Yüzleri gülümsetecek, içimizi ısıtacak, yüreklere su serpecek, umut veren insan hikayelerini anlatmayı hep sevdim. Yıllarca çeşitli mecralarda yazmama ve belgesel sinema ile uğraşmama rağmen neden bilmem, burnumun dibindeki, muhteşem bir hikayeyi aktarmayı hiç akıl etmemişim, ta ki Mercedes Kadir’i kaybettiğimiz 18 Nisan’a kadar.
Çocukluğumun ve ilk gençlik yıllarımın geçtiği, memleketim Malatya’nın sevilen simasıydı Kadir. Yüreklerimizin sızısı Hrant Dink, Ahmet Kaya, Turgut Özal, İsmet İnönü, İlyas Salman, Kemal Sunal, Yasemin Yalçın, Kenan Işık, Selahattin Alpay, Çetin Alp gibi saymakla bitmeyecek kadar çok tanınmış ismin memleketinde, inanılmaz bir üne sahipti. Öyle ki, Kadir’in ölüm haberi korona gündemini geride bırakıp, sosyal paylaşım sitesi Twitter’da Trend Topic (TT) bile oldu. Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’ndan Profesör Doktor Canan Karatay’a kadar pek çok isim taziye mesajları yayınladı.
Yüzleri gülümsetecek, içimizi ısıtacak, yüreklere su serpecek, umut veren insan hikayelerini anlatmayı hep sevdim. Yıllarca çeşitli mecralarda yazmama ve belgesel sinema ile uğraşmama rağmen neden bilmem, burnumun dibindeki, muhteşem bir hikayeyi aktarmayı hiç akıl etmemişim, ta ki Mercedes Kadir’i kaybettiğimiz 18 Nisan’a kadar.
İtiraf etmeliyim, yazıyı hazırlamam uzunca zamanımı aldı. Kadir’i anlatmak kendi başına derin bir meseleyken, ben ağabeyleri Neco ve Ziya’yı da anmak isteyince işin içinden çıkamadım. “Elinde direksiyonla gezen kimdi?”, “Bizim dükkana kağıt istemeye gelen hangisiydi, hani trafik cezası keserdi?”, “Bir sürü kravatı aynı anda takan Ziya mıydı, Kadir miydi?”, “Ziya teneke çalandı, peki kamyon sesi çıkaran hangisiydi?”, “Yok o Neco’ydu, şehre müzik yayını yapardı” gibi onlarca çocukluk hatırasını kim bilir kaç kişiyle konuştuktan sonra doğrulayabildim.
Bundan önce başka bir yazı kaleme almıştım, kuzenime anlatırken bir mantık hatası yaptığımı fark ettim. Başta yazdığım bütün hikayelerin aslında Kadir değil, kardeşi Ziya ile ilgili olduğunu algılayınca, yazıyı hepten değiştirdim. İkinci okumayı yaparken, amcamın oğluna danıştım. Bu defa da bazısının Neco, bazısının Kadir ile ilgili olduğunu anladım. Yazı bir kez daha elden geçti mecburen… Aynı ailede altısı zihinsel engelli olmak üzere, dokuz çocuk geçiyor çünkü bu hikayede, üstelik ikiz gibi, her biri birbirine benziyor.
Babam, ben, amcamın oğlu, kuzen, arkadaşlar bir olduk içinden çıkamadık, hangi anı, hangi kardeşleydi acaba diye. Sonunda yaşadıkları Tecde Mahallesi Muhtarı Ali Yiğit’e, hakkında ileti paylaşan Murat Önder’e sosyal medya hesapları üzerinden ulaştım.
Herkes Onu, O herkesi severdi
“Suyu sert, insanı mert” de derler bu şehir için, “En akıllısı cumhurbaşkanı oldu, en delisi Papa’yı vurdu” da… Gazeteci Abdi İpekçi’nin katili, Papa suikastinin faili Mehmet Ali Ağca, deli diye nitelendirilse de, zihinsel engellilere Malatya’da pek deli denmez, her birine lakaplarıyla hitap edilirdi. Azzet Bacı, İbalı, Leblebici, Onyedili, Haceli, İzzo, Gız Mahmut, Faro, Şorikli Yaşar, Transit (Yarım Pedal) Neco ve Mercedes Kadir gibi.
Özellikle, Mercedes Kadir’in namı kayısı diyarını aşmış, ülke geneline çoktan yayılmıştı. Hakkında sosyal medya hesapları açılır, videolar yapılır, sözlüklere entry’ler girilirdi. Yaptıkları sadece yerel değil, ulusal basına da haber olurdu. Hatta balmumu heykeli bile yapılmış, Malatya Kent Müzesi’ne koyulmuştu. Memlekette yediden yetmişe herkes onu, o herkesi severdi. 36 Yaşında hayata gözlerini yummasına neden olan rahatsızlığı ise koah ve solunum yetmezliğiydi, çünkü Kadir “deli” gibi sigara içerdi. Sigaranın biri dudaklarında tüterken, diğerleri kulaklarının arkasında, hemen yakılmak üzere, hazır olda beklerdi.
Onu herkes Kadir diye bilirdi, ama asıl ismi Fatih’ti. Lakabını ise yıllardır üzerinde dolaştığı, önünde Mercedes arması, dikiz aynası, CD’si olan sopasından almıştı, çünkü kar kış demeden üç metre uzunluğunda, on kilogram ağırlığındaki sopasına binip şehri karış karış dolaşırdı. Her gün diğer arabalarla birlikte trafikte yol alır, aracını usulüne uygun park eder, benzin doldurmadan yola koyulmazdı. Hatta, gecenin ikisinde “Sokak dar geçemiyorum, arabanı kenara çek!” demek için komşusunun zilini çalmaktan kaçınmazdı. Gecenin geç saatinde kapısına dayandığı, ziline abandığı komşuları Kadir’e bağırmaz, öfkelenmez, şiddet uygulamaz, şikayet etmez aksine, hatırını kırmamak için arabalarını Kadir’in yolundan çeker, Mercedes’ini sağa sola sürtmeden, çizmeden park edebilmesi için de kılavuzluk ederlerdi.
Kadir arabasını ara sıra sanayiye götürür, arızası varsa tamir ettirir, düzenli olarak bakımını yaptırırdı. Ustalar, servise Mercedes’in nadide bir modeli bırakılmış gibi işlerini ciddiye alır, müşterilerinin şikayetlerini dikkatle dinler, ona göre Kadir’e teslim tarihi verirlerdi. Kadir’in dilden dile dolaşan sayısız hikayelerinden biri de bu ustalarla ilgiliydi. Kadir bir gün arabasını sanayiye götürür. Ustalar sorunun ciddi olduğunu, aracının üç gün serviste kalması gerektiğini söylerler. Çaresiz sopasını orada bırakıp, evine döner. Üç gün sonra sanayiye gittiğinde, ustalar parça bulamadıklarını, arabasının bir kaç gün daha kalması gerektiğini dile getirirler. Kadir birkaç hafta boyunca gidip gelir sanayiye, ama arabasını bir türlü servisten çıkarmayı başaramaz. En sonunda sinirlenir: “Gardaş yapın artık arabamı. İki haftadır eve yürüyerek gidip geliyim, telef oluyum” der.
Memleket mi deliydi, yoksa Kadir mi?
Mesleğim nedeniyle, neredeyse bütün Türkiye’yi adım adım gezdim, ama delileri bu kadar bağrına basan başka bir yer görmedim. Sanki, Kadir’le beraber bütün şehir delirmiş, herkes onun sahiden Mercedes’e bindiğine inanmış gibiydi. 44 MK 444 plakalı aracı için hazırlanmış ehliyeti, kaskosu, ruhsatı bile vardı. Alkollüyken ya da arabada sigara içerken trafik polislerine yakalanıp ehliyetine el konulmuş, hatta kaldırımdan gitme cezası bile verilmişti. Gençler, “Kadir bizi de eve bırak” deyip arkasına biner, insanlar onu sofralarına konuk eder, çocuklarını kucağına vermekten çekinmez, çamaşırlarını yıkarken iğrenmezlerdi…
Malatya’da yaşayıp da, Kadir’le anısı olmayan pek yoktur. Hatta, Ekşi Sözlük’te hakkında yazılmış pek çok entry bulunuyor ve onlar arasında şöyle sevimli bir anı yer alıyor: “Eve gidiyordum, hava kararmaya başlamıştı. Önce bir havalı korna sesi duydum, arkama bir baktım Kadir basmış gaza geliyor. Önümde durdu, sırığını park etti, indi, kravatını düzeltti ve, ‘Aba düüt’ dedi. Sağol Kadir, beni araba tutuyor dedim. O sırada anneannemle karşılaştık. Kadir hala bırakayım diye ısrar ediyordu. Anneannem, ‘Kadir beni bıraksana, çok yoruldum’ deyince, ‘Ben abimi almaya gideceğim’ deyip uzaklaştı.”
Youtube üzerinden yayınlanan bir videoda ise, Kadir’in mahallesi Tecde’nin muhtarı Ali Yiğit dinlediği bir anıyı şöyle aktarıyor, “Derviş Amca, Kadir’in hastanede yatan bir yakınını ziyarete gider, ancak Kadir’i çok iyi tanımaz. Saat ilerleyince, ‘Araç bulamam’ diye tedirgin olup, kalkmak ister. Kadir, ‘Otur, ben seni arabayla bırakırım’ der. Derviş Amca Kadir’e güvenip biraz daha oturur, ama hastane odasından ayrılıp sokağa ulaştığında şok olur. Yine de Kadir’i incitmek istemez. Mercedes’in arkasına geçer, Kadir’le birlikte Tecde’ye kadar yürüyerek giderler.”
“Güzel bir delimizdi”
Bizim evlerimiz aynı güzergah üzerindeydi. Kadir’in abisi Ziya, yıllarca boynuna astığı tenekesini çala çala mahallemizde gezinirdi. Sonra bir direksiyon edindi. Bir yandan kamyon sesi çıkartır, bir yandan da direksiyonunu çevirirdi. Minicik bir boyu vardı, yüzünden gülümseme, ağzından sigara hiç eksik olmazdı. Bir de onlarca kravatı aynı anda boynuna takardı.
Babam şehrin en işlek caddelerinden biri olan Emeksiz’de inşaat malzemeleri satardı. Dükkanımızda çalışan Arzu’nun masasında Ziya’nın çerçevelenmiş bir fotoğrafı dururdu. Ziya her sabah dükkana uğrar, “Nişanlım” dediği Arzu ile flört ettikten sonra, harçlığını almak için babamın yanına giderdi. Saçları beyaz olduğu için babama, “Ak Baba”, bana da “Ak Baba’nın kızı” diye seslenirdi. Bozuk paraya bayılır, kağıt paradan nefret ederdi. Hiç unutmam babam ona daha çok para verdiğinde sinirlenip yere atmış, bozuk paraları avucunun içine doldurup uzaklaşmıştı.
Bir kaç dükkan ötemizde ise amcamın bakkalı vardı. Tezgahının üzerinde haşlanmış ve çiğ yumurtalar dururdu. Soğan kabuğuyla pişirdiği kırmızı yumurtalara Ziya da bayılırdı, ben de. Her sabah amcama uğrar, yumurtasını, Birinci yada Bitlis sigarasını alır, parasını ödemeden dükkandan ayrılmazdı. Aslında amcam verdiği parayı bozar, daha fazlasını ekleyip, para üstü diye Ziya’ya uzatırdı. İnanılmaz bonkördü Ziya ve çok cömert bir kalbi vardı. Elindekini istediğinizde, tereddüte düşmeden size uzatırdı.
Diğer kardeşleri Necmettin ise ya üzerinde müzik seti bulunan el arabasıyla ya da pedal çevirmeden sürdüğü bisikletiyle gezinirdi. Ona bu yüzden Transit ya da Yarım Pedal Neco derlerdi. Neco üzerine bol gelen pantolonların paçalarını yere değmesin diye çorabının içine sokuşturur, ceketlerin içinde kaybolurdu. Ölümünden bir ay kadar önce, kaldıkları ev yanmış, yangından şans eseri kurtulmuşlardı. Neco da solunum yetmezliği nedeniyle 42 yaşında aramızdan ayrıldı.
“Kadir öldü, bari ailesini kurtaralım”
Kadir önemli bir değerdi. Bir şehrin neşesiydi. Onu her an her yerde görebilirdiniz, misal Şire Pazarı’nda esnafla koyu sohbete dalmışken, ya da pahalı bir berberde sinek kaydı tıraş olurken, bir fotoğraf stüdyosunda poz keserken, Malatya’nın meşhur tavacılarında yemek seçerken, basına röportaj verirken… Kadir’in herkesten geniş bir çevresi, hatta bürokratlarla, milletvekilleriyle ilişkisi vardı. Oysa, beş parasızdı Kadir. Evleri sefalet içindeydi.
Bindiği sopaya ehliyet, ruhsat verilmesi, arabada sigara içtiği için ceza kesilmesi, sanayide aracının bekletilmesi, aynasının, teybinin yenilenip öyle teslim edilmesi, yangında zarar gören evinin elbirliği ile yenilenmesi herkesin yüreğini ısıtsa da, bu aileye devlet eliyle daha iyi koşullar sağlanabilirdi.
Annesi Sıddı Zeynep ve babası Metin Kaydı’nın, altısı engelli olmak üzere, dokuz çocuğu vardı. İbrahim, Memet, Azzet, Ziya, Sema, Necmeddin, Memnune, Fatih ve Suat… İlk çocuğu İbrahim’i 5, hayat arkadaşı Metin Kaydı’yı 45 yaşında yitiren Sıddı Zeynep, ne yazık ki oğullarından Kadir’i 36, Ziya’yı 23, Neco’yu ise 46 yaşında toprağa verdi. Hala hayatta olan beş kardeşten üçü ise engelli.
Kadir, Ziya ve Neco’nun solunum yetmezliği nedeniyle, erken yaşta ölmeleri talihsiz bir tesadüf değildi. Maalesef, onları bağrına basan bu şehrin insanları, aynı zamanda sigara ve alkole de teşvik etti. Her biri el kadar çocukken tütün sarmaya, uzatılan sigaralardan birini yakıp, diğerini kulak arkasına atmaya başladı. Hiçbiri rehabilite edilmedi, sağlıklı koşullarda yaşamalarına imkan sağlayacak yaşam alanları yaratılmadı, alkol veya sigara ihtiyaçları karşılanırken nasıl bir riske maruz kaldıkları gözetilmedi. Her anları, özel alanları ihlal edilerek, kameralara kaydedildi. Yakınlarının rızası alınmadan, Youtube kanalları için, türlü içerikler üretildi. Kız kardeşleri erkek şiddetine maruz kaldıklarını, keserle kafalarının kırıldığını anlatsa da koruma önlemleri işletilmedi. Çünkü, hepsi deliydi, anlattıkları eğlenceli ama güvenilir bilgiler değildi!
Sosyal medyada, Murat Önder adıyla yapılan bir paylaşım bu açıdan dikkat çekiciydi: “(…) Kadir, dışarıda kimler tarafından zehirleniyor, asla takip edilmedi ve ona içki, sigara, uyuşturucu, alkol verenler hiçbir zaman bulunamadı. Eğer birkaç kişiyi tespit edip onlara en ağır ceza verilseydi, belki de hiç kimse Kadir’e bu kötülüğü yapmaya cesaret edemeyecekti. (…) Muhtar Ali Yiğit ve zamanın Belediye Başkanı Hacı Uğur Polat, evin yanmasından sonra kendilerine yeni bir ev yapılması için çok büyük çaba sarf etmelerine rağmen olmadı. Olmadı ama, olmalıydı. Peşi bırakılmamalıydı. Aileye ve ailenin inanılmaz inadına rağmen yapılmalıydı. Devletin güçlü kurumları var. Başta Kadir olmak üzere ailenin bütün fertleri özel bir statüyle ekonomik, sosyal ve tıbbi bir koruma altına alınmalıydı. Tıpkı tarihi bir eserin koruma altına alınması gibi… Aile Bakanlığı, Valilik, Belediye, özel ve tüzel kuruluşlar, yardım kuruluşları vs. el birliğiyle Kadir ve ailesi için özel bir proje geliştirip bütün ailenin ruhi ve fiziki sağlığı üzerine yatırım yapılmalıydı. “Ne yapalım aile istemiyor”, “Bize zorluk çıkarıyorlar”, “Alışmışlar böyle yaşamaya, terk etmiyorlar” gibi bahanelere sığınmak yerine, devlet-millet el ele verip, Kadir ve ailesi insanca bir yaşama kavuşturulmalıydı. (…) Peki size bir soru: Kadir, vefatıyla birlikte trend olmadı mı? Salgını da geride bırakıp haberlerin baş köşesine oturmadı mı? Herkesin dilinde Kadir yok mu? Sosyal medya Kadir’in haberiyle yıkılmadı mı? O halde, günübirlik yardım ve ilginin ötesinde, devlet ve milletimizin özel ilgisine mazhar olması lazım değil miydi? Kadir madem bu kadar seviliyordu ve Malatya’nın tarihinde önemli bir yere sahipti, o halde böyle trajik bir yaşamı ve ölümü hak etti mi? Malatya halkı olarak, Kadir’in terk edildiği sefalet ve bedbaht yaşamından sorumlu değil miyiz? Kuru kuruya sevmek olmaz. Kadir öldü. Bari Kadir’in ölümü bir işe yarasın, ailesini kurtarın ki, Kadir mezarında huzur içinde uyusun.”