Raşel Meseri, edebiyatında unutulmuş ya da bastırılmış geçmişi yeniden görünür kılmaya odaklanan bir yazar. Son üç romanı Küt Oynayan Kadınlar, Meskûn Zaman ve Elsa Niego’nun Cenaze Alayı kadınlık deneyimleri ve azınlık kimlikleri ekseninde tarihsel hafızayı canlı tutmayı amaçlıyor.
Özellikle Yahudi topluluğunun yaşadığı tarihsel süreçleri, kişisel tanıklıklara ve geniş bir okuma birikimine dayanarak işleyen Meseri, edebiyatın yalnızca geçmişi hatırlatmakla kalmayıp, geleceği yeniden inşa etme gücüne sahip olduğunu savunuyor.
Kurmacanın tarihsel olayları anlamlandırmada ve günümüzü şekillendirmede kritik bir rol üstlendiğine inanıyor. Zaman kavramını katmanlı bir biçimde ele alan romanları, anlatıyı geriye ve ileriye sararak akışkan bir zaman algısı yaratıyor.
Yazar, kadın güvencesizliği, göç ve nostalji gibi temaları güçlü metaforlarla ve derinlikli karakterlerle işliyor. Elsa Niego’nun Cenaze Alayı romanında, geçmişle günümüz kadın mücadelesi arasında köprü kurarak toplumsal eşitsizliklerin sürekliliğine dikkat çekiyor. Bu bağlamda, Meseri’nin eserleri, bireysel hikâyeler aracılığıyla kolektif belleğe katkı sunan, tarih ve kimlik üzerine düşündüren metinler olarak öne çıkıyor.
Birçok çocuk kitabı, roman ve tiyatro oyununun yanı sıra, resim yaptınız, çeşitli belgesel ve kısa filmlere imza attınız. Eserleriniz unutulmuş ya da silinmiş bir geçmişi hatırlatma çabası taşıyor. Bu geçmişten geriye, sizin hafızanız dışında somut bir iz kaldı mı?
Son üç romanıma Küt Oynayan Kadınlar, Meskûn Zaman, Elsa Niego’nun Cenaze Alayı dediğiniz gibi hatırlama ve hatırlatma çabasının damga vurduğunu söyleyebilirim. Aslında ilk iki romanın ilerlediği hat biraz daha farklı. İlki olan, Köpekbalıklarının Kayıp Şarkıları, adını bilmediğimiz, büyümekte olan ama biraz da yaşsız bir kadının dünyayı daha iyi bir noktaya getirme çabasını fantastik, absürt, masalsı gerçekçilik gibi türler arasında gidip gelerek anlatmaya çalışan bir metin. İkinci romanım Kırık Şehir’in merkezinde de yine kadınlar var. Toplumsal güvencesizlik ve kırılganlık içinde, her türlü şiddetin kol gezdiği, şehrin de bir karakter olarak bu çöküntüye katıldığı dis/ütopik diyebileceğim bir roman. Bir yandan da direniş olasılığını elden bırakmamaya çalışan bir anlatı. İlk iki kitabın merkezinde yer alan kadınlık halleri ve deneyimleri üçleme gibi de görülebilecek son üç romanda da devam ediyor. Buna bir de azınklık/laştırılmış olma teması ekleniyor. Sorunuza daha doğrudan bağlanan kısmı da bu belki. Türkiyeli Yahudilerin çeşitli dönemlerdeki deneyimlerini kendi tanıklıklarım ve birinci elden dinlediklerim, okuduklarım üzerinden anlatmaya çalışıyorum.
Küt Oynayan Kadınlar, İzmir Çeşme’nin varlıklı bir yazlığında farklı sınıfsal ve kültürel kesimlerden gelen sekiz Yahudi ve Müslüman kadının bir gün içine sığan ifşaatları, gıybet ve tartışmaları, aynı zamanda dayanışmalarını konu ediniyor.
Meskûn Zaman ise yine İzmir’de Yahudilerin topluca yaşadığı son semt olan Karataş ve Asansör bölgesinde biri Müslüman diğeri Yahudi olan iki çocuk/kadın üzerinden 60 ve 70’li yılları konu ediniyor ve günümüze dek uzanıyor. Geçen sene çıkmış olan son kitabım, Elsa Niego’nun Cenaze Alayı’nda ise üstünden nerdeyse yüz yıl geçmiş gerçek bir hikâye anlatılıyor. 1927 yılında İstanbul Bankalar Caddesi’nde bir subay tarafından katledilen Yahudi bir kadının ertesi gün kaldırılan cenaze alayında adalet talebi ile sokağa çıkan Yahudi cemaatini ve bunu takip eden toplumsal olayları anlatıyor, gerçek olayları kurmaca ile yeniden döşemeye çalışıyorum.
Kitapları özetlememin nedeni, değindiğiniz üzere, silinmeye yüz tutmuş, şiddet ve travma barındıran bir tarihin, çeşitli kadınlık ve azınlık deneyimlerinin, çok kültürlülük ve dillilik anlarının belleklerden kaybolmasını engellemenin yazma itkisine farklı şekillerde sirayet ettiğini anlatabilmek. Sessizleştirilen bir geçmişin bugün iz sürmesini takip etmek, onu anlamlandırarak bugünü yeniden kurmak… kurmacanın el verdiği imkanlar dahilinde.
Edebi eserlerinizde özellikle Meskûn Zaman’da geçmiş ve gelecek iç içe geçiyor. Bu anlatım tarzı sizin edebi yaklaşımınızda nasıl bir yer tutuyor?
Zaman her canlının, hatta eşyanın sabiti. Ama toplumsal, kişisel, kültürel, etik vs. koşullarla örüntülü olmayan bir “gerçek” olarak işlenemez kanımca. Üstelik bir gerçeğin de halihazırda ve her zaman birçok veçhesi varken. Konu edilen bir anın öncesinde neler olmaktaydı, o ana nasıl gelindi, ya sonrasında? Yazdığım metinler sürekli bu soruları soruyor bana, zamanın yaşanılan anla sınırlı olmadığını, bizden önce ve sonra tarihsel sürecin devam ettiğini hatırlama ve hatırlatma ihtiyacı duyuyorum. Her öykü sürekliliği olan bir zamanın bir yerinde, akışta. Bir yere noktayı koymak zorundaysak da her hikâyenin bitimsiz olduğunu hissettirme çabası biraz da benimki. Bu nedenle belki, tüm romanlar bir günde geçiyor, geriye ve ileri sararak, zamanlar arası yolculuk yapan karakterler kurarak, bugünü kuran görünür görünmez dehlizlere girip çıkarak.
Kayıp, göç ve nostalji gibi temaları işlerken güçlü metaforlar ve derin karakterler kullanıyorsunuz. Bu anlatım tarzınızın sizi diğer yazarlardan ayıran yönleri neler?
Bu soruya cevap verecek olan okuyucular olsun mu? (gülüyor)
Elsa Niego’nun hikâyesinde kadın olmanın yarattığı zorlukları anlatırken, onun yaşadığı dönem ile günümüz arasında nasıl bir bağ kuruyorsunuz?
Bu roman öncelikle -Yahudi- bir kadının sokak ortasında katlini anlatılıyor; iki kere güvencesiz bir kadın. Bugün kadınlar için aynı güvencesizlik, erkek şiddeti, patriyarkanın türlü baskısı kan dondurucu şekillerde devam ediyor. Sınıfsal konum, azınlık konumu, cinsel yönelim güvencesizliği artıran etkenler olarak devam ediyor. Bu romanı yazarken minyatür metaforu vardı hep aklımda, tarihe geçmişten bugüne çizgisel giden ve hatta ilerleyen bir yapı olarak değil, geçmiş ile bugünün aynı yüzeyde okunabileceği bir minyatür olarak bakmak nasıl olur? Bu bakış bizi hem şiddettin hem dayanışmanın sürekliliklerini görerek eşitsizliklere karşı bir araya gelmeyi kolaylaştırabilir belki de.
Edebiyat, geçmişi hatırlamak ve geleceği farklı kurmak için ne kadar etkili olabilir? Romanlarınız bu anlamda nasıl bir rol oynuyor?
Elsa Niego’nun Cenaze Alayı şöyle bir cümleyle başlıyor: Tarihe yeniden can veren, kimi zaman kurmacanın yaşam öpücüğüdür. Kurmaca, deneyimlerin katmanlarını, duyguların sonsuz çeşitliliğini, kayıtlı veya kayıt dışı anlarını, yüzeylerini araştırma ve bize ulaştırma imkânı veren, bu imtiyaza sahip olan bir ulak gibi. Edebiyat, gözden, bellekten kaçan, hayal etmekten çekinilenleri hatırlatan, cesaret ve dayanışma itkisini yeniden kazandırabilen bir toplanma merkezi belki. Bir şebeke.
Dario Moreno, sizin için sadece bir sanatçı mı, yoksa bir dönemin ruhunu yansıtan özel bir figür mü? Onun hikâyesi romanlarınıza nasıl yansıyor?

Dario Moreno İzmirli bir şarkıcı, olağanüstü güzel sesi, cesareti ve şeytan tüyü ile döneminin başarı hikayelerinden biri. Yetimhanede büyümüş yoksul, öksüz ve üstelik eşcinsel olan bir şarkıcı, yurtiçi ve yurtdışında bu denli ünlenebiliyor. Üstelik Karataşlı. Romanlarda kurmaya gayret ettiğim hafıza merkezlerinde yeri büyük gerçekten. Ayrıca Dario, azınlıklara dair anlatılarda tekrar eden stereotiplerin dışına çıkmaya elveren bir figür. Homojen gibi görülen küçük cemaatlerin içinde de sınıfsal, kültürel ve cinsel tercih eksenli katmanların olduğuna dair bir hatırlatıcı. Bu anlamda hem dönemin ruhunu yansıtıyor hem de onu genişletiyor, değiştiriyor, esnetiyor.
Ayrıca Dario Moreno’nun hafıza basamaklarımda özel bir yeri var. Popüler kültürün günümüze kıyasla daha dar olan imkanlarına rağmen yaptıkları, giydikleri, yurtdışında verdiği konserler, İzmir ziyaretlerinde beraber dolaştığı ünlü isimlerle verdiği ikonik pozlarıyla dönemin en popüler çehrelerinden olmuştu. Türkçe, Ladino, Fransızca şarkılarıyla uzun yıllar neşeye, hüzne veya dertlere eşlik etmişti, sohbetlerimize konu olmuştu. Yaşarken de öldükten sonra da bir o kadar üstüne konuşulmuş bir şahsiyet. Kalp krizinden öldüğünü iddia eden basına rağmen öldürüldüğüne dair birçok söylenti de çıkmıştı zamanında. Hatta bu söylentiyi Küt Oynayan Kadınlar kitabımda detaylandırdım. Birçok romanımda bir görünüp bir kaybolan, vazgeçemediğim bir arkadaş gibi görüyorum onu.