Çocukken herkesle ve her şeyle oyun oynayabiliriz; cins, tür, nesne seçmeden. Peki, çocukluğun hangi dakikalarında bir zamanlar terli terli su içip, evden bir dilim ekmek kapıp koşa koşa oyuna dönüşümüzün coşkusu kaybolur? Oyun arkadaşımızın artık bize kıtalar kadar uzak olduğunu hissettiğimiz an neyle başlar peki? İlk acılaşma anı işte o an. Mezhep, sınıf, dil, din, statü gibi kavramları bilmeden uzaklaşırız o oyun arkadaşından.
Birini hatırladım şimdi; dedemin dev dut ağacının tepesine bebekler, yastıklar çıkarıp yan bahçedeki evin kızıyla evcilik oynadığımız yaz günlerinden birinde dedem “o kızla bir daha oynama” demişti. Nedenini sorunca “annesi kötü kadın” demişti. Kötü kadın ne bilmiyordum, google da yoktu o zaman, ama dedemin bir bildiği vardı herhalde. O gün bir arkadaşım hayatımdan sonsuza kadar gitti. Galiba onun da kulağını çekmişlerdi ki bir daha ne bahçeye geldi ne ağaca çıktı, onlara gittiğim zaman bana ailecek o kadar soğuk davrandılar ki bir daha gitmeye cesaret edemedim.
Bedirhan, Mihran ve Canberk adında üç çocuğun coşkuyla, hararetle, muhabbetle oynadıklarını görünce o günü hatırladım. Sonra onların da oyunu bozuldu gerçi, dedelerinden sıkı tembihlenmişlerdi belli ki. Çok değiştiler, isimleri zaten belli ediyordu neden kavga ettiklerini. “Şimdi bir mağdur, bir mağrur bir de kurban koyalım buraya, nasıl yazık oluyor bize herkese gösterelim” formülünün sahtekar davetinden koşarak uzaklaşmış üç çocuk vardı sahnede. Hem kişisel hem de sosyal tecrübelerini bir metaforda buluşturdular. Öfkeliyi yatıştırmaya çalıştılar, uzlaşma aradılar, birbirlerine arabuluculuk yaptılar. Aradan yıllar geçip yaşlanınca hatırladılar ne güzel oynadıklarını. Sarıldılar yine birbirlerine. Geç olmuştu, güç olmuştu ama nihayet olmuştu.
İçime işleyen Alevi deyişlerini sahnede canlı çalıp söyleyen Cem Yıldız eşlik etti dünya tarihi gibi anlatılan bu hikayeye. Türküler, deyişler de sırasıyla oyunun coşkusuna ses verip şenlik oldular, kavganın gürültünün etkisiyle afallayıp pusulalarını şaşırdılar, yıldıran savaşın bezginliğiyle bozuldular, nihayet seslerine yeniden kavuştular.
Artık adını bile hatırlamadığın o çocukluk arkadaşımı hatırlayınca aklıma bir soru daha geldi. Bu üç oyun arkadaşı kadın olsaydı kavga başlar mıydı? Sessiz sedasız uzaklaşırlar mıydı benim gibi? Bağıra çağıra kavga edip, kafa göz birbirlerine dalarlar mıydı? Yoksa çoğu zaman öğretildiği gibi “bu kavga bizim boyumuzu aşar” deyip bu anormalliği normalleştirip arkasından mı konuşurlardı arkadaşlarının? Kozalar oyununun anti kahramanları gibi pasif agresif, yüreksiz kadınları gibi dışlayarak, ötekileştirerek, yererek? Belki de kadınlar bu kavgalarda kendilerini bunca zaman göstermedikleri içindi bütün bu olan biten? Oyun arkadaşlarını özleyecek kadar oyun oynamadıkları için mi kadınlar yoktu bu sahnede? Biz adlı performansın bana çağrıştırdıkları bunlardı ama yelpazesi o kadar geniş ki, her izleyene başka şey çağrıştıracağından eminim.
“biz” (çağdaş dans & müzik)
Yaratanlar ve Sahneleyenler
Bedirhan Dehmen, Canberk Yıldız, Cem Yıldız, Mihran Tomasyan