Sevgili Günışığı,
Mektubun beni sevindirdi. Sana yazmamı istiyorsun. “Sanata, edebiyata, şiire gönül verdim,” diyorsun. “Rehberim ol. Bildiklerini benimle paylaş.” Bunu başarabilir miyim? Elbette zaman gösterecek.
Söze nasıl başlasam ki? Seninle yüz yüze tanışmasak da biz aslında tanışıyoruz. Bizi tanışık yapan nedenler çok. Edebiyata gönül vermek, dilsever olmak, bunlardan ikisi… Umarım buza yazmayacağız dostluğumuzu. Mermere kazınacak bir dostluğun başlangıcı olsun bu tümceler.
Sevgili Günışığı,
Madem söz edebiyattan açıldı, sana bir güzel insanın, şairin “Onyıl”ından söz etmek isterim. Babanın kitaplığında var mı? Okudun mu? Özgen Seçkin‘i tanıyor musun? Bunları bilmiyorum. Bir sonraki betiğinden öğrenebilirim ancak… Ki bildiğin biriyse, ‘tereciye tere satmak’tan utanacağım birazcık da olsa. Şimdiden beni bağışla, olur mu? Bu güzel insanın adını yukarıda dedim. Baban gibi öğretmen… Behrengi Öğretmen gibi, sevda adamı. Senin anlayacağın şiirin Behrengi‘si dersem abartmış olmayacağım. O diyor ki Sevmekten Başka adlı kitabında:
hey can kalk, ozan olmak
her dizede yeniden doğmaktır
erişemezsen dermeye doruktaki meyveyi
her kitapta yeniden ölmektir
Biliyor ki, şiir yalnızca duyguların, birikimlerin aniden kâğıda dökülmesi değil. Biliyor ki, şairi şair yapan, sözcük ve anlatım zenginliğidir. Yaşadıklarımızı, yaşadıklarını en etkin biçimde, seçerek, akıcılaştırarak, estetikle bezeyerek ete-kemiğe büründürüyor. Bağıran değil de haykırarak bilmemizi istediklerini içselleştiriyor… Onun çocukluk günlerini, harman yeri sevinçlerini, dağlardan çiçek gibi indirdiği coşkularını, kuş avlamasını, tarlalara gidişini şiirlerinde ve yazılarında bulabilirsin… Köyünden bulunduğu bugünkü yere gelmesinin serüvenini çoğu zaman içlendirerek sessiz dizelerle yazmıştır. Kendini övme kaygısı gütmeyerek kendinin ve içinde yaşadığı insanlarının burunlarımızın direğini sızlatan gerçeklerini verebilmiştir yazdıklarında… Bugün başka dergi ve yayınevi yöneticiliğini bırakmış, kendisinin tutarlı çizgisinde Damar dergisini ve yayınevini yönetti bir süre.(1992-2007) Tanığıyım bu sürecin.(1) Yazdıklarında toplumsal savaşımları, insani kaygıları göz ardı etmiyor, edemiyor da…
Acıların, sevinçlerin, küçücük mutlulukların büyük istek ve özlemlerin sesi olmayı sürdürüyor. Sesini bunlardan alıyor…
Soluğunu, yanan bir ocağın (yaşamı güzelleştirmenin, değiştirmenin ocağı bu) daha gür yanması, hiç sönmemesi için kurmuş. Bu yolda soluğu giderek öncekileri de içine alarak büyüyor… Kendi yatağını, rengini bulmuş, derinleştirmiş bir ses olarak amaçladığı “deniz”e ulaşma tutkusundan azıcık bile ödün vermeden ilerletiyor şiir yatağını…
O, yukarıdaki şiir alıntısına hep sadık kalmış bir şairdir, demek yerinde olur. Çünkü, “her dizede (yapıtında, şiirinde) yeniden doğ…”muştur. Bir öncekine göre kendisini geliştirerek, yere/den evrense/e uzanan ve tonu her dizede değişen bir yankı olabilmiştir. O, kendisinin deyimiyle “doruktaki meyveyi” dermeyi başarmıştır… Bunun içindir ki, “her kitapta yeniden ölme…”miştir. Yarına kalmanın yapıtlarını birbirine eklemiştir.
Sevgili Günışığı,
Şiirin Behrengi’si dediğim Özgen Seçkin, bugüne kadar şu kitaplara imza atmış: Böldüm Yüreğimi Avuçlarına-şiir (1976), Dört Mevsim Türküleri-1-şiir (1978), Dört Mevsim Türküleri-2-şiir (1983), Sevmekten Başka-şiir (1986), Bugünü Yaşayan Kalır-şiir (1986), Onyıl-şiir (1991), Kırkbeşlik Aşk Yalnızı-şiir (1997), Hayatla Ufalanmış Şiirler (1999). Özgen Seçkin, “Dört Mevsim Türküleri 1-2” isimli kitabından ötürü gözaltına alınmış. Kitabı toplatılmış. Çok sevdiği öğretmenliğine son verilmiş. Fakat yaşadıklarının hiçbiri onu, inancından, sevdasından vazgeçirememiş. Onun okulu şimdi bütünüyle mavi gökyüzünün aydınlattığı yeryüzü olmuş. Çabasıyla, ürünleriyle, etkinlikleriyle bu okulda her yaştan insanımızı eğitiyor demek asla abartılı olmaz inancındayım…
Şimdi de onun, “Onyıl”ını anlatayım sana.
Kitabın arka kapağındaki yazının bir bölümünde şöyle bir saptama var: “Onyıl”da nehir bir şiirle karşı karşıyayız. Kendine özgü lirizm ve felsefi yoğunlukla anlatılıyor yaşanan: Çelişkileriyle, iyi ve kötü yanlarıyla, sevinçleriyle ve üzüntüleriyle, umutlarıyla…
Ey sevgili
şiirimin her yerinde sen/sonsuz tahammülsün
selamını aldım ağır sorgudaydım/hafifledi ağrılarım
sigaranı vermediler ekmeğini /biliyorum büküldü boynun
kuzusu ayrılmış bir koyun gibi/dağıttın saçlarını yoldun
gecelerde is tutmuş gibi düşlerin
hep kara hep korkunç hep koşmaca
yürüyor çocuklarımız yalnızlığa
öfkeni öğrendim gördüm düşümde
kapıları bir bir zincirleri bir bir/kat kokunu da sözcüklerime
şiirim bitmesin sensiz/uzarsa zamanın övüngen dili
on yıl bitmeyecektir bil ki/ve sürecektir şiirin serüveni
(Onyıl, s.111)
“Sıcak bir zamanı yaşıyorum”la kendinden hareketle bizi, ülkemizi ve de yaşadıklarımızı anlatıyor. O, bir anlatıcıdır artık, 1980-1990 arasında yaşananları kendince anlatan. Bilinen nedenlerden hapse düşmüştür. Aklıyla geçmişe, içinde bulunduğu sıcak zamana, yarına, düşlere, düşüncelere, eylemlere gider gelir. Bizi de götürür beraberinde. Onunla yaşayan ve anlatan biziz. Bu nehir şiirin kurgusu şöyle: Yukarıdaki alıntıdan anladığım kadarıyla anlatıcı (şair ya da olayları yaşayan güzel bir insan) gözaltındadır. Bulunduğu yerden usuyla dışarı çıkar. Bir roman, öykü kahramanı gibi bütün şiir boyunca, kendini, çevresini, yaşadığını, gördüğünü, duyduğunu, kavradığını, yanlışını, tutkusunu, istemini, umudunu, sevincini, somuttan somuta, kimi zaman soyuttan somuta imgelemlerle anlatır.
işte uğradığım bir durakta asılmış
bir ceset gibi akşam. (Onyıl, s.20)
derken kanıksadığımız aykırılıkların, dışarıya açtığımızı sandığımız yeni pencerelerimize, dışımızdaki yaşamın zoraki dayattığı şeylerden olduğunu açıklar. “Ağlıyor serçeler bir keman gibi” (5.23) içlenmesiyle, “on yedisinde resimleri asılanların,” duvarlardaki bakışlarına yalnızca “serçeler”in ağlaması, içli “bir keman gibi” rastgele bir tespit değil. Çünkü, sıradan halkın dâhi literatüründe “serçe”, “yurtsever”dir. “Kırlangıç” gibi tekmil soğuklarda “göç etmez.” Bunun bir anlamı daha vardır: Bize bizden başkası üzülmez, yanmaz bazındadır bu…
Bundandır ki, sevinçlerimizi, güzelliklerimizi, kendimiz için ayakta kalmışlığımızı tersyüz etmek isteyenlere:
dinle adlandırıcı ve ad koyucu/ben adımı koyuyorum yeniden
öznesiyim yarım kalmış hayatın/ey yargıcı yüreğinle dinle ve kininle
K diyorsam K anla/çarpıtma şiirimizi ve sevincimizi (s.57) der.
Evet Günışığı,
“Sıcak bir zamanı yaşıyoruz.” Demek ki, daha biten acılarımız yok, çünkü; “zamanın övüngen dili,” başımızda hâlen Demokles’in Kılıcı’dır, kanlı mı kanlı. Bundandır ki, “Onyıl bitmeyecektir…” Yalnızlıkların var olduğu değil de yarattığı “sıcak zaman”ın birlikteliği engellediği sürece. Bu yüzdendir ki “sürecektir güzel çabaların (pardon) şiirin serüveni,” demeden edemiyorum. Ama beni sevindiren nedenler çok, inan. Demiştim ya senin gibilerin çokluğu ve Özgen’in:
en mükemmel yaşamın açtığını
en mükemmel insanın kardeşliğini
görmek istiyorum yeryüzünde” (s. 101)
gibi dizeleri, ümitsizliklerin içinde bile “ümit”in bulunduğunun kanıtı.
Sevgili Günışığı,
İstemeden, diyorum, betiğimi bitirmiyorum, şimdilik noktalıyorum. Seni ve aileni selamlıyorum. Yaşıtlarını da gözlerinden öptüğüm gibi öpüyorum gözlerinden. Arayı uzatma, bana yaz, seviyorum seni, senleri, hoşça kal… Boşça kal/ma/lara aldırma…
(1) 1992/2007 yıllarında yayımlanan Damar’ın İzmir temsilciliğini yaptım. Pek çok yazım ve öyküm yayımlandı. Günışığı’na Mektuplar da neredeyse her sayıda yer aldı.
* Damar dergisi kapandıktan sonra, 1 Ekim2012/ 4 Haziran2014 yıllarında yayınlanan soL gazetesinin eki soL Kitap’ta da 11’i yayımlanan mektuplar güncellenerek, mesele121.org’da yayımlanacaktır. (y.n)