“İnsan, Tanrı’nın yarattıkları arasında akıllı olan tek varlıktır!” inancına karşı çıkmak için buradayım.
Aklın insanı özel kıldığını iddia edenlere bir sorum olacak; bu kibir değildir de nedir? Bitkilerin aklını nasıl yok sayarsınız?
Ya hayvanlarınkini?
Evrenin tek akıllısı olduğumuzu iddia etmek akılsızlıktan başka ne olabilir?
Üstelik öyle davranmıyorken…
Dertliyim bu konuda, durun anlatayım…
Ama önce şarkımızı dinleyelim. Belli ki yine süremi aşacağım, meseleyi bir şarkı boyuna sığdıramayacağım. Ne diyebilirim, bu da benim sınavım. Mevzu derin ama söz, iki kere dinlersiniz en fazla, daha da uzun olmaz yazdıklarım.
Gerçi sınırlamayayım, dilediğinizce dinleyin. Okumakta ve dinlemekte özgürsünüz.
Hatta şarkı söylemekte, dans etmekte ve güzel olan, iyi olan daha bir sürü şeyi yapmakta özgürüz…
Uzatmayayım, anlamışsınızdır diye bahsetmemiştim “Pardon” Sezen’den dinliyoruz…
Ve soruyoruz. “İnsan Nedir?”
Amacım bu soruya cevap aramak değil. Buna cevap arayanlar ve açıklayanlar olmuş. Yine de sordum varsayalım ve cevapları alalım. İlk cevabı yazıyorum buraya. Başta da söylemiştim, ben aynı fikirde değilim. Yine de aynen aktarıyorum tanımı; “İnsan, özgür iradeye sahip, kendini üretebilen, idare edebilen, düşünebilen ve duygu yönlerine hakimiyet sağlayabilen bir yaratılıştır.” diye tarif edilmiş…
“Ne diyelim, peki öyle olsun…” diyemeyeceğim, üzgünüm.
Neden mi? Peki soruyorum size: Bu tanımdaki hangi kavramın karşılığını verebiliyoruz sizce? Ben veremiyorum. İradeli miyim, onu bile bilmiyorum. Çünkü özgür değilim. İrademi nasıl kullanabilirim? Hep bir şeylere bağımlı olarak nasıl özgür olabilirim?
Kendini üretebilenden kasıt, doğurup çoğalmaksa eğer, ondan da uzağım.
Genel anlamda üretkenlikten bahsediliyorsa sesleri duyar gibiyim. Evet ben üretkenim ama neye yarıyor? Ki üretmek konusunda arz talep dengesine inanırım. Bir de faydaya… Bir şeyin yokluğu ona ihtiyaç duyduğunuzda önem kazanır ancak varlığı, çokluğu ile ölçülmeye başlandığında, orada bir sorun vardır.
Yoksa da olacaktır.
Çünkü nerede çokluk, orada… neyse, burada susayım. Diyeceğim o ki kendimizi üretmek kısmında yalnız değiliz, neden özel olalım? Bitkilerin aklını nasıl küçümseriz, hele hayvanlarınkini… ‘İdare edebilen’ derken neyi kastetmişler anlamış değilim. İdare edebilseydik idare edilmezdik diye düşünüyorum. Gerçi bunu da becerebiliyor muyuz, bilemedim. İdare edilmek için birilerine ihtiyaç duyan, onu seçen, sonra da seçtiğinden şikâyet eden ama bu konuda herhangi bir şey yapmayan (genel olarak diyorum, istisnalar kaideleri bozmaz) bir varlıktan mı söz ediyoruz?
Kendi kendini idare edemezken başkalarını idare etmeye kalkanları da cesaretlerinden ötürü kutluyorum bu arada. Düşünebilen bir varlık olduğumuz konusunda tam da bir itirazım yok diyecekken, içimdeki ses, parmak kaldırıyor. Kibar sesim benim, buyur bakalım ne diyeceksin? “Nasıl yani, onu da mı yapamıyoruz?” Yok yok, yapıyoruz… Yapıyoruz yapmasına fakat bedelini çok sert ödüyoruz.
Zaten her şeyin bedelini ödemiyor muyuz?
Onu da şöyle izah edeyim; bedel ödemek, karşılığını vermediğimiz zamanlarda karşımıza çıkıyor. Düşünün, bana hak vereceğinizi hissediyorum.
Hissediyorum demişken geldik mi son kavrama; “ve duygu yönlerine hakimiyet sağlayabilen…”
Haydi, “buyurun buradan yakın!” Durun durun! Aman diyeyim, yakmayın! Yanıyoruz zaten… Duygu meselesi tamam, sanırım bu konuda anlaşabiliriz. İnsan akıllı bir varlıktır demek yerine duygusal bir varlıktır denebilir miydi? Daha muntazam bir cümle olurdu kanımca. Duygusuz olanlarımız, duygularına hâkim olamayanlarımız derken, aman aman, vazgeçtim bundan da. Akılsız kalmayı tercih edebilirim. Hayır ya, neden edeyim… Etmiyorum. Ne duygusuza ne de akılsıza tahammül ederim. Bir de kibirliye tahammülüm yok benim. Kibirli… Ne korkunç bir sıfat. Sırf bu yüzden kendimi sevmedim yıllarca. Yanlış anlatmışlar. Kendini sevene, önemseyene kibirli demişler. Çizginin öte tarafından sesleniyorum, hiç de öyle değilmiş. Kendinizi gayet de sevebilirsiniz. Hatta sevmelisiniz. İnsan sevebilen bir varlıktır, inanın. Fakat unutabilen bir varlıktır da… İşte bu unutulmamalıdır.
Unutmasaydık yaşayamazdık derler, haklı olabilirler.
Ama unuttuklarımızı hatırlamayacaksak eğer, yaşayacak alanımız kalmayacak.
Yaşamamızın anlamı da kalmayacak…
Hatırla! Sevmeyi hatırla! Kendini sevmekle başla. Sonrası gelir, diğerlerini seversin.
Peki insan o değildir, bu değildir dedim de “Nedir?” demedim (tabii bence). Bence insan sıradan bir varlıktır. Sınırlıdır. Gereksizce çoğalmış olsa da sayılı nefesle yaşar. Etten kemikten, kandan candan ama en çok da nurdan sınırlıdır insan.
“İns” türümüzü işaret ederken “an” geçiciliğimizi anlatmıyor mu sizce de.
Bir konuda özel olabiliriz ama; o da sonsuz sevgiden yaratılmış olduğumuz. İşte asıl unuttuğumuz şey; sınırsız sevgiden yaratıldığımız… Hatırlamamız gereken tek bilgi, “Sevgi…”
İnsan sevmeli. Sevmeli ki, sevilmeli. Dedim ya, önce kendini sevmekle başlamalı insan. Sonra herkesi, her şeyi se-ve-(bil)-me-li… Bakın, “bil” diyor anlamlı tek hece. Bilmek bence burada önemli… Aklın önemi de burada başlamalı. Düşündüm de haklı olabilirler. Diğer yaratılmışlarla aynı akıl seviyesinde olmayabiliriz. Onlar biliyor çünkü. Öncelikle bunu kabullenmemiz gerekebilir. Bizi diğer canlılardan ayıran şey akıl olabilir. Fakat birleştirecek olan sevgidir… Haydi, sevelim…
Meselenin özetine gelecek olursam; akıl makıl hikâye. Asıl mesele sevebilmekte. Sevgi, kapısını her daim açık tutmamız gereken yuvamız. Hatta kapısı olmasın odalarımızın. Duvarları bile olmasın. Ne yeryüzü ne de gökyüzü sınırlıyorken sevgiyi, neden tek bir bedene sığdıralım? Neden gözlerimizden çıkıp her yerde olmasın? Neden ellerimizle dokunmayalım bir ağaç gövdesine sevgiyle ve neden bir köpeğin başını okşamayalım? Neden bir kedi gelip bize sürtünmesin sevgiyle? Neden yeni doğan bir bebeğin tenini koklar gibi koklamayalım toprağı, denizi, havayı? En leziz meyveleri tadar gibi meraklarımızı tatmayışımız neden? Ve neden en gizemli ezgilerde işitmeyelim cevapları? Neden?
Haydi, tam da şimdi, yakınınızdaki bir canlıya seslenin! “Pardon, bakar mısınız”? deyin. Her şey sevgiden…