Devlet Tiyatroları İstanbul sahnelerindeki Karmakarışık isimli İngiliz komedisini izlemek üzere koltuğuma oturdum. Bu kez, en ön sıradayım, A sırası koltuk 5; güzel… Oyun dekoruyla aramda birkaç adım var, ha desem sahnedeyim yani. Böylesi zor bulunur Hind kumaşı!
“Arka sıralar da olmak da vardı, şimdi” diye kendimle hasbi geçiyordum.
Diyelim ki, 5.sıradasın, oturdun, sağındaki cep telefonu açtı, instagrama bakıyor.
Öndekinin cebi de açık, o da face’de geziniyor.
Mesaj yazanı, dolar piyasasına bakanı, arada sahnenin fotoğrafını çekeni, utanmadan videoya alanı, hepsi bir arada…
Bir keresinde fısıldayarak telefonla konuşanı dahi görmüştüm…
İşte bu kez koltuk aralarında yanıp sönen ekran ışıklarına takılmadan rahat rahat oyun izleyebilecektim.
Mâkus talih beni ve sahnedeki oyunculardan Erkan Taşdöğen’ı yakalamakta gecikmeyecektir; heyhat!
İşte hikâyesi:
İngiliz tiyatrocu Ray Cooney’in 1990’da yazdığı Out of Order başlıklı vodvil komedisi, Haldun Dormen ve Kemal Uzun tarafından Türkçeye çevrilmiş, Karmakarışık başlığıyla sahnelenmişti; yönetmeni de tiyatromuzun dev sanatçısı Haldun Dormen’dir.
Oyun pek çok sahne tarafından canlandırıldı; Türkiye’yi dolaştı.
Vazgeçilmez bir oyun olarak, şimdi, yine İstanbul sahnelerindedir.
İngiltere’de muhafazakâr Tory’lerin bir bakanı olan Richard Phillips [Orjinal metinde Willey’dir; niye Phillips olmuştur, bilemedim] bir çapkınlığa kalkışır, yüzüne gözüne bulaştırır. Bir otel odasında geçen komedi baş döndürücü ve içinden çıkılmaz tuhaf rastlantılar, karşılaşmalar, hayhuylu koşuşturmayla geçer.
2 saat 45 dakikalık uzun oyun sonunda oyuncuların yorulmadığını görmek biz koltuğunda oturanları da şaşırtır. Keyifle izlenip hoş bir komedi olarak mutluluk verecektir izleyiciye, ancak gelin görün ki, ah şu cep telefonları; onlar oyunun tadını tuzunu kaçırır.
Oyunda zamparalığa çıkmış bakan Richard’ı canlandıran Erkan Taşdöğen’in oyun başlar başlamaz, sanki olacakları sezmiş mitolojik kahraman Cassandra gibi, evvelden birkaç uyarı yaptığını fark ettim. Cep telefonlarına dikkati çekiyordu, irticalen/doğaçlama cümleler ekleyerek.
Zaten oyun başlamadan evvel anons yapılmaktadır; bu kez 3 defa üst üste tekrar edildi:
¨Lütfen cep telefonlarınızı kapatınız, flaşlı veya flaşsız görüntü çekmeyiniz!¨
Biraz gergin başlandı oyuna. Belli ki oyuncularımız, cep telefonuyla yaşayan seyirci karşısında oyunu sürdürmek istemiyordu…
Erkan Taşdöğen doğaçlamayla, oyunun daha ilk dakikalarında cep telefonu ekranında büyülenmiş gibi o ufacık dünyadan dışarı çıkamayan bu insancıklara ikaz ediyordu.
¨Cep telefonumun şarjı bitti, kapalı, otel telefonundan konuşurum ben de…¨ gibi, hani kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla misali uyarılardı bunlar.
Biliyorum, arkamdaki yirmi, yirmi beş sırada oturanların yarıdan fazlası cep telefonlarını kurcalamadan duramayanlardır.
Arkamda bir ekranlar cangılı var ve çılgınlık sürüyor
¨Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir,¨ diyen Ziya Paşa misali, köteğe sıra gelecek diye biraz ürkerek oyunu izlerken, dikkatim başrol oyuncusu Erkan Beyin gerginliğine takılıp kaldı.
Ve, derken, olanlar oldu.
Tiyatro sahnesindekiler seyircinin tepkisini hissediyor, yüzlerdeki ifade bile görülüp fark edilebiliyorsa, elde telefonla uğraşmaları görülemez mi, sanıyorsunuz!
Bakan Richard, oyundan çıktı, Erkan Bey oldu ve ¨Kardeşim, kapat o telefonu! Ben burada senin için oyun oynuyorum, bu bir psikoloji meselesi, saygılı ol!¨ diye çıkıştı; salonda bir sessizlik!
Ben ayağa kalktım, ¨Bravo!¨ diyerek kuvvetle alkışladım. Ardından salonda alkış başladı, cep telefonunu sessize almak bir yana dursun, tamamen unutup çantasının veya cebinin en derin yerine kadar iteleyen kimileri de bana katılmış olmalı.
Oyuncular, birkaç dakika müsaade isteyip kulise geçtiler; oyun durdu.
Yanımda tanışım olan bir gazeteci bayan, ¨Ben buraya eğlenmeye geldim, ne hakkı var böyle yapmaya!¨ diyor; ona göre tiyatrocu dediğin en yakınını kaybetse dahi yüreğine taş basıp komedisini oynamalıdır. Bilinen, her fırsatta tekrarlanan o amiyane tanımın arkasına sığınıyor. Bir şey dememeli; sustum.
Ben öğrencilerimden bilirim, üniversite amfisinde çaktırmadan cep telefonuyla uğraşan birini göreceğim diye ödüm koparak derslere giriyorum; bunu anlatması ne zor!
Salonda süren tartışmalardan sonra oyuncular tekrar geri geldi, oyun başladı, tadımız tuzumuz kaçacak zannediyorduk ama hem usta oyuncuların başarısı hem tiyatronun insanı tekrar tekrar kucaklayan zaferi sayesinde yine biz, zamparalık komedisine geri döndük.
Erkan Beyin sert çıkışı, haklıdır!
Bir entelektüel aydın, sanatçı toplumundan sorumludur, insana göz kulak olmak zorundadır. Bu, onu aydın yapan biricik özelliğidir.
Çok bilinen bir sözün tekrarı, şimdi, hiç de yersiz olmayacaktır:
Latin şairi Horatius’un Hicivler isimli eserinde, ‘Quid rides? De te fabula narratur!’ dediği sık sık tekrarlanır ya…
Horatius, ‘Ne gülüyorsun diye sesleniyordu okuruna, anlattığım senin hikâyendir’ demekteydi.
Asıl, bu sözün Romalı tiyatro yazarı Terentius tarafından, henüz Horatius hayatta yokken, çok evvelsi söylendiğine dair mevcut iddia kanıtlanması zor hatta imkânsız olunca, hiç kullanılamaz da değildir.
Bir cümleyi, bir deyişi hermönatik biçimde içten okuma yöntemi buysa, şimdi Horatius’un yazılı sözünü sarf etmeyeceğiz de ne vakit kullanacağız!
Terentius, derler ki, yazdığı oyunlara amfi-tiyatroları dolduran Romalılar gülünce, kuliste buna içerler, sahneye çıkıp bağırır, ¨Gülecek ne var! Ben kendinize acımanızı bekliyordum, sizin hikâyenizdi bu!¨ dermiş.
Mişli geçmiş zaman, böyle durumlar için icat edilmiştir; yeri gelince kullanınız.
Benim gözümde Erkan Taşdöğen’in Terentius hâlleridir bu!
Cep telefonuyla yaşayan bir insanlık yarattınız, tebrikler ve mübarek olsun; güle güle sattırın cihazlarınızı, doldurun kârla kasalarınızı.
Fakat tiyatro sanatçısı oyununu inatla oynayacak, romancı eserini yazacak, ressam tablosunu boyayacak, müzisyen bestesini yine yapacak. Siz de bir kültür mekânına gittiğinizde orada kültürü, insana ait erdemi, olgunluğu, ince duyguları paylaşmak dururken cebinizde ekrana bakıp kim ne demiş, hangi kadın nasıl mini etek giymiş diye bakınacaksanız, elbette bu azarı işitirsiniz; az bile…
Terentius olsaydı, bir de yakanıza yapışırdı!
Sahneye hıyar atılınca, eğilip yerden alan ve seyirciye dönüp ¨Aranızdan birisi kartvizitini gönderdi!¨ diye seslenen Dümbüllü İsmail’i hatırlayınız. Cevabın en güzelini veriyordu saygısızlığa…
Bir keresinde, Dümbüllü Şekspiryen bir oyundadır, ¨Atımı getirin bana, derhal atım gelsin!¨ diye şövalyemsi bir laf eder. Seyircilerden birisi, ¨Eşek olsa olmaz mı?¨ diye seslenir.
Dümbüllü bu, koca kavuklu büyük ustaydı rahmetli: ¨Olur tabii, neden olmasın, gel o vakit sahneye!¨ der…
Erkan Taşdöğen’in uyarısı Dümbüllü’den aşağı değildir.
Lafın gediğine şimdi, değerli tiyatrocu Togay Kılıçoğlu’nun yalvararak ricada bulunduğu bir küçük video kaydını koyuyoruz.
{mp4}tiyatro{/mp4}
Son söz olarak, yazımızın perdesini kapatmadan evvel, o cep telefonlarınız var ya, diyor başka da bir şey diyemiyoruz…