeteneği geliştirmek ve yüzde 75’lik katkı koymaya çalışıyoruz. İstek, arzu ve tutku kazandırmak hedeflenmektedir.
Son on yıldır teknoloji; özellikle de yapay zeka teknolojileri inanılmaz bir hızla gelişiyor ve ilerliyor. Gelişime paralel bu teknolojilerin özellikle yaratıcı sektörlerdeki kullanımı da gittikçe yaygınlaşıyor. Öğrencilerinizin bu yeni döneme adapte olabilmelerine yönelik bir müfredat programınız var mı? Daha açık sormam gerekirse “öğrencileriniz bu yeni döneme kolayca adapte olabilecek bilgi, deneyim ve donanımda” mezun olabiliyorlar mı? Olamadıklarını düşünüyorsanız, önerileriniz neler?
Teknolojinin yaratıcı sektörleri dönüştürdüğü bir dönemden geçiyoruz. Bu değişime ayak uydurmak ve yeni imkânlardan yararlanabilmek için sinema-TV alanındaki eğitim programlarının da yenilenmesi ve güncellenmesi gerekiyor. Öğrencilerin bu yeni döneme kolayca adapte olabilecek şekilde yetiştirilmesi için müfredat programlarına teknoloji odaklı dersler, yaratıcı kodlama eğitimi, veri bilimi ve analizi gibi yeni içerikler eklenmeli. Ayrıca, sektördeki profesyonellerle iş birliği yapılarak ve müfredat esnek ve dinamik bir şekilde tasarlanarak güncel kalması sağlanmalıdır. Ne yazık ki, şu anki müfredat programlarının çoğu, bu hızlı değişime ayak uydurmakta zorlanıyor. Birçok program, hala geleneksel yöntemlere ve eski teknolojilere odaklanmaktadır. Bu durum, öğrencilerin mezun olduktan sonra sektörde ihtiyaç duyulan becerilere sahip olmamalarına neden olabilmektedir.
Yapay zekânın eğitimde kullanımı, öğrencilere birçok açıdan fayda sağlayabilir. Örneğin, yapay zekâ, öğrencilere kişiselleştirilmiş öğrenme deneyimleri sunmak, öğrenme süreçlerini otomatikleştirmek ve geri bildirimde bulunmak için kullanılabilir. Ancak, yapay zekânın eğitimde kullanımı bazı etik ve yasal endişeleri de beraberinde getirmektedir. Bu endişelerden ikisi telif hakları ve intihaldir. Bu endişelerin giderilmesi gereklidir. Bölümümüzde, yapay zekânın eğitimde kullanımıyla ilgili etik ve yasal sorunları araştırıyoruz. Ayrıca, bu sorunları çözmek için yeni araçlar ve yöntemler geliştirmeye çalışıyoruz.
Son birkaç yıldır gelişmiş ülkelerin sinema entelijansıyası birçok başlık yanında “merkeziyetsiz (otonom) organizasyonlarla geleneksel olmayan yeni sanat okullarının açılması ve yaygınlaştırılması” konusunu da tartışıyor. Bu konudaki düşüncelerinizi alabilir miyim?
Çeşitlilik her zaman iyidir ve rekabeti güçlendirir. Bu nedenle geleneksel sanat okullarının altyapılarını güçlendirmesi ve yeni yapılara da alan açması önemlidir. Ayrıntılı ve incelikli eğitim programları sunarak sanat eğitiminde yeni bir boyut kazandırabilir. Merkeziyetsiz organizasyonlarla geleneksel olmayan yeni sanat okullarının açılması ve yaygınlaştırılması sanat eğitiminde yeni ve heyecan verici bir potansiyele sahiptir. Bu tür yapılara dayalı yeni sanat okullarının sanat eğitiminde önemli bir rol oynayabileceğine inanıyorum. Bu yeni model, geleneksel sanat okullarının erişemediği öğrencilere erişim sağlayabilir ve daha esnek ve özelleştirilmiş bir eğitim deneyimi sunabilir. Ancak, bu yeni modelin potansiyel faydaları yanında riskleri hakkında da dikkatli bir şekilde düşünmek önemlidir. Başarılı olması için, kalite kontrolünü, düzenlemeyi, finansal istikrarı ve topluluk duygusunu sağlamak için mekanizmalar geliştirilmesi gerekir.
Yetenekli insanları küresel ölçekte belirlemek ve farklı perspektiflerden gelebilecek bir yetenek havuzu oluşturabilmek için endüstrinin meritokratik bir sisteme dönmesinin önemi hatta zorunluluğu üzerine yine gelişmiş ülke sektör aydınları konuşup yazılar yazıyorlar. Bu anlamda meritokrasiyi DEÜ’den mezun bir sinema öğrencisi ile ABD ya da İngiltere’deki bir sinema okulundan mezun olan bir öğrencinin eşit şartlarda farkedilmesine olanak tanıyabilme fırsatı için önemsiyorum. Bir akademisyen olarak bu sistemin alt başlıkları neler olmalı, ya da siz neler önerebilirsiniz?
Günün gereksinimleri doğrultusunda zorunlu dersler ve seçmeli dersler yeniden yapılandırılmaktadır. Hem Amerika hem de Avrupa’daki okulların müfredatları kontrol edilerek yeniden yapılandırmaya gidilebiliyor. Yapay zekâ ile ilgili derslerin yakın gelecekte ders programlarında yerini alacağını tahmin ediyorum.
Vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederim, çok faydalandım. Son sorum; diğer söyleşilerimde olduğu gibi: Son okuduğunuz kitap, izlediğiniz film, dinlediğiniz müzik parçası ya da albümü hangileri?