Kültür tarihimize damga vurmuş yayınlardan Servet-i Fünûn dergisinin 1896-1901 yılları arasında yayımlanan tüm sayıları tasnif edilerek bir veri tabanı oluşturuldu. Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğretim üyelerinden Doç. Dr. Zeynep Uysal’ın yürütücülüğünde tamamlanan “Asır Sonu Osmanlı Kültür Tarihinde Servet-i Fünûn Dergisi” adlı TÜBİTAK projesinin sonuçları sanal ortamda araştırmacılara ve okurların ilgisine sunulacak.*
Projede Zeynep Uysal’ın yanı sıra, Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden Doç. Dr. Halim Kara ve Dr. Öğretim Üyesi Veysel Öztürk, İstanbul Şehir Üniversitesi’nden Dr. Öğretim Görevlisi Deniz Aktan Küçük çalıştı. Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü’nden Doç. Dr. Ahmet Ersoy ise danışman olarak yer aldı. Ayrıca 2015 yılından bugüne Boğaziçi Üniversitesi yüksek lisans ve doktora öğrencileri Murat Narcı, Sevgi Şen, Yağmur Selimoğlu, Nur Çetiner, Sevgin Özer ve Serap Arslan asistan olarak projeye destek verdiler.
Servet-i Fünun kuşağının edebiyat ve kültür tarihlerindeki yerini ve önemini konuştuğumuz Doç. Dr. Zeynep Uysal, gerçekleştirdikleri proje ile derginin 1896-1901 yılları arasında yayımlanan tüm sayılarının tasnif edilerek bir veri tabanı oluşturulduğunu ve bu sayede Servet-i Fünûn dergisinin Osmanlı kültür hayatındaki yerinin daha iyi anlaşılmasını hedeflediklerini vurguladı.
Öncelikle bu projenin hikâyesi nasıl başladı?
“Asır Sonu Osmanlı Kültür Tarihinde Servet-i Fünun Dergisi” 2015 yılından beri TÜBİTAK desteğiyle sürdürdüğümüz bir proje. Her ne kadar projenin yürütücülüğünü ben yapıyor olsam da epeyce geniş bir ekibimiz var. Projenin ayrıntılarına geçmeden önce sanırım Servet-i Fünûn dergisini biraz anlatmak gerekiyor.
Modern edebiyat ürünleri Osmanlı İmparatorluğu’nda 19. yüzyılın ikinci yarısında görünür olmaya başlıyor. Ben daha önce 2014 senesinde, modern Türkçe edebiyatın önemli isimlerinden Halit Ziya Uşaklıgil üzerine kapsamlı bir araştırma sonucunda İletişim Yayınları’ndan bir kitap yayımlamıştım. Bu kitap çalışması vesilesiyle hem Halit Ziya’yı hem de 19. yüzyıl sonu edebiyatını daha yakından inceleme fırsatı buldum. Halit Ziya Uşaklıgil ve çağdaşlarının kendinden öncekilerden daha farklı bir kuşak olduğunu o çalışmada da göstermeye çalışmıştım.
Farkları şuradaydı: Önceki kuşak, ki çoğunlukla Tanzimat kuşağı diye anılır, daha ansiklopedist tavırlı bir kuşak. Halkı eğitelim, topluma birtakım mesajlar iletelim gibi kaygıları ön planda olan, büyük bir kısmı üst düzey devlet memuru entelektüeller. Bir anlamda modernleşme deneyimini yaşatmak üzere modernleşmenin unsurlarını, yeni birtakım kavramları aktarmak niyetiyle edebiyat yapıyorlar ve bu doğrultuda bir kültür-sanat faaliyeti yürütüyorlar. Yani dertleri doğrudan edebiyat olmaktan ziyade esasen belli fikirleri ve kavramları da tartışmak olan bir kuşak ve bu anlamda gazeteyi de çok yoğun bir şekilde kullanıyorlar. Hatta yeni türleri yani romanı, tiyatroyu ilk defa gazete üzerinden görmeye başlıyoruz. Dolayısıyla kullandıkları dil de gazetenin dili. Halkın daha rahat anlayabileceği, konuşma diline son derece yakın bir dil kullanıyorlar. Halit Ziya Uşaklıgil ve kuşağı diğer bir deyişle Servet-i Fünun kuşağı ise halk tarafından anlaşılmak kaygısı gütmüyor ve edebî bir dil arayışına giriyor. Ama bu tavır önceki kuşağın temsilcisi olan yazarların ve şairlerin tepkisini çekiyor. Aşırı bireyci ve aşırı Batıcı olmakla suçlanıyorlar. Köksüz bir edebiyat deniyor yaptıkları edebiyata, örneğin Ahmet Mithat onları “dekadanlık”la suçluyor. Yeni gelenin eskiyi eleştirmesi ya da eskilerin yeni gelene tepki göstermesi diğer bir deyişle kuşak çatışması o dönemde yaşanan kavgaları, eleştirileri son derece anlaşılır kılıyor aslında. Ancak enteresan olan sonraki kuşakların, hatta cumhuriyet döneminin sol tandanslı eleştirmenlerinin dahi Servet-i Fünun dönemini ve kuşağını aynı şekilde eleştirmeleri ve hatta bu nedenle biraz da küçümsemeleridir. Bu çok büyük oranda Türkçede edebiyatın kendisini belirli bir fikre veya ideolojiye angaje olmak zorunda hissetmesiyle alakalıdır. Toplumcu gerçekçi edebiyat da Tanzimat edebiyatı da farklı kaygılarla edebiyatı bir terbiye aracına dönüştürürler. Ya da milli edebiyat dediğimiz dönem tamamen ulus inşasına hizmet eden bir edebiyat yaratmaya çalışır. Edebiyat salt edebiyat olarak görülüp yaşanmaz bir türlü. Dolayısıyla Halit Ziya ve kuşağı özerk bir edebiyat kavrayışıyla, öncesi ve sonrasının edebiyatı araçsallaştıran anlayışları arasında sıkışmış, daha sonra ancak Ahmet Hamdi Tanpınar’la, Yusuf Atılgan’la, Oğuz Atay’la devamını görebileceğimiz bir çizginin, bir nevi başlangıcını oluşturmuştur.
Peki, bu kuşağın farklılaşmasını mümkün kılan neydi? Elbette bir yanda dönemi belirleyen toplumsal ve siyasi koşullar var, istibdat döneminde yazıyorlar; siyasi eleştirinin çok da mümkün olmadığı yıllar, ciddi bir sansür söz konusu. Belki bu nedenle siyasi içerikli olmayan çok sayıda tematik derginin, “haftalık gazete”nin çıktığını görüyoruz. Diğer yandan bu kuşak değişimi bizzat deneyimlemiş, kendinden öncekilerden farklı olarak modernliğin içinde biçimlenmiş bir kuşak. Öğretmek değil yeni arayışlarla hızla değişen dünyayı yakalamak peşindeler. Servet-i Fünûn dergisi etrafında toplanan isimler orada yazıyorlar, edebî ürünlerini önce dergide yayımlıyorlar. Demin söz ettiğim “Dekadanlar tartışması” da bu dergide yayımlanan şiirler, tefrika edilen romanlar yüzünden çıkıyor. Ahmet Mithat’ın başlattığı tartışmanın temel kaygısı bu yeni şairlerin yazarların dilinin anlaşılmaz oluşu. Kullanılan imgelerin, metaforların gündelik hayatta bir karşılığı yoksa o zaman bu yapılan edebiyat ne işe yarar? Edebiyatın işe yararlığı üzerinden ilerleyen bu eleştirilere verdikleri cevabî yazılarla Servet-i Fünuncuların aslında kendi manifestolarını kurduklarını, daha doğrusu edebiyat anlayışları üzerinde daha kapsamlı düşünerek belli bir kavramsallaştırmaya gittiklerini söylemek yanlış olmaz. Onlar için maksat, bireyin kendi duygulanımlarını ifade edebileceği bir dil yaratmak. Bireyin dünyaya bakışını esas alan, dili iletişimsel olmaktan, mesaj vermekten ziyade insanın dünyasının sınırlarını genişletmek üzere kullanan bu anlayış, asır sonu Avrupa edebiyatını ve sanatını da biçimlendiren, gerçekliğin bireyden doğru bir bakışla kurulduğu, algılandığı düşüncesi ile doğrudan ilintili.
Bu çerçevede 19. yüzyıl sonu modernliğini deneyimleyen, çağdaşları Batılı yazarlarla ruhdaşlıklarını ifade eden bu kuşağı daha iyi tanımanın imkanını Servet-i Fünûn dergisinin sayfaları arasında bulacağımızı anladık. Daha önce hakkında bütünlüklü bir çalışma yapılmamış olan Servet-i Fünûn dergisi üzerine düşünmenin, dahası dergiyi ayrıntılı olarak çalışmanın hem edebiyatın o dönemini aydınlatmakta hem de dergiler üzerinden oluşturulan bu kültür ortamının asır sonu Osmanlı kültür tarihindeki yerini anlamakta çok yararlı olacağını düşündük.
Servet-i Fünûn dergisi ne kadar süreyle yayın hayatına devam ediyor?
Dergi 1891’de yayımlanmaya başlıyor 1944’e kadar çıkıyor. 1928’e kadar Arap alfabesiyle, bu tarihten sonra ise Latin alfabesiyle basılıyor. İsmi Latin alfabesine geçtikten sonra Uyanış olarak değişiyor. Sonuna kadar dergiyi çıkaran kişi Ahmet İhsan. Ahmet İhsan, edebiyat tarihlerinde çok fazla karşımıza çıkmasa da kültür tarihi ve yayıncılık açısından çok önemli bir figür. 1891-1944 arasında neredeyse hiç aralıksız Servet-i Fünûn’u çıkarıyor olmakla gösterdiği müthiş çabanın yanı sıra sahibi olduğu matbaa ve yayıneviyle diğer yayıncılık faaliyetlerini de sürdürüyor. Biz projede esasen daha önce sözünü ettiğim edebi döneme paralel olan 1896-1901 arasını çalışıyoruz çünkü şu halde bile ciddi miktarda sayıyla uğraşıyoruz.
Dergi haftalık yayınlanıyor, perşembe günleri çıkıyor. 1891’de Ahmet İhsan bu dergiyi ilk çıkarmaya başladığında Mülkiye’den yeni mezun olmuş biri, hemen bir matbaa kuruyor. Okula gidip gelirken Hachette Yayınları’nı, o dönemin Fransızca yayınlarını takip ediyor ve Hachette’e çok özeniyor. Benzer bir yayın politikası oluşturmak istiyor. Önce başka bir isimle (Alem Matbaası) matbaayı açıyor. Zaman içerisinde derginin de yayımlandığı Servet-i Fünun Matbaası ortaya çıkıyor. Sadece dergi değil, ciddi bir kitap yayıncılığı da söz konusu.
Ahmet İhsan dönemin ilerlemeci, aydınlanmacı, modern entelektüelinin tipik bir örneği. Aynı zamanda başarılı bir serbest girişimci. Dergi de onun çok yönlü entelektüel kimliğinin bir ifadesi adeta. Önce bir fen dergisi olarak yayın hayatına başlıyor Servet-i Fünûn ki, ‘’fenlerin hazinesi’’ anlamına geliyor. Bugün fen deyince biz işin daha pozitif bilimler kısmını anlıyoruz. Fakat fen dediğimiz alan 19. yüzyıl sonunda o kadar dar kapsamlı değil. Bir fen dergisi olarak başlasa da başından itibaren sadece fen yok dergide… Bizim çalıştığımız dönem ise edebiyatın ağırlıkta olduğu bir dönem. En azından edebiyat tarihlerinde bu şekilde yer alıyor. Bu dönemde Ahmet İhsan derginin edebiyat kısmının başına Tevfik Fikret’i getiriyor. Yine de dergi bu dönemde bile tamamıyla edebiyat ağırlıklı bir dergi değil. Daha ziyade bir kültür magazin dergisi. Bu aslında 19. yüzyılda, özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısında Avrupa’da çok yaygın olan bir dergicilik biçimi.
Gazete ve dergiciliği şöyle düşünmek lazım; bugün sosyal medyada nasıl bir çeşitlilik varsa o dönemde de dergilerde ciddi bir çeşitlilik var. Dergi bu anlamda okuması yazması olan neredeyse herkesin ulaşabileceği bir mecra. Dolayısıyla bir kültür-magazin dergisi olarak Servet-i Fünûn birbirinden çok farklı kategorilerde yazılara yer veriyor.
Buradan hareketle şöyle bir iddia ileri sürdük: Servet-i Fünûn dergisi dönemin başka birçok dergisi gibi hatta belki diğerlerinden biraz daha belirgin biçimde, Osmanlı’nın kalburüstü entelektüel kesimi üzerinden yayılarak modernliğin nasıl deneyimlendiğini bize gösteren bir mecra.
Modernlik deneyimi derken gündelik yaşam pratiklerinden, bilimle, sanatla, tıpla kurdukları ilişkiye kadar aklınıza gelebilecek her alanda nasıl bir deneyim söz konusuysa bunun doğrudan ipuçlarını veren bir malzemeyi haiz bir mecra. Bu deneyimin ilk işaretlerini önce edebi metinlerde görmeye başlamıştık. Edebiyat metinleri de bize edebiyat tarihlerinde iddia edildiğinin aksine, çok daha bütün dünyaya açık ve çok daha samimi bir bakışla biçimlenen; bildik Batıyı taklit söyleminin değil, özgül ve öznel bir modernlik deneyiminin ürünü olan bir dünyanın peşinde olduklarını göstermişti.
Derginin okurlarıyla ilişkisi nasıldı?
Okurla kurulan ilişki, okurun ne oranda dergide yer aldığı dönemin kültür ortamını anlamak açısından da önemli. Okurun doğrudan bir muhabir gibi derginin içinde yer aldığı bölümler var. Çok interaktif bir yayın söz konusu. O nedenle bazı bakımlardan bugünün sosyal medyasına benzetiyorum. Okur muhabirler özellikle yaşadıkları şehirlerden haber veriyorlar. Dergi yönetimi yaptığı çağrıda “Vilayattan şehir menazırına, inşaata ve kıyafet-i mahalliyeye müteallik olarak gönderilecek” fotoğrafların yayınlanacağını söyleyerek okurları aynı zamanda yerel bir muhabir olmaya davet ederken şehir manzarası, inşaatlar ve yerel kıyafetlere dair fotoğrafların gönderilmesini teşvik ediyor. Okurlar, bunların yanı sıra taleplerini ve bazen çeşitli konulardaki görüşlerini de yayınlanmak üzere iletiyorlar.
Anlaşılan bu insanlar, derginin yazar kadrosu ve yönetimi, 19. yüzyıl sonunda dünya büyük bir hızla değişirken, bütün olan biteni yaşadıkları yerelliğin içinden, ama derginin açtığı pencereden dünyaya uzanarak, doğrudan deneyimliyorlar. Uzaktan seyretmiyorlar. Bir kere çok ciddi bir etkileşim olduğunu fark ediyoruz. Okurla derginin etkileşimine benzer biçimde derginin dünyayla kurduğu ilişki de son derece dinamik. Örneğin, Fransa’da yayınlanan bir makale 10-15 gün içinde dergide yer alabiliyor. Zamanı içinde değerlendirirsek oldukça hızlı gelişen bir süreç. Üstelik sadece Avrupa’yla değil, Amerika’yla ve hatta Japonya’yla kurdukları böyle bir ilişki var.
Derginin ayırt edici özelliği, musavver yani resimli oluşu da bu etkileşimin sonuçlarından biri. Örneğin Fransa’da çıkan L’Illustration dergisinden ya da İngiltere’deki The Graphic’ten doğrudan etkileniyorlar. Avrupa’da bu dönemde Servet-i Fünûn’a çok benzeyen başka dergiler de çıktığını görüyoruz. Resimli ya da illüstratif dergi, kitap fikri elbette 19. yüzyılın ikinci yarısında özellikle fotoğrafın keşfedilmesiyle birlikte görsellik algısının değişmesinin etkisiyle yeni bir aşamaya geçiyor. Bu nedenle Servet-i Fünûn’un resimli oluşu ve görselliğin yoğun kullanımı incelememizde önemli bir yer tuttu.
Böylece musavver haftalık bir gazete, bir kültür magazin dergisi olarak Servet-i Fünûn’un sahip olduğu geniş yayın çeşitliliğini anlamlandırmak üzere dergiyi beş ana kategori ve çok sayıda alt kategoriye ayırarak inceledik. Edebiyat, Fen, Görsellik, Güncel Haber ve İçtimaiye kategorileri dergide yer alan yazıları ve görsel malzemeyi tasnif etmemize olanak verdi. Bir yazı veya resim aynı anda birden çok ana kategoriye ve alt kategoriye girebiliyordu. Diğer bir deyişle yazılar ve görsel malzeme tek bir konuyla sınırlanamayacak kadar çeşitlilik arz ediyordu ve kategorilerin çok sayıda kesişim kümesi söz konusuydu.
Derginin içeriğinden biraz bahsedersek…
Derginin içinde tüm bu kategori ve alt kategorilere dahil edilebilecek yüzlerce yazı, resim ve fotoğraf var. Bunlar arasında derginin yayımlandığı ilk günlerden itibaren süregiden seriler önemli bir yer tutuyor. Mesela bir başlık verelim; Musahabe-i Fenniye. “Fen sohbetleri” manasına geliyor. Musahabe bir tür aslında. Sohbet biçiminde yazılmış, bugünün köşe yazısıyla deneme arasında düşünebileceğimiz bir yazı biçimi. Bu bölümü genellikle derginin Ahmet İhsan’dan sonra en emektar isimlerinden Mahmut Sadık hazırlıyor. Fennî konuların zaman zaman sanatla, gündelik hayatla ilişkisi üzerinden tartışıldığı bu sayfalarda Röntgenin keşfinin hayatımıza etkisinden elektrikli arabaların ya da denizin üstünde giden tramvay denemelerinin haberlerini okumak mümkün. Mahmut Sadık en güncel teknoloji ve bilim olaylarını sokaktaki insanın hayatını nasıl etkileyeceği tahayyülüyle birlikte ele alıyor.
Bir başka uzun soluklu seri başlığı İstanbul Postası. L’Illustration’da yer alan Paris Postası’na çok benzer bir formatta hazırlanan bu diziyi çoğunlukla Ahmet İhsan yazıyor ve her hafta bu başlık altında yayımlıyor. O hafta İstanbul’da yaşananlar veya yaşanacak olanlar, önce hava durumundan başlayarak İstanbul’un güncel imar olaylarına ve bunlara dair şikâyetlere değin şehre ait her şey yazılıyor. Bu sayfalar aracılığıyla bir kamuoyu oluşturulabiliyor. Haftanın kültür sanat etkinlikleri, şehre gelen tiyatro ve operet kumpanyaları, çoğunlukla Avrupa’nın tanınmış oyuncuları yine bu sayfalarda haber veriliyor, oyunlar hakkında kısa yorum ve eleştirilere yer veriliyor. Ramazan ayı ve Ramazan eğlenceleri de şehre dair konu edilen temel başlıklardan. Başkentin güncel hayatını görmek açısından çok ilginç bir seri olduğunu söyleyebilirim.
Derginin bu ve benzeri içeriği ile resimli oluşunu bir arada düşünmemizi gerektiren önemli bir ipucunu ifade bölümünde kendileri dile getiriyor. Buna göre Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları içinde gerçekleşen olaylar, yerel haberler ve bunların resimleri dergide mutlaka yer bulacak. Aktüalite yani “medeni dünyada olup bitenler”i takip etmek de derginin misyonlarından bir diğeri. Öte yandan resim ve fotoğrafları sadece bir haberi desteklemek için kullanmıyorlar, bazen bir resmin kendisi, kendi kendine bir hikâye anlatıyor. Mutlaka Şark manzaralarına yer verilmesi gerektiğini de özellikle belirtiyorlar. Bunu yaparken aslında Osmanlı’nın tüm sınırlarını gözetiyorlar. Bu anlamda derginin kendine yüklediği misyon bizim projedeki kategorizasyonumuzu da doğruluyor. Ana kategorilerden biri olan güncel haber başlığının alt kategorileri arasındaki İstanbul’dan haber, vilayattan haber ve dünyadan haber başlıkları gerek yazı sayısı gerek kullanılan görsel malzeme açısından büyük yer kaplıyor.
Derginin Şark’la kurduğu ilişki nasıl genel olarak? Oryantalist denebilecek bir bakış açıları var mı?
Açıkçası oryantalist bir bakış açıları var ancak bu onlara özel bir şey değil, kendilerinden önceki kuşakta da var olan bir özellik bu… İstanbul’dan vilayata yani taşraya yaklaşırken o oryantalist bakıştan söz etmemiz gerek. Mesela Ahmet İhsan Konya’ya, Suriye’ye ve birçok başka vilayete gidiyor, çok sayıda gezi yazısı yazmış; bu yazılarda gittikleri yerlere mesafeli, merkezden uzak olduğunu hissettiren, kendi medeni, modern kavrayışlarının uzağında bir mekânı tarifleyen bir bakış hakim. İmparatorluk sınırları dahilinde olmakla beraber vilayat çoğunlukla “uzak” bir taşra olarak çiziliyor.
Öte yandan Paris’ten bildiren muhabirin bakışında başka türlü bir eleştirellikle, daha ziyade oksidentalist diyebileceğimiz bir bakışla karşılaşıyoruz. Devamlı bir karşılaştırma var Osmanlı’yla Fransa arasında bu yazılarda, ama bu karşılaştırma hayranlık üzerinden değil basitçe gündelik hayat pratikleri üzerinden yapılıyor. Tabii zaman zaman muhabirin bazı manzaralar karşısında, örneğin sokakta yaşayan evsiz insanları gördüğünde “Bizde asla böyle olmazdı” mealinde sözler sarf ettiğini okuyoruz.
Aslında burada örnek verdiğim gezi yazıları üzerinden düşünürsek kategorilerin hiçbirinin sabit olmadığını anlayabiliriz. Dünyadan haber, vilayattan haber kategorisine yerleştirdiğimiz bu yazılar aynı zamanda seyahat alt kategorisine giriyor. Devamlı bir kesişimsellik söz konusu. Bir yazı ya da resim hem güncel haber, hem fen-teknoloji hem de içtimaiye altında ele alınabiliyor. Bu noktada alanların birbiriyle çok fazla kesiştiğini, çok iç içe geçtiğini görüyoruz. Bilim sanattan ve edebiyattan apayrı bir alana hapsedilmiyor, ki bu 19. yüzyıl sonunun bakışının bir parçası ve derginin formatını, yapısını da etkiliyor.
Dergide bu denli farklı alanlarda yazıp çizen insanların eğitim düzeyleri de yüksek olsa gerek?
Evet, oldukça yüksek. Çoğu Mülkiye, Galatasaray Sultanisi veya Askeri Tıbbiye gibi seküler ve modern eğitim kurumlarından mezun. Şair Cenap Şahabettin örneğin, aynı zamanda bir karantina doktoru. Ahmet İhsan, Mülkiyeli, Halit Ziya mekitarist mektebinde okumuş.
Hangi yazarlar öne çıkıyor bu dönemde?
Birçok yazar var… Tevfik Fikret, dergiye çok fazla yazmamış olsa da Halit Ziya, dekadanlar tartışmasını sürdüren Cenap Şahabettin, Mehmet Rauf, Namık Kemal’in oğlu Ali Ekrem, Hüseyin Siret, Hüseyin Suat gibi şair ve yazarlar, İttihat ve Terakki, Cumhuriyet döneminin de öne çıkan isimlerinden Hüseyin Cahit, fen yazılarıyla Mahmut Sadık, tıp yazılarıyla Besim Ömer, edebiyat eleştirileriyle Ahmet Şuayip…
Bu proje aynı zamanda Türk basın tarihi adına da çok önemli bir yere oturuyor olmalı…
Elbette. Aslında dönemin diğer dergileriyle karşılaştırmalı bir çalışma çok iyi olurdu ancak Servet-i Fünûn 16 sayfa büyük boyutlu bir dergi, şimdilik bir karşılaştırma yapma olanağı bulamadık. O dönemde birçok başka dergi var ve gördüğümüz kadarıyla bu kültür-magazin tarzı epeyce kabul görmüş. Uzun zaman Türkiye’nin dergicilik tarihinde yer alan benzer formatta dergilerin yayında olduğunu anlıyoruz.
Derginin dağıtımını nasıl yapıyorlar?
1897’de bir döküm vermiş dergi. Buna göre 2100 adet basılıyor haftada, çok ciddi bir sayı bu. Bunun 1290 adeti vilayata yani taşraya gidiyor. 144 adeti yabancı ülkelere gidiyor, 400’ü İstanbul’da nüsha nüsha satılıyor ve 106 tanesi abonelere gönderiliyor. 160 tane de koleksiyon nüshası var. Burada bence en ilginç olanı 1290 adet vilayat nüshası.
Vilayat denildiğinde İmparatorluğun geniş coğrafyasının tamamı kastediliyor. Dergi bu anlamda bu geniş coğrafyaya ulaşıyor. Elbette bu oradaki halkın dergiyi okuduğu anlamına gelmiyor. Bu pek mümkün de değil, okuma yazma oranlarını düşünecek olursak… Ancak orta ve üst düzey memur tabakası bir biçimde bu dergiyi edinip düzenli olarak okuyorlar. Vilayatı merkeze ve dünyaya bağlayan bir köprü görevi görüyor dergi… Öte yandan daha önce belirttiğim gibi Bursa, Edirne, Adana, Konya gibi yerlerden düzenli haber gönderen muhabirler var ve kimi zaman okur kimi zaman yerel muhabir diyebileceğimiz bu kişiler o yörede gerçekleştirilen inşaatlara, imara dair yazı ve fotoğraflar gönderiyorlar. Bu yapılaşma örnekleri yalnızca inşaat olarak görülmüyor, gelişme ve ilerlemenin somutlandığı, medeniliğin işaretleri olarak sergileniyorlar. Bilhassa demiryolu çalışmalarına büyük önem veriliyor. Örneğin Hicaz Demiryolu’nun inşaat süreçleri ayrıntılı olarak fotoğraflanıyor. Dünyada olup bitenleri, teknolojik gelişmeleri, keşifleri de aynı meraklı bakışın filtresiyle görüyoruz. Diğer yandan bu bakışın emperyal bir yanı da var. Hala güçlü bir imparatorluğun bakışıyla görüyorlar dünyayı.
Dergide politik eleştiriye pek fazla yer yok denilebilir mi?
Aslında bir politika ekleri var ama burada daha ziyade atamalara ve reklamlara yer veriliyor. Güncel politik eleştiri bulmak zor gerçekten, büyük oranda İstibdat döneminin etkisi bu. Zaten saraydan destek alan bir dergi Servet-i Fünûn. Padişahın her doğum günü, tahta çıkışının yıldönümü, çocuklarının haberleri gibi olayları kapaktan duyuruyorlar ve mutlaka bir şiirle, bir kutlamayla yayınlanıyor bu tür haberler…
Ahmet İhsan matbaayı kurarken dönemin en iyi ekipmanlarını kullanabilmek için saraydan destek alıyor ve çok modern, çok güzel bir matbaa kuruyor. Dergi o destekle beraber çıkmaya başlıyor. İlerleyen zamanlarda da saraydan birtakım destekler geldiği için sarayı karşılarına alacak bir tavırla yayın yapmak istemiyorlar. Buna rağmen dergi yayın tarihinde iki defa kapanıyor.
Resmî ilişki biçimlerine son derece dikkat ediliyor. Örneğin Güncel Haber kategorisi altında ele aldığımız bürokrasi haberleri her sayıda hatırı sayılır bir yer kaplıyor. Kim nereye atanmış, hangi paşa hangi göreve gelmiş, bunların haberleri veriliyor. Yalnızca Osmanlı’nın değil, Avrupa’nın bürokrasi ve kraliyet gündemi de var dergide. Yani hangi prens ya da bakan nereye gitmiş ne yapmış, hepsi bu bölümde kendine yer buluyor. Benzer biçimde gerek İmparatorluk içinde gerek Avrupa ve diğer dünya devletlerinde üst düzey yönetici, kraliyet ailelerinin haberleri, doğum ve ölüm duyuruları da ihmal edilmiyor.
Yine İçtimaiye kategorisi altında yer verdiğimiz askeriye haberlerini de unutmamak lazım. Siyasete de bu kategori altında yer verdik. Dediğim gibi çoğunlukla güncel politika değilse bile uluslararası ilişkiler, dünya siyasetine, hali hazırda dünyanın çeşitli bölgelerinde sürmekte olan savaşlara dair haberler bu kısımda yer alıyor.
Yine İçtimaiye kategorisi altına aldığımız kadın ve moda başlıklarına da kısaca değinmek gerekir. Aslında kadınlarla ilgili çok az şey var dergide. Örneğin kadın yazar sayısı çok çok az. Kadınlara dair haberler de öyle. Servet-i Fünûn bu anlamda oldukça “erkek” bir dergi ve dolayısıyla kullandıkları dil de daha eril bir dil. Öte yandan ilerleme fikrinin, medeniliğin bir işareti olarak düşünülen moda resimleri bütünüyle Avrupa’daki güncel kadın modasını takip ediyor.
Dünyadan ilginç haber başlıklarına da biraz değinebilir miyiz?
Örneğin Amerika’da Hudson Körfezi üzerine kurulmakta olan yeni köprünün haberini görüyoruz. Fotoğrafıyla birlikte. Almanya’da geliştirilen elektrikli otomobil üzerine bir haber yapmışlar. Bunun da hem fotoğrafı hem haberi var ancak buradaki fotoğraf aslında bir fotoğraftan resim çizimi, bunu sıklıkla yapıyorlar. Paris Hayvanat Bahçesi’ne yeni getirilen kuş türlerinin haberini yapmışlar ve yine fotoğraftan çizimleriyle birlikte.
Dergiyi o dönemde dünyaya bağlayan bir başka önemli haber konusu ise dünya fuarları. Çok sayıda ülke pavyonlar kuruyor bu fuarlarda ve güçlü bir şekilde tanıtımlarını yapıyorlar. Dergi yazarları, muhabirleri bu fuarların hepsinin tek tek takibini yapıyorlar ve çok ayrıntılı biçimde haberleştiriyorlar. Müthiş bir merak duygusu var. Diğer ülkelerde ne olup bittiğini, onların nasıl bir tarihleri olduğunu, yaşam biçimlerini yazıyorlar.
Hazırladığınız web sitesinin açılmasıyla derginin belirli bir dönemi tamamıyla dijital ortama taşınmış olacak mı?
1896-1901 arasındaki bütün dergi malzemesi ve onun tasnifi web’de olacak. Web tasarımını Buket Okucu ve Umut Özbay titizlikle yaptılar. Bu dönemden herhangi bir sayıyı açtığınızda kapaktan başlayarak içeriğin tümünü öncelikle resim olarak görme şansınız olacak. Her sayının içeriği yukarıda söz ettiğim kategorilere göre tasnif edilmiş biçimde, translitere edilmiş başlıkları ve kısa birkaç paragrafla araştırmacılara sunulmuş olacak. Bizim çalıştığımız dönem, derginin yayın hayatı içindeki çok küçük bir kısım elbette. Biz bir edebiyat kuşağı olarak bilinen Servet-i Fünun kuşağının edebiyatının arkasında ne olduğunu görmek üzere yola çıktık ama sonra bu iş daha çok bir kültür tarihi projesine dönüştü. Sadece edebiyatla sınırlanamayacak çok çeşitli bir içerik ve zengin bir dünyayla karşılaştık.
*115K608 numaralı TÜBİTAK 1001 Projesi
BÜ Kurumsal İletişim Ofisi’nden Özgür Duygu Durgun ve Oktay Güney tarafından gerçekleştirilen bu söyleşi ilk kez Boğaziçi Üniversitesi Haberler sitesinde yayınlanmıştır
Fotoğraflar: Kenan Özcan