Soru şudur: Yasama, yargı, yürütme ve basın kesinkes iktidarın denetimindeyken, siyasi hava ırkçı milliyetçilikle kirletilmiş, savaş halindeki ve OHAL ile yönetilen bir ülkede, siyasi iktidara karşı nasıl bir mücadele yürütülebilir, yürütülmesi gerekir?
Türkiye’nin iki ayrı gündemi var. Birinci gündem, 16 yıldır iktidar partisi tarafından belirleniyor. AKP, iktidarını güvenceye alacak adımları toplumun rızası olmasa da, zor yoluyla topluma kabul ettirmenin yollarını dayatıyor.
Diğer gündemi ise, iktidarın siyasi ve fiili zoru karşısında itirazı olanlar oluşturuyor. Çoğu zaman tutarsız, eklektik, lidersiz ve etkisiz bir muhalefetin talepleri karşımıza çıkıyor.
Cumhur İttifakı’nın gündemi
Herkes biliyor ki, onlar 2019 yılında yapılacak üç seçimle ilgililer: Yerel seçimler, başkanlık seçimi ve milletvekili seçimleri. AKP bu gündemi güçlendirmek üzere kendi cephesini tahkim ediyor. ‘Cumhur İttifakı’ isimli AKP-MHP ve BBP ‘seçim ittifakı’ oluşturuldu. İttifakı mümkün kılacak yasal düzenlemeler 26 maddelik bir öneri paketiyle meclis gündemine taşındı.
Siyasi iktidar, demokratik koşullarda seçimleri kazanamayacağını görüyor: Hem 7 Haziran 2015 seçimlerinde hem de 16 Nisan 2017 referandumunda AKP kaybetti. Kazandığı son seçimleri ise, savaş koşullarında elde etti. AKP, şimdi de Afrin operasyonunu uzatarak, iç politikada sözde ABD-Avrupa karşıtı, Kürt düşmanı ırkçı siyasal söylem üzerinden yeniden seçimleri kazanma stratejisi izliyor.
Öyle anlaşılıyor ki, seçim tarihine kadar bu politikayı sürdürmek suretiyle siyasi havayı zehirleyerek siyasi süreci denetim altında tutmayı deneyecekler. Kuşkusuz bu politikayı sürdürmenin kolay olmadığı apaçık, bu da seçim tarihlerinin erkene alınması meselesini gündeme getirebilir veya seçimlerin ertelenmesi söz konusu olabilir.
AKP-MHP ittifakının Türkiye toplumuna savaş dışında verebileceği hiçbir siyasi hedef kalmamıştır. Emperyal Osmanlı hayalleri bir süre idare etse de orta ve uzun vadede karın doyurmaz. İktidar cephesinin ekonomik kriz koşullarında halkın yaşadığı sıkıntılara iş, aş gibi taleplere vereceği doyurucu yanıtı yok. Mega, çılgın projeler ise, topluma maliyeti yüksek olan yap-işlet modelleridir ki, kamu maliyesindeki açığı daha da büyüten sonuçlar doğuruyorlar.
İkinci Cephe’nin gündemi
Bunca anti demokratik uygulama, özgürlüklerin kısıtlanması, sıradanlaşan gözaltılar, tutuklamalar; tek tipleşen medya kanalları, siyasete egemen olan ırkçı söylem, iktidar çıkarlarının ulusal çıkarlarmış gibi sunulduğu savaş politikaları, OHAL’in yönetim biçimi olarak kalıcılaşması, ‘terörizm’ ifadesinin sıradanlaşması, bunun yol açtığı yüzbinleri kapsayan mağduriyet, işten çıkartma, işkence…
Tüm bu sorunları birlikte ifade etmek üzere yanyana gelemeyen bir burjuva muhalefet. Tarihin en anti demokratik siyasi iktidarı karşısında burjuva temellerde dahi bir muhalefet cephesini oluşturamayan ana muhalefet. Kürt sorununda burjuva çözümler bile konuşulamıyor. Tüm bunları mümkün kılan uluslararası gerici siyasi ortam, aşırı sağın Avrupa ve dünya seviyesinde yükselişi…
Tarif edilen siyasal havada parlamentodaki ve dışındaki burjuva muhalefet partilerinin tutarsızlığı, Kürt meselesindeki korkaklığı, iktidarın en kritik gerici siyasi hamleleri karşısında ‘milli ve yerli’ cepheye dahil oluşu… Bu sebeplerle burjuva muhalefetin tutarlı bir demokrasi programını oluşturması, bunun takipçisi olması, demokrasi mücadelesi yürütmesi beklenemez. CHP’den bu mücadeleyi yürütmesi için bir beklenti, arzu, istek olabilir ancak CHP bugüne kadar izlediği siyaset sebebiyle defalarca bunu yapamayacağını, yapmayacağını göstermiştir.
CHP ve yol arkadaşı İYİ Parti’nin topluma verdiği mesaj şudur: Seçim güvenliği bulunmuyor, seçim güvenliği olursa AKP kaybeder, biz kazanırız. Seçim güvenliği olmazsa, biz kazanamayız!
Bu söylemin kendisi bile, AKP-MHP ittifakının siyaset katında oluşturduğu güç ve iktidar bloğunu kırmaya yönelik bir hedefi işaret etmiyor. AKP-MHP bloğu, elinde bulundurduğu ikitidar olanakları sayesinde yani yasama, yürütme, yargı ve basın gücüyle ‘güvenli’ bir seçim atmosferi yaratır mı? İktidarını kaybedeceği bir ‘seçim güvenliği’ sistemini oluşturur mu? Bunu onlardan istemek, seçim güvenliğini sağlamaya yeter mi? Eğer cevap hayır ise –ki, CHP ve İyi Parti bunu bizden iyi biliyor-, o vakit böyle bir talebin peşinde gitmenin manası nedir?
Seçim ittifakı yasa tasarısındaki ‘seçmen, sandık güvenliğini risk altında gördüğünde polis çağırabilir’ ifadesinin kendisi bile, sandıkların polise emanet edilmesi demektir. Yeniden yapılandırılan polis teşkilatının elindeki seçim sandıklarından iktidar partisi dışında bir partiye oy çıkması eşyanın tabiatına aykırı olur.
Önceliklerimiz farklı
Seçimler ile demokrasi mücadelesini bir yönüyle birbirinden ayırmak gerekiyor. Seçimlerle düzenin değişmeyeceğini bilenler için, kimin hangi en geniş seçim ittifakı yapacağı ikinci dereceden önemlidir. Neticede seçimler bir gündür; demokratik hak ve özgürlükler için mücadele orta ve uzun vadeli devrimci bir mücadeleyi gerektiriyor. Kuşkusuz seçim taktiğiyle demokrasi mücadelesi programı ve ittifaklar arasında bağ olması arzu edilir, ancak biri diğerine feda edilmemelidir.
16 Nisan referandumundaki yanyana geliş biçimi bu bakımdan örnek alınıp tekrarlanacak, bunun için uğraşılacak bir model olamaz. Gerçekçi de değildir, referandumun Hayır Cephesinin tabanında Afrin operasyonuyla birlikte ‘evet’e kayma olmuştur. Referandumun liderliği ise, Kemal Kılıçdaroğlu kendisine verilen büyük desteğe rağmen aradan geçen süre içinde demokratik bir mücadele yönünde gereken adımları atmamış, bireysel yürüyüşler ve konferanslarla süreci akamete uğratmıştır.
AKP karşıtı muhalefet kendisine bir örnek arıyorsa, Gezi İsyanı’na bakabilir. Referandumun sol kanadı, yüzünü daha çok demokratik Kürt hareketine dönebilirse, o vakit Üçüncü Cephe’nin inşası yönünde bir adım atılmış olabilir.
Demokrasi meselesini ‘seçim güvenliği’ne indirgeyen basitlikten kurtararak militan bir demokratik hak ve özgürlükler mücadelesinin gerçekleşmesi, Üçüncü Cephe’nin örgütlenmesiyle mümkün olabilir.
Üçüncü Cephe’nin gerekliliği
Üçüncü Cephe esasen cevabını aradığımız şu soruya yanıt vermelidir: Yasama, yargı, yürütme ve basın kesinkes iktidarın denetimindeyken, siyasi hava ırkçı milliyetçilikle kirletilmiş, savaş halindeki ve OHAL ile yönetilen bir ülkede, siyasi iktidara karşı nasıl bir mücadele yürütülebilir, yürütülmesi gerekir?
Bu sorunun cevabı sıklıkla verildiği gibi ‘en geniş demokrasi cehpesi’ olamaz. En geniş demokrasi cephesi, esasen de Kürt sorununun varlığı koşullarında, mümkün olmayacaktır. Ancak şunu da ayırmak yararlı olabilir: Seçimler için ittifak olabilir ama demokrasi mücadelesi için en geniş cephe arayışı zaman kaybıdır.
Tutarlı bir demokrasi mücadelesinin iki temel dinamiği olacaktır: Birincisi, emekçi sınıflar diğeri Kürt demokratik hareketidir. Bu iki temel ayağın etrafında kadınlar, gençler, Alevi toplumunun demokratik unsurları, sosyalistler, farklı ezilen uluslar, kimlikler biraraya gelebilir. Demokratik mücadele tarihi içinde ‘Emek ve Özgürlük Cephesi’ olarak ifade edilen deneyimler yaşanmıştı. Bunlara başvurulabilir.
Sosyalist solda, Haziran Hareketi’nden geriye ne kaldıysa veya Kürt hareketiyle mesafeli duran sosyalist kesimlerin CHP ve HDP kongresine bakıp, ‘sol boşluk’ bularak kendi başlarına bir arayış içine girmeleri, kendilerini örgütlemelerine yarayacaksa, amenna; ancak bu boşluğun varlığını tespit etmek bir siyasal liderlik yaratmaya yetmiyor. Üstelik, yeni bir boşluk da değildir ve Haziran Hareketinin tarihi, ayrıntısına girmeyelim bu siyasi boşluğu dolduramamanın tarihidir.
CHP içindeki sol muhalefet de bağımsız bir rol oynayacak iradeyi temsil etmiyor, CHP içinde bu mücadeleyi yürütmekte kararlı oldukları anlaşılıyor ki, kendi açılarından haklılık payları olabilir.
Öyleyse geriye en diri iki güç kalıyor: Birincisi emekçiler, metal işçileri başta olmak üzere kamu emekçileri ve onları temsil ettiği oranda sendikalar, odalar; diğeri Kürt demokratik hareketinin içinde yer aldığı siyasi kurumlar, HDP/HDK. Bütün bunların etrafını örecek olan sosyalistler, Hayır Meclisleri, Gezi’nin bağımsız mücadeleci bireyleri.
Üçüncü Cephe seçimlere değil, devrimci demokratik mücadeleye odaklanmalı. Tutarlı bir devrimci demokratik program, tutarlı bir siyasi mücadele, ezilen, sömürülenlerin iktidar mücadelesini hedefleyen bir kitle örgütlenmesi/meclisler ve devrimci parti Üçüncü Cephe bileşenlerinin gündemi olmalıdır.