Güvende ve iyi olmamak bir yaşam biçimi mi olacak… Babalar, anneler canından can kattıkları oğullarını, kızlarını zamansız ve haksız biçimde toprağa mı verecek… Soruları çoğaltıp sıralamak olası amma olanaksız olan gidenlerin geri gelmeyecekleri, bedenlerde başlayan ateşin dumanı çıkmasa da içten içe yakacak olması…
İnsanlıkta var olduğunu iyi bildiğimiz ey duygudaşlık (empati) ne zaman sarsılıp kendine geleceksin ve de zalimlerin yüreğinden tutup tuş edeceksin onları…
Hayatı, ödünç tümcelerle ya da kopyala yapıştır alıntılardan oluşturup kendi adımıza başkalarına ödünç verdiğimiz tümcelerle sadece yerinde saydırmış oluruz, bir milim öteleyemeyiz onu zalimce kuşatan kötülüklerden. Yerinde saymak da yürümek/koşmak değildir. Hayat, kendi mecrasında doğal ve hesaplı bir akıştır. Hayat, bir bakıma seçimlerimizden dolayı başımıza gelen şeyler toplamı da olsa, ne kadar çok keşke/siz yaşarsak o kadar kendimiz olmaya yaklaşırız ve kendimiz olabilme yolunda derinliğine bir arkeolojik kazıya başlamışız oluruz kendi içimizde. O vakit anlarız ki insan katmanlardan oluşuyor ve ancak bu katmanları çözebildikçe kendisini de karsındakini de anlayabiliyor. İşte o zaman bir nar gibi dışadönük tekliğimizin içimizdeki nar taneleri gibi ama birer Matruşka denli de benzeş çokluklardan oluştuğunu kavrayabiliriz. Bu çoklu bilmeceyi çözdükçe anlaşılırız ve anlarız birbirimizi.
Birbirimize gerçek ayna olmanın ancak kendimiz olabilmekle orantılı olduğunu unutmayalım… Yani, Özdemir Asaf’tan ödünç alacak olursam, aslında ben senin karşındaki sen, sen de karşımdaki ben olduğumuz sürece gerçek kendimiz olabileceğiz. Ötesi mi… Söylemek bile beyhude… Biliyorum her benzetme hatalı ama her dış uyaran da kendine benzeyen şeyi anımsatıyor insana… Karaman’daki çocuk istismarı/tecavüzü ve sonrası ile 21 Nisan 2016 tarihli BirGün Gazetesi’nde yayımlanan “Ensar İlişki Ağı Haritası” bana; 7 Ağustos 1902-15 Şubat 1903 arasında Paris’te Aurore’da tefrika edilen Gerçek romanını anımsattı. (Zola’nın Dört İncil dizisinin üçüncü kitabı olan yapıtı, doğrudan doğruya Dreyfus olayına bağlıdır; Simon-Dreyfus kahramanlarından Gorgias-Esterhazy kahramanlarına kadar bu olayın serbest uyarlamasıdır.) Zola’nın amacı dinleri kötü göstermek değildi, din adına hareket ettiklerini iddia eden din adamlarının toplumda sergiledikleri olumsuzlukları, tutarsızlıkları ve ahlaksızlıkları ortaya koymaktı. Yazar, toplumda insanlara ve farklı düşünenlere sevgi, hoşgörüyle yaklaşamayan, insanları ötekileştiren, belli bir grubun veya kendilerinin çıkarları doğrultusunda hareket eden din adamlarını eleştirmekti. Ayrıca mesleğinin sorumluluk bilinciyle hareket eden öğretmenlerden övgüyle söz ederken de göreviyle bağdaşmayan davranışlar sergileyen öğretmenlere karşı da tavır almaktı. Özgünlüğü romanın nesnelliğidir demek hiç de abartı olmaz bence de.
Onca yıl önce kendi ülkesinin gerçekliğini anlatan yazarın “gerçek”liği, bir yanıyla (bizim onlardan bir asırdan fazla bir zaman sonra yaşıyor olsak da) kendi “gerçek”liğimize birçok yanıyla benziyor olmasıdır bence. Laikliğin; böylesine kanlı/canlı memleket, meclis görüntüleri içinde gündeme damdan düşercesine sokulmasına şaşırmadım hiç. Çünkü bu devlet denilen aygıt insanlığın hayatına girdiğinden bu yana kabul etsek de etmesek de “din”i kendince bir tür “araç” yapmıştır bilindik “amaçlar” için…
İyi ya da kötü başlangıçta Cumhuriyet Hilafeti Osmanlı’dan biçim/öz babında neredeyse aynı bırakarak Diyanet İşleri Başkanlığı’na dönüştürdü. (Yine de kimseler hoşnut değil. İlla da olacaksa bu kurum tüm dinlerin ve onlardan mürekkep mezheplerin aynı çatı altında temsilcilerinin de hükümet konaklarındaki birimler gibi var olması…) Ve Osmanlı’dan kalan tüm dinsel farklılıkları Sünnileştirmek yolunda serbest bıraktı… Oysa can alıcı gerçekliklerden biri, yani bir zincirin halkaları gibi birbiriyle ilgili uygulamaların hayatımıza sokulmasıdır…
Tanrı, iradesini hâkim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hâkim kılmak için Tanrı’yı kullanırlar. Giordano Bruno’nun bu saptaması hâlen doğruluğunu ve geçerliliğini korumaktadır; maalesef. Gerçekten de dinin ‘kötü insanlar’ tarafından nasıl kullanıldığına dair eski de olsa iki örnek vermek istiyorum:
Varan 1
…Bunlardan biri “Kutlu Doğum Haftası” 29 Nisan 2016 Hürriyet’ten Yalçın Bayer’in Mithat Ali Dereli imzasıyla köşesinde yer verdiği yazı… İlginç… Ben yazanın ve de yayımlayanın yalancısıyım…
Okuyalım: “Diyanet İşleri ilk olarak 1989 yılında üstelik de 12/17 Ekim tarihleri arasında kutlamış! Şimdilerde ne hikmetse nisan ayında kutlamak akıllarına gelmiş! Kutlu Doğum Haftası ile ilgili yıllardır sorduğumuz lakin yanıt alamadığımız sorular var: Kutlu Doğum Haftası’nı 1980’li yıllara kadar kutlamayan Diyanet, 80’lerde yeni mi keşfetmiş bu haftayı? Mevlüt Kandili’nde Hz. Muhammed’in doğumunu kutluyorsak, farklı bir tarih olan Kutlu Doğum Haftası’nda kimin doğumunu kutluyoruz? (Bir insanın iki doğum tarihi olacak değil ya…) Haftayı 60’a yakın İslam ülkesi içinde neden sadece biz kutluyoruz? Osmanlı’dan Selçuklu’ya, Gazneli’den Karamanlı’ya Müslüman Türk Devletleri ve tarihteki diğer Müslüman devletler neden kutlamamış da şimdilerde biz kutluyoruz? Hani her dini tartışmada “Yüzyıllardır âlimler yanlış biliyor da bir siz mi doğru biliyorsunuz?” diyenler, peki bu konuda siz o âlimlerden çok mu iyi biliyorsunuz?” desem…
Doğru söze ne denir ki?
Varan 2
İmam Hatip Gençlik Buluşması’na katılan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, “…Ben, İmam hatiplilere, Türkiye’yle birlikte tüm ümmetin, hatta tüm insanlığın geleceğini inşa etme vazifesinin verildiğine inanıyorum,” dediği konuşmasında; “saygıyla yâd ediyorum” diyerek andığı üç kişiden biri olan Nureddin Paşa; nam-ı diğer Sakallı Nurettin Paşa’yı daha iyi tanımak istiyorsanız 2012’de Belge Yayınları’ndan çıkan Columbia Üniversitesi hocalarından yazar Marjorie Houspian Dobkin’in “İzmir 1922” adlı kitabını okumanızı öneririm…
Korkudan ve korkutmaya çalışanlardan korkuldukça, korktukça değil başkaları kendi gölgemiz bile zorba olur bize, zalim olur ve de bizi dilediği gibi yönetir, yönlendirir… Unutmayalım ki her şey insanda başlar ve yine insanda biter…