Muzaffer Erdoğdu nam-ı diğer “Muzo”nun bir süredir hasta olduğunu biliyorduk, ancak bunu bilmemiz ölüm haberine alışmak için kifayetsiz kaldı. Ölümünün ardından onu tanıyan çok geniş bir çevre olduğunu da görmüş olduk. Bu geniş çevre yalnız kalmış bir yayıncı gerçeğini değiştiremedi.
Muzaffer, Aydınlık hareketinden gelmekteydi; hareketin emekçilerinden biriydi. Aydınlık dergisinin kapısını çaldığınızda karşınıza ilk çıkan Muzaffer olurdu.
Onun “aşağıdan” biri olması Perinçek prangasını söküp atma çabalarının gerisinde kalmasına yol açmadı. Siyasi isyanın da yükünü sırtlananlardan oldu. Yalın çıplaklığıyla ortadaydı.
Aydınlık’tan 80’li yılların ortalarındaki ilk büyük kopuşun içinde yer aldı. Gün Zileli, Oral Çalışlar gibi aydınların başını çektiği kopuşun yarattığı yeni oluşumun içindeydi. Muhalefetin yayınlarını organize eden de yine oydu. Bu kez, Sosyalist Birlik dergisinin emekçisiydi.
Ancak bu kopuşun liberal aydın karakteri, dergiyi ve yeni oluşumu fazla sürdüremeyince, Muzaffer belki de ilk siyasi yalnızlığa adım attı. Aydınlık gibi bir kalabalık hareketten tek tabanca yayıncılığa hem de bütçesiz olarak adım atmak hayli cesaret ve kararlılık gerektirir.
Pencere Yayınevi aracılığıyla “birlikçi” çizgisini savunmayı sürdürdü. Yayınlarıyla “birlik” duygusunu ilerletme gayreti içinde oldu, ölünceye kadar.
Muzaffer ile tanışmamız 80’li yılların ortalarında TKP ve daha sonra Aydınlık geleneğinden gelen Halim amcanın (Halim Spatar) çevresi sayesinde oldu. Geriye dönüp baktığımda 40 yılı bulan bir tanışıklık demek.
Pencere Yayınevinin kataloğuna bakacak olursanız müthiş bir siyasi ve kültürel çeşitlilik göreceksiniz. Bu Muzaffer’in kucaklayıcı ve sekter olmayan yanının işareti olduğu gibi, yayınevini sürdürebilme kaygısının da sonucuydu. Devrimci, sosyalist akımlardan kadın hareketine, Kürt ve Ermeni ulusunun sorunlarından felsefeye, Alevi kültürü araştırılmasına uzanan geniş bir skalası vardı.
Muzo’nun “Pencere”si bizim için de dış dünyaya açılmanın vesilesi olmuştur. Küçük bir enternasyonalist komünist (Troçkist) çevre olarak yürüttüğümüz siyasal çalışmamızı kendi dışımıza tanıtmak isteğimize pencere açanlardan biri Muzo oldu.
Daha önce -1998’in sonuna doğru- Göçebe Yayınlarından Yaşar Selçuk’un çabasıyla iki kitap yayınlamıştık.
İlki, “Tek Ülkede Sosyalizm mi, Dünya Devrimi mi?” başlığını taşıyordu ve Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin (SBKP) 1926 yılında yapılan 15’inci kongresinde Stalin, Zinovyev ve Troçki arasında yaşanan siyasal tartışmalar konu edinen bir bölümün yanında 1990-1997 yılları arasında Sovyetler Birliği’nde yaşanan çözülmeyi analiz eden ve Fransız Troçkist grup Lutte Ouvrirere’in (İşçi Mücadelesi) çeşitli yayınlarından çevrilmiş makaleler yer almaktaydı.
İkinci kitap, “İspanya, Çin, Küba ve 1917 Ekim Devrimleri Üzerine” başlığını taşıyordu ve yine Lutte Ouvriere’in broşürlerinden derlenmişti.
Muzaffer ise, 4 çeviri kitabımızı yayınladı. İlki Ekim 1999 yılında “20’inci Yüzyılın Bir Bilançosu” başlığını taşıyordu ve İkinci Dünya Savaşından Halk Demokrasilerinin sınıf karakterine, AB ve küreselleşmeden insanlığın geleceği komünizme dair makaleleri içeriyordu.
Daha sonra Mayıs 2001’de üç kitap peş peşe çıktı. “ABD ve Fransa’da İşçi Sınıfı, Sendikalar ve IV. Enternasyonal”, “Sömürgecilikten Küreselleşmeye, Kapitalizm Öldürür” ve “Latin Amerika’dan Türkiye’ye Milliyetçi Devrimcilerin Dünü-Bugünü” başlıklarını taşıyordu. Bunların birçoğu bugün için de önemini koruyan makalelerdir.
Küçük ve yasal yayını olmayan bir işçi çevresi için üç yılda 6 kitap yayınlamış olmak çok önemliydi, bugün için daha önemlidir. Sonraki yıllarda Agora Kitaplığı başta olmak üzere çeşitli yayınevleri aracılığıyla kitap yayınlamayı sürdürdük. Ancak Muzo’nun Penceresi gözümüzü dışarıya çevirmemizi sağlayan önemli bir yer oldu.
Ayrıca, bir dönem eşi de olan Ülkü hanım sayesinde Troçki’nin hayli hacimli “Stalin” kitabının çevirisini Yazın Yayıncılık için yapmaya da Muzo vesile oldu.
Bu yayınların bize sağladığı açılım ile yayınevine sağladığı maddi yararı kıyaslayacak olursak, durumun bir tık bizim lehimize olduğunu söyleyebilirim. Muzo’nun yayıncılık anlayışı maddi kazancın çok ötesinde, kitabı okura ulaştırma ve sosyalist birlik sevdasına hizmet amacını taşıyordu. Nitekim yayınevinin 40 yıla yakın ömrü içinde maddi bir birikim yaratma olanağı hiç olmadı, kendi yağıyla kavrulan bir yayınevi olarak yaşadı.
Muzo çok anı biriktirmiş olmalı. Bunları yazma olanağı olmadı sanırım. Yazsaydı ne iyi olurdu. Ama hepimize müthiş anılar bıraktı ve yayın imkanları sundu. Ona teşekkürü borç biliriz.
Muzo unutulmayacak, yüzlerce kitabıyla hep aramızda olacak. Hoşça kal kardeşim…