Yerlerimize oturup, ışıklar söndüğünde, bir salon dolusu insanla birlikte, güvertesinden seyre daldık Mercaniye’nin yosun tutan masalına ve hep birlikte açıldık masmavi açık denizlere.
İçinden tarih fışkıran Altın Boynuz, hüzünlü bir aşk efsanesinin beşiği Haliç…
Olimpos’un çapkın tanrısı Zeus, Argos kralının güzelliği dillere destan kızı İo’ya âşık olur. Zeus’un kız kardeşi ve karısı Hera, bu aşkı öğrenince öfkeden deliye döner. Bunun üzerine Zeus, İo’yu korumak için onu beyaz bir ineğe çevirir. Hera da, atsineklerini İo’nun üstüne salar. İo, kurtuluşu kendini sulara atmakta bulur ve boğazı yüzerek geçer. Geçerken de derin vadi sularla dolar ve böylece Boğaz oluşur. ‘İnek Geçidi’ anlamındaki Bosphorus kelimesi buradan gelmektedir. İo, Haliç’in bulunduğu körfeze gelir ve buraya yerleşir. Bir tepede bir kız çocuğu dünyaya getirir. Kıza boynuz anlamına gelen Keroessa adını verir ki, bu isim sonradan körfeze adını veren Hrisokeras’a, yani Altın Boynuz’a dönüşecektir.
Haliç’ten geçerken, tersanede selama duran gemileri gördüğünüzde, bu efsaneyi hatırlayanınız var mı?
1313 Rumi / 1889 Miladi yılda başlayan Mercaniye’nin masalı da, martı, dalga ve ezan seslerini bordasına alarak, “evvel zaman içinde, deniz derya içinde” tekerlemeleri ile fısıldandı kulağımıza.
Gemi jurnalinin tozlu sayfalarını hep birlikte çevirdik.
Sultan Abdülaziz ve Sultan Abdülhamid Dönemi…
Sultan Abdülaziz döneminde çıkan bir isyan sonucu meydana gelen karışıklıklar neticesinde, orduda bazı subaylar, hatta askeri öğrencilerin bile karıştığı 30 Mayıs 1876 Darbesi yaşanmış ve bu planlı darbe ile padişah tahttan indirilmiştir. Gözaltında bulunduğu Feriye Sarayı’nda 4 Haziran 1876 tarihinde bilekleri kesilmiş olarak ölü bulunan Sultan Abdülaziz’in intikamını, yeğeni Sultan Abdülhamid alacak ve amcasına yapılanların hesabını 31 Ağustos 1876’ta tahta çıkarak soracaktır. Tahtta olduğu süre boyunca, Tersane-i Amire’nin kurumsal yapısında bazı değişiklikler yapan padişah, nazırlık yapısı içinde Bahriye Nazırı’nı en önemli kademe olarak belirleyerek, donanmayı yönetme gücünü kendisine verecektir. Sultan II. Abdülhamid döneminde denizlerde yaşanan önemli siyasi, politik ve askeri gelişmelerin ilk sırasında 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi bulunur. Bu harpten sonra denizde karşılıklı hareketlilik, 1897 yılında yaşanan Osmanlı-Yunan Harbi’ne kadar olmamıştır.
İşte bu yirmi yıllık sessiz dönemde Haliç Tersanesi’nde büyük bir sabırla açık denizlerde kahramanlık hikâyeleri yazmayı beklemiş deniz aşığı Âsaf Kaptan. (Erdem Akakçe) Mürettebatı Şerif Ali (Fatih Koyunoğlu) ve Kazel (Bülent Çolak) ile birlikte teçhizatı bozuk, filikası delik, gövdesi çürük bir gemiyi, bağlı, bahçeli, tavuklu, yemli bir yüzer haneye çevirip terk etmemişler. Üstelik sırf padişah tiyatro seviyor diye, üstü gemi altı deniz bir tiyatro salonu yaratmışlar Haliç’e yirmi yıldır bağlı olan bu güzelim Mercaniye’de. Replikler havada uçuşmuş, deniz tuzuna bulanmış geminin tiyatro salonunda.
Yalnız mürettebat ve kaptan mı gemiyi terk etmeyen? Mercaniye’nin içindekilere hayal-et-tiren, avucuna sakladığı simleri gemiye fener yapıp, bu sıcacık masalı anlatırken yaşatan, Beyrut’a giderken gemide şarkı söylediği bir sırada korsanlar tarafından öldürülen, bedeni denizde, ruhu gemide çılgın hayalet Mesaret (Sevil Akı) de var bu ıslak zeminin üstünde.
Yıllar önce yolcu gemisi olarak satın alınmış, top teçhizatıyla savaş gemisi kılığına sokulmuş, orduya katılmış fakat kimlik bulamamış, hep beklemiş, sabretmiş, ben buradayım demiş ama hevesini kursakta, kalbini limanda, umudunu tiyatroda, rüzgârını omuzlukta yarım bırakmış bir gemi Mercaniye.
Derken günlerden bir gün, Şinasi’nin Şair Evlenmesi’ni çalışırken mürettebat, aşk bu ya, Âsaf Kaptan’ın tayfasından Kazel’in biricik sevdiceği, Bahriye nazırlarından paşa kızı Mimhâl (Bihter Dinçel) binmiş gemiye gizlice. Denizde kadının uğursuzluk sayıldığı ve yabancı, üstelik karşı cinsten birinin katiyetle kabul görmeyeceği bir gerçekten mustarip, kılık değiştirmek zorunda kalmış Mimhâl. Tam da işlerin karıştığı bir vakitte Yunan Harbi çıkmış ve Mercaniye, orduya mühimmat taşımak üzere sefer emri ile görevlendirilmiş.
Nikâhlarını kıyması için madrabaz bir hocadan medet uman Kazel ve Mimhâl’i, memleket özlemiyle yanıp tutuşan Şerif Ali’yi, dümenini açık denizlere çevirmeye hasret kalan ve biricik aşkı Kanta’yı unutamayan Asaf Kaptan’ı, deniz üstündeki bu eğlenceli kargaşanın en çılgın tanığı Mesaret’i hayli komik, zaman zaman hüzünlü ama buram buram deniz kokan bir masalın içinde seyrettik yüz yirmi dakika boyunca.
Akşam Haliç’e şiir gibi indi; fakat bir fırtına tuttu bizi…
Umutsuz olmadık. Çünkü kaptan fısıldadı kulağımıza: “İnancın yeterince sağlamsa, ayda bile yeşerirsin!” diye.
Zeus’un İo’yu korumak için onu çevirdiği beyaz inek bile vardı gemide Derman ismiyle…
Pera’da Apollon isimli Rum Meyhanesi’ne de misafir olduk, Karadeniz’de balıkçıların tuttuğu hamsiye de…
Kâh güldük “fitiko mitiko” işlerinin inceliklerini anlatan hocaya, kâh hüzünlendik Âsaf Kaptan’ın aşkı, özlemi ve sabrı anlattığı satırlarda.
Püfür püfür esen akşam rüzgârında, nefsi kayınca kaptanın iki şişe konyağa, bir de hasretlik çökünce dudaktan kalbe ağır bir tonoz gibi, Ege’ye giderken tam yol ileri, Şile’den çıktı gemi.
Yenişehir’i, Tırhala’yı aldı Osmanlı harpte, Girit’i zapt etti.
Mercaniye’ye yapacak iş kalmadı, “Haliç’e Geri Dön!” emri verildi.
Ama emri veren bilmiyordu; beklemek çürütürdü asıl gövdeyi ve sözler, bazen gerçekleşmediği zaman kıymetliydi.
♦♦♦
20 Eylül 2024 tarihinde ilk seferine çıktı “Mercaniye Çok Yaşa” oyunu ve o günden beri güvertesinde misafir ettiği seyircisinin kalbine, deniz kabuğu içinde neşe ve hüznü birlikte bırakıyor. Tarih tekerrür etmesin diye de: “aynı suda iki kere yıkanmayın a dostlar!” diyerek göz kırpıyor.
Oyunun yazarı, Gomidas, Bâb, Tebdil, Aşk Hikâyen Düşmüş, Meçhul Paşa gibi ses getiren eserleri seyirciyle buluşturan, tiyatronun en özel kalemi Ahmet Sami Özbudak. Nefes alıp verdiği coğrafyanın içinde ince bakıp, detay görebilen Özbudak, tarihten, insandan, yaşamdan beslenen ve bulduğu elması ustalıkla işleyerek, kıymetli bir pırlantaya çeviren müthiş bir ruh. Onun yarattığı pırlantaları, iyi bir işçilik ve hünerli bir dokunuşla mıhlayan tecrübeli Yönetmen Emrah Eren, eserin bir deniz masalı gibi sahneye taşınması konusunda çokça emek sarf etmiş. Tıpkı açık deniz gibi bazen dalgalı, bazen durgun bir çerçeveden hareketle, seyirciyi birden fazla duyguya sürüklemeyi başarmış oyunda. Zamanın ötesine geçilen, bir gece evvelin anlatıldığı canlandırma sahnelerindeki başarılı kurgusu için ayrı bir alkış gönderiyorum.
Bu deniz masalındaki yaşlı geminin pupadan pruvaya tüm güvertesini, karinasını, kıç ve baş üstünü, bordasını, dümenini tasarlayan, pratik ama bir o kadar muzip bir şekilde fesli ve bıyıklı Osmanlı denizcilerini, Muhittin Paşa tasvirini, İnek Derman’ı hayal edip, görsel bütüne dâhil eden ve masal karakterlerinin tüm kostümlerine imzasını atan başarılı isim Barış Dinçel, her oyunda tasarım çıtasını daha da yükseğe taşıyarak, kendinden söz ettirmeyi başarıyor. İki perde arasında seyirciler, sahne tasarımından övgüyle bahsediyordu.
Oyunun belki de en mayhoş tadı, oyun şarkılarıydı. Faruk Üstün ve Deniz Bayrak imzası taşıyan oyun müzikleri, oyunu hantallaştıran, demode bir eşlikçi olarak kaldı kulaklarımızda maalesef. Neşeli bir vodvilin tadını ekşiten besteler ve güfteler, doksanlı yılların televizyon dizisi “Mahallenin Muhtarları” nın replikli şarkılarını anımsattı adeta. Ayrıca oyun öncesi ve perde arasında çalan enstrümantal nostaljik müzikler de, ara verildiğinde salondan ayrılmayan seyirciyi epeyce yordu diyebilirim. (Bu yorum, seyirci geri bildirimi ile de teyitlidir)
Müziklere rağmen neşeli bir koreografi tasarlayan Esra Yurttut, oyunun temposunu yüksek tutmaya çalışmış. Daha fazla efekt tasarımı görmek istediğimiz oyununun Işık Tasarımı Uğur Aksu’ya emanet edilmiş. Fotoğraflar Ozan Güzelce tarafından çekilmiş, Afiş Tasarımı’nda Berkcan Okar ismi bulunuyor. Yönetmen Yardımcıları Barışcan İğdeli ve Ezgi Nur Köycü, Yapım Koordinatörleri Eren Dinç ve Utku Öcal, Ses-Efekt Operatörü Sait Yamaner ve Işık Operatörü Mehmet Doğan masalın yaratımına katkı sağlayan diğer isimlerden.
Ve oyuncular…
Mercaniye’nin Mesaret’i, Derman’ın nefesi, Muhittin Paşa’nın sesi ve kaptanın Rum Kanta’sı Sevil Akı, “Çemberin Anası” oyunundaki performansının yankıları hala bitmemişken, Mercaniye Çok Yaşa’da kalpleri fethetmeye devam ediyor. Dur durak bilmeyen sahne enerjisini, aktarırken yaşatan hikâye anlatıcılığı ile birleştiren başarılı oyuncu, bu güzel projeye çok yakışmış.
Oyunun Âsaf Kaptan’ı Erdem Akakçe, tüm doğallığı ve sahiciliği ile hem güldürdü, hem hüzünlendirdi oyun boyunca. Tirad sahnelerinde seyirciye tüm duyguyu olduğu gibi armağan eden usta oyuncuyu izlemek, büyük keyifti.
Kazel karakterine hayat veren isim Bülent Çolak, sürpriz bir diyalektle çıktı karşımıza. Sevdalı bir gemi miçosunu canlandıran Çolak, komedi türü akla geldiğinde yeteneği ile seyircinin gönlünü ele geçirmiş isimlerden.
Oyunun Mimhâl’i Bihter Dinçel’in su gibi berrak sesi, neşeli ve pozitif ruh hali ile çizdiği karakter, yüzlerde kocaman bir tebessüm bıraktı.
Son olarak oyunun Laz Şerif Ali’si, Madrabaz Hoca’sı Fatih Koyunoğlu, müthiş bir enerji ve hayran bırakan bir oyunculukla göz doldurdu bütün gece. Sahne üstündeki güçlü karakter yorumunu, sahne arkasında bitmek bilmeyen heyecan ve hevesiyle birleştiren Koyunoğlu’nu, “Aşk Hikâyen Düşmüş” ve “Meçhul Paşa” projelerinde de izlemek için sabırsızlanıyorum. Sanatçının “hoca” karakterindeki başarılı performansından ötürü, bu rol merkezinde, ayrıca hiciv türünde bir oyun yazılması gerektiğini bile düşünüyorum! 🙂
Tiyatro Hayali’nin mavi masalı, sezon boyunca farklı şehirlere de demirliyor ve “Deniz varsa umut da vardır!” diyerek, yolcularını bekliyor.
Karinana kaya, çıpana yosun, bordana fırtına değmesin Mercaniye!
Sen hep “Çok Yaşa!”