Salt’ın yeni sergisi Üç İç Denizin Ülkesi, kırk yılı aşkın süredir kararlı biçimde arkeoloji, tarih ve doğa odağında üreten Handan Börüteçene’nin bugüne kadar düzenlenen en kapsamlı sergisi. İsmi, sanatçının taşı toprağı ve mavilikleri kadar kültür mirası ile mitlerinden ilham aldığı bir coğrafyaya işaret ediyor: Anadolu ve Trakya.
7 Kasım’dan itibaren Salt Beyoğlu’nda görülebilecek sergi, sanatçının mezuniyet projesi için yaptığı erken dönem işlerinden ödüllü enstalasyonu Kır/Gör’e (1985), 1987’de Urart Sanat Galerisi’nde gösterdiği terracotta serilerinden İstanbul’un kamuya açık mekânlarına yerleştirilen büyük ölçekli heykellerine birçok eseri gündeme getiriyor. Bellek yitimine meydan okuyan bir sanat pratiğinin izini süren sergi, Börüteçene’nin tutkularını, işlediği temaları, peşini ısrarla bırakmadığı meseleleri ve üretimindeki yeni açılımları bütünlüklü şekilde keşfetmeye olanak veriyor.
İstanbul’da dünyaya gelen Börüteçene, doğup büyüdüğü kentin kapsamlı tarihi ile barındırdığı çok katmanlı görselliğin büyüsüne küçük yaşta kapılır. Geçmişe yönelik merak ve heyecanının belirginleştiği çocukluk yıllarında babasının kütüphanesinde bulup karıştırdığı arkeoloji kitapları, ailecek İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ne yapılan ziyaretler genişlemekte olan tahayyülünde kalıcı izler bırakır. Annesi Hesna Hanım nakış ustasıdır; o çalışırken etrafa dağılan renk renk kristal boncuk, payet ve inciler sanatçının renk ve form ile kurduğu ilişkiyi pekiştirir.
İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde seramik öğrenimine başlayan Börüteçene, “dört duvar” arasından çıkma arzusunun yanı sıra toprağın tarihinden öğrenme hevesi ile arkeolojik saha çalışmalarına katılır. Arykanda Antik Kenti’ndeki ilk kazı deneyimi, akademi öğreniminin son dönemine denk gelir. 1981’de mezun olan sanatçı, Paris’e yerleşir ve iki yıl boyunca (1982-1984) l’École nationale supérieure des Beaux-Arts’da Georges Jeanclos ve César’ın (Baldaccini) heykel atölyelerinde çalışır. İlk kişisel sergisini Paris’te açar, bir yandan da İstanbul’da düzenlenen önemli sergilere katılmayı sürdürür.
Akademi’nin İstanbul Sanat Bayramı kapsamındaki 5. Yeni Eğilimler Sergisi’ne (1985) Kır/Gör enstalasyonuyla katılır. Batı Anadolu’nun bilinen en eski yerleşimi Hacılar’daki Neolitik konut planını örnek alarak kerpiç bir yapı inşa eder. İçini teknolojik aletlerden gazete, banknot ve türlü gündelik nesneye dönemin kutsallarıyla donatır ve izleyiciyi çivi yazılı tabletleri kırmaya davet eder. Türkiye güncel sanat anlatısında hatırlı bir yer edinen iş, 1980’lerin kültürel deneyimlerine paralel olarak tahribatlarla alt üst olan şehir manzarasını irdelerken Börüteçene’nin sanat üretiminin iki ana damarını ve sarmal ilişkilerini ortaya koyar: Kültürler, çağlar, türler, insanlar arası iletişim ile bu iletişimden doğan bilgiyi içeren “yeryüzünün belleği”. Sanatçı Mutfak Ordusu (1984), Ütücüler (1985), Kırma/Gör (1985-1987) ve Kitle İletişimsizlik Araçları vs vs zzzz….bızzzz (1987) gibi işlerinde geçmiş, şimdi ve geleceği ilişkilendirmek üzere Neolitik çağdan günümüze biriken imge, nesne, metin ve formları kullanır. Yeryüzünün Belleği (1995) serisinde kültürel devamlılığı Hititler devrinden beri varlığını sürdüren Anadolu florası üzerinden ele alır: Hattuşa (Boğazköy) tabletlerindeki bilgiler doğrultusunda Kızılırmak yayı içinden topladığı türlü ot ile tohumun Troya ve Aiolis bölgelerinden gelen toprakla iç içe geçtiği görkemli “bellek kasaları” üretir.
Börüteçene için “yeryüzünün belleği” kavramı, kişisel tarihini de kapsar. Bilgi evreni genişledikçe geçmiş çağlardan tanışları da çoğalır: Sümerli Ludingirra, Hititli Teşup, Lesboslu Sappho ve Byzantionlu Moiro gibi. Bu ahbaplarıyla sohbetleri Paris’teki stüdyosundan Venedik kafeleri ve Akdeniz sahillerine elinden düşürmediği defterlerinde birikir. Bazen alıntı, çizim, karalama, bazen de şiir formatındaki bu notlar süzgeçten geçtikten sonra Denize Âşık Olan Kürenin Kitabı (1990) ve Kendime Gömülü Kaldım (1999-süregelen) gibi işlerin “doğum yazıları” ortaya çıkar. Bugüne dek sadece kataloglara basılı olan doğum yazıları, sergideki işlere eşlik ederek derinlikli bir sanatsal düşünce biçimini görünür kılar.
Sanatçı yıllar boyu İstanbul, Paris ve Kaş üçgeninde bir konargöçer olmayı sürdürür. Bu yer değiştirmeler zaman içerisinde işleriyle arasında, düşünsel olmasa da fiziksel bir mesafe yaratır. Yıllar önce koleksiyonlara giren ya da arkadaşlarına armağan ettiği bir grup iş kaybolur, izi bulunamaz veya türlü sebeple tahrip olur; İstanbul’un açık alanlarındaki heykelleri, mekânların kullanımları farklılaştıkça amaçlarından uzaklaşır ya da kaderine terk edilir. Kaydı tutulmamış, gözden ırak kalmış ve kayıp işlere vurgu yapan sergi, böylelikle Türkiye’deki kültür mirası ve sanat eserlerine yönelik ihmalkâr tavra da dikkat çeker.
Salt’tan Amira Akbıyıkoğlu tarafından programlanan Üç İç Denizin Ülkesi, 7 Kasım 2023–14 Nisan 2024 tarihlerinde Salt Beyoğlu’nda yer alacak. Sergiye eşlik edecek kamu programları saltonline.org ve Salt’ın sosyal medya kanallarında duyurulacak.