Sosyalistlerin ‘seçimler ve oy verme’ konusundaki tarihsel/siyasi deneyimi, seçimlere sırt çevirmek değildir. Seçme ve seçilme hakkı 1840’lı yıllardan, Çartist hareketten bu yana işçi sınıfının bir talebi olmuştur.
Üstelik Türkiye gibi hala seçimlere katılım oranının çok yüksek olduğu bir ülkede oy kullanmak, kendini siyasi olarak ifade etme biçimidir. Bu sebeple ‘boykot’ türü bir siyasi tutum, sandığa gitmeme çağrısı öyle kolayca yapılacabilecek bir iş olamaz. Çok güçlü kitle bağlarına sahip olmayı gerektirir. Mevcut durumda ‘boykot’ çağrısı yapmanın örgütsel ve siyasi bir karşılığı bulunmuyor.
Tehlikeli olan bir başka yaklaşım ise, emekçileri sandığa mahkum etmek olur. Mücadeleyi oy sandıklarına hapsetmek giderek hakim sosyalist seçim siyaseti oldu.
Bu seçimlerde yeni olan, HDP’nin (ve ÖDP’nin) emekçi kitleleri mevcut burjuva seçenekler üzerinden oy vermeye çağırmasıdır. Oysa, düzen partilerinden kim kazanırsa kazansın, emekçi sınıfların hayatını değiştirecek bir sonuca yol açmayacaktır. Emekçi sınıflar için seçimler eliyle olumlu sonuç beklemek saflık olur.
Devrimcilerin, sosyalistlerin seçimlere katılma sebebi, seçim dönemlerinde kitlelerin politikayla daha fazla ilgili olmalarıdır. Yüzlerini siyasete döndükleri ender dönemlerden biridir. Seçimler vesilesiyle sosyalizm ve devrim fikrini kitlelere anlatma imkanı vardır. Kitleleri sandığın dışına çıkmaya çağırma imkanı olur. Yoksa seçimler yoluyla işbaşına gelip sosyalizmi uygulama vaadiyle seçimlere katılamayız.
Devrimci sosyalist tutum, “seçimlere katılmak ancak sandığa mahkum olmamak” olarak özetlenebilir.
Nitekim, bağımsız sosyalist kadın ve işçi adayların çıkabildiği yerlerde, bu adayların etrafında sosyalizm propagandası, kapitalizmin ve iktidar partisinin teşhirini yapabilmek önemlidir. Bu imkan sınırlı olsa da küçümsememeliyiz.
31 Mart seçimlerinde sosyalist eğilimler
EMEP ve ÖDP yasal sürece dair eksiklikler gerekçe gösterilerek parti olarak seçimin dışında bırakıldı. YSK’ya itirazlardan sonuç çıkmadı. TKP ise, seçimlere parti olarak katılma hakkı kazandı.
Bu seçimlerde sosyalist ana eğilimler ve HDP devrimci propaganda ve örgütlenme yerine AKP’nin geriletilmesi, AKP’nin kaybettirilmesi siyasetini benimsediler. Bu nedenle bazı yerellerde sol güç birlikleriyle, çoğunda CHP-İYİ Parti ile, Urfa, Adıyaman özelinde ise, Saadet Partisiyle işbirliği yapılıyor.
ÖDP, CHP ile işbirliğine ağırlık veriyor. İstanbul Beyoğlu ilçesinde parti genel başkanını aday gösterdi, Ordu Çamaş’ta ise, ilçe başkanı CHP listesinden aday oldu. ÖDP-CHP ittifakı bu kadar sınırlı olsa da, siyasi olarak Türkiye genelinde bir ittifak olarak algılandı.
EMEP, bir dizi görüşmenin ardından HDP ile anlaşmazlığa düştüğü Kocaeli, Balıkesir, Tekirdağ, Kayseri, Denizli gibi illerde bağımsız aday gösterecek. Kimi yerellerde ise, HDP, EMEP, ÖDP ve kimi sosyalist gruplar CHP listelerinden seçimlere girecekler; örneğin İstanbul Esenyurt’ta şimdilik manzara budur. Bazı ilçelerde ise bağımsız adayları olacak.
TKP ise, HDP-CHP arasında bölünen sola alternatif olma kaygısıyla siyasal zıtlarıyla buluştu: Dersim’de Sosyalist Meclisler Federasyonu’nun adaylarını kendi listesinden gösterdi. Sol içinde üçüncü seçenek olma hedefiyle çıkarabildiği her yerde aday çıkartıyor. Türkiye genelinde 81 ilde ve 85 ilçede belediye başkan adayı var. Ancak ‘komünist’ bir hava sadece Dersim’den esiyor.
Diğer bazı sosyalist gruplar ise, İstanbul ve İzmir başta olmak üzere bağımsız aday çıkartıyorlar. Onlar da aralarında birlik oluşturabilmiş değil.
Siyasi fotoğraf ne söylüyor?
Sosyalist sol 7 Haziran 2015 milletvekili seçimlerinde olduğu gibi ağırlıklı olarak birlik resmi vermiyor. CHP’den de oy alacak üçüncü bir seçeneği oluşturacak ortak irade yaratılamadı. Gerici siyasi dalga ve ekonomik krizin basıncı altında, bağımsız sosyalist bir siyasi duruş yerine, AKP karşıtlığına dayanmıştır.
Suçlu aramak kaygısıyla söylemiyoruz: HDP’nin “Doğu’da kayyum atanan belediyelerin geri alınması, Batı’da AKP’nin geriletilmesi” politikası sosyalist solda dağılmaya yol açtı. Kuşkusuz, hiç kimsenin kayyum atanan belediyelerin geri alınması konusunda karşı görüşü yok. Ancak ‘Batı’da AKP’yi kaybettirmek üzere en güçlü olduğu yerlerde dahi aday çıkartmaması ve CHP-İYİ Parti’yi desteklemesi, hem parti içindeki sosyalist bileşenler arasında (örneğin ESP) destek bulmadı hem de parti dışındaki sosyalist partilerle kurulan birlik ve işbirliğini zaafa uğrattı.
Kimse bize bu siyasi gerilemeyi, siyasi bir adımmış gibi sunmasın: AKP’nin ceberutluğunu, AKP faşizmini, AKP otoriterliğini vb. geriletmek üzere bu siyasetin üretildiğini ileri sürmesin. Sözü edilen ceberrutluğu, faşizmi alaşağı etmek CHP-İYİ Parti ile yanyana gelmekle mümkün olabilir mi? Ya da Kürdistani partilerle, Saadet Partisiyle işbirliği bize bunu sağlar mı?
Faşizme karşı demokrasi kuşkusuz tercih edilir ancak ortada demokrasiden yana bir burjuva partisi yoktur; örneğimizde CHP-İYİ Parti demokrasiyi temsil etmiyorlar.
CHP’nin kazanması sistemin kaybetmesi sayılır mı?
AKP’nin uyguladığı ekonomi politikası, Ecevit hükümetinin ithal ettiği Kemal Derviş politikalarının devamıdır. Uyguladığı taşeron işçilik siyaseti, bizzat CHP’li belediyelerce sürdürülüyor. CHP’li Avcılar Belediyesinden İzmir Belediyesine kadar birçok CHP’li belediyede direniş, grev ve fiili iş bırakma eylemleri boşuna yaşanmıyor.
AKP’ye kaybettirme politikası belediye işçileri için anlamsızdır. AKP ve CHP’nin belediyecilik ve belediyelerdeki işçilere karşı olan politikası neredeyse aynıdır. Kent ve kentsel dönüşüm politikası benzerdir.
Bu nedenle ne Beyoğlu ÖDP Genel Başkanı ile ‘güzel günler’ görebilir, ne de kayyum atanan iller geri alınsa bile, yeni kayyumların önü kesilmiş olur. Ana mekanizma -burjuva devlet ve kapitalist ilişkiler- ayakta kaldığı sürece seçimlerin değiştirici gücü neredeyse sıfırdır.
Seçim, sandık ve devrim arasında
Bugün hem HDP hem ÖDP ve diğer sosyalist eğilimler esasen seçimci bir siyasal çizgi izliyorlar. Bu büyük bir siyasi gerilemedir ve kitleleri sandığa mahkum etmek anlamına geliyor.
Oysa ki, Türkiye kapitalizmi tarihinin en derin ekonomik ve siyasi krizine sürükleniyor. Bu sürükleniş ortadayken, olağan bir seçim dönemiymiş gibi, basitçe ittifak ve seçim taktikleriyle siyasi durumu geçiştirmeye çalışmak, emekçi kitlelere, yoksullara karşı olan sorumluluğumuzu yerine getirmemek olur.
Mesele seçimlerde kime oy verileceğinden çok, devrimci sosyalistlerin devrimci görevlerini yerine getirmek üzere ne yapmaları gerektiğidir. Bugünkü koşullarda devrimci seçeneklerin varlık bulma imkanları çok zayıf. Siyasi olarak seçimlere bel bağlanmamalı, AKP-MHP gericiliğini seçimler yoluyla alt edebileceği izlenimi verilmemelidir. Kitlelerin mücadelesi olmaksızın emekçiler lehine bir değişim olanaksızdır.
AKP’yi geriletme adına emekçiler arasında hayal kırıklıkları, moral bozuklukları yaratacak siyasi tercihleri savunmak ise, işçi ve emekçilere, Kürt yoksullarına karşı sorumsuzca davranmak demektir. Bu sorumsuzluğa ortak olmayalım.