İhtiyarlık, insana, sokakta yürürken düşmemek için adımlarına dikkat kesilmeye başladığı zaman gelir.
Ne vakit sol ayağınıza güvenip sağ ayağınızı yerden kaldırdığınızda, bir tehlikenin sizi ele geçireceğine ait ürküntü yüreğinize sinerse, işte o vakit, ihtiyarlık kapıyı çalmış demektir.
Mesela buzlanmış kaldırımda dikkatle yürümeye benzemez bu, zira insanoğlunun genci, hatta çocuğu bile kaygan zeminde içgüdüsel bir dikkate sığınır.
Anlamı bütün bütün farklıdır; ihtiyarlıkta, insanı adımını sakınırken hissettiğini idrak etmeli…
Sakın ola, “İnsan kendini hangi yaşta, yaşamının hangi çağında hissediyorsa o yaştadır” gibi ucuz söz etmesinler.
Bu iyicil sözün gönüllere teselli, ruha avuntu verdiğini biliriz fakat gerçeği de görmeyi yazıya alır, beyaza çekeriz.
İhtiyarlığı, hayatın türlü telaşesi ve meşgalesinden kurtulup bir kenara çekilmek zamanıdır diye düşüneni pek çoktur ama akıl fırıldağı karayel rüzgârına yakalanmış gibi fırdöndü olanlar böyle yapmaz.
Hacca gidip geldikten sonra tepesinde takkesi, elinde tespihi, ayağında yün çorabıyla sedir, minder çürütenden söz etmiyoruz; dikkat!
Bizim ihtiyarlarımız bilgeliğe ulaşmak zamanıdır deyip inzivaya çekilmeyi tercih eden, hayatı damıtıp yudum yudum tekrar yaşamaya başlayanlardır, ki onlar artık adımlarını sek sek oynar gibi değil, Sır’at Köprüsünden dikkatle geçiyorcasına önünü ardını hesaba alanlardır.
Roma’nın yaşlılarından Cicero, ihtiyarlığın kötü olduğunu söyleyenlere pek hayret eder. Bazıları böyledir, ki onlardan birisi Yaşlı Cato’dur, ununu eleyip eleğini duvara asmayı marifetmiş gibi ha bire söyler, durur.
Çiftçilik üzerine ünlü eseri De Agri Cultura’yı bizim için yazan Cato “İhtiyarlığın yükünü taşımak Aetna’yı [Etna Yanardağını] taşımaktan daha ağırdır” der; işte buna Cicero sitem eder Gelgelelim onun şu sözlerini de kendisine ait eseri De Senectute’de [İhtiyarlık] alkışlar:
Cato diyordu ki, “Tıpkı ağaçta meyvelerin zamanı gelince olgunlaşıp düşmesi gibi insan ömrünün de bir sonunun olması zaruridir. Bilge insan buna uysallıkla katlanır.”
Stoacı Cato’nun böyle söylemesi Cicero’yu cesaretlendirir, çünkü ihtiyarlık sızlanmalarının hepsine sebep olan kabahat yaşta değil, mizaçtadır.
“İtidalli olan, hırçınlık ve aksilik etmeyen kimselerin ihtiyarlığı tahammül edilmez bir şey değildir.” [Cicero, 7]
Nedir, yaşlılıkta insanın hayatı boyu birikmiş tecrübesi ona yeni zevkler verebiliyorsa insan ömrünün bir anlamı olur. Mizacı bozuk adam, hayatını çarçabuk çarçur edendir. Yaşlanınca insanlarla hır gür edeni, mızıkçılık çıkaranı da böyledir. Terliğini sürüye sürüye cam kenarına gelip, iki dudak arası, İnnallahe maassabirin çekerek sokaktaki çocuğu haşlayandan bahsediyorum. Dünyayı çekilmez yapan aslında hayatı iyi yaşamasını bilmeyenlerin kabahatinde aranmalıdır. Böyleleri düşünme musluğu tıkalı adamlardır. Bütün yaşamlarını ah of çekerek, şikâyetle tamam eylemeyi hayatın mecburiyeti sanırlar; değildir.
O hâlde ihtiyarlık iyi yaşamasını bilen için bir nimettir; külfet sayılmamalıdır. Asıl dikkat edilmesi gereken şeyi, Eksi 200’lerde yaşamış Romalı şair Caecillius inci gibi döktürmüştür. Gerdanlık anlamına gelen Plocium adlı eserinde, “İhtiyarlıkta en acı şey, o yaşa gelen insanın başkalarına sıkıntı verdiğini hissetmesidir” diye yazar mı, işte insanı bu acıtır.
Bizde haminneler, pamuk dedecikler, “Allah insanı elden ayaktan düşürmesin, evladın bile olsa, merde nâmerde muhtaç etmesin” derdi ya, bu lakırdı işte biraz ona benzer. Ben bunu oldum olası hiç sevmem, kuşkusuz kimseye yük olmamalıdır, fakat bu teslimiyetçi gelecekçilik beni eskiden bu yana, kaç bu lakırdılardan kurtul kurtulabildiğince diye uzak tutar.
Yaşlılığın ustalık devri olduğunu bilerek bunun kıymetini anlamak insanı o çağında en güzel günlerine kavuşturur. Bu, aynalarla dolu bir berber dükkânında olmayı andırıyor. Oktay Rıfat’a berberlik mesleğine bir övgü payı ayırıp ettiği sözlere kulak verelim: “Zanaatı gereği aynalar içinde yaşamak başkalarında olmayan bir yetenek verir berbere… Kendine önden, arkadan, kısacası dıştan bakabilme yeteneği. “ [O.Rıfat 88]
Berberin çok konuşması da cehaletindendir ama aynalar içinde yaşadığından nasıl bakılacağını tecrübe etmiş, ne yazık ki, belki bazılarının ama genelinin eğitimi donanımlı olmadığından Fenerbahçe-Galatasaray maçını konuşmaktan öteye adım atamamıştır.
Romalı Stoacı filozof, hatip, edebiyatçı Seneca yaşlılığın inzivaya çekilebilmek için en iyi fırsat olduğunu hissettirir yazdıklarıyla. “Per se ipsum secedere”, diye yazıyordu İnziva Üzerine başlıklı eserinde; Bireyin kendi içine çekilmesi, bir köşede sus pus olup pineklemesi değildir, Seneca’ya göre…
“Yaşamımızın son anına dek eylem halinde olacağız, ortak yarar için çalışmaktan, tek tek kişilere yardım etmekten ve düşmanlarımıza dahi el uzatmaktan vazgeçmeyeceğiz,” diye Artı 65 yılında ölmezden önce insanoğluna miras bıraktığı eserinde bize konuşur. [Seneca, 35]
Bilgelik de, bilmenin ve bilginin kıymetini anlamakla eşzamanlı, çevresine olgun bir gülümsemeyle bakabilme hâlidir. Eseri için “De Constantia Sapients” başlığını kullandıysa Seneca, Bilgeliğin Sarsılmazlığı Üzerine demek istemiştir. Demek, bilgelik yaşanmış yılların sertleşen çimentosuyla güçlenmiş temellere sahip olmaktır.
Yahya Kemâl yaşlılığından korkanların en başında geliyor olmalı; “Ülfet belalı şey fakat uzlet sıkıntılı/ Bilmem nasıl geçirmeliyim beş on yılı” diye yazmasını biz hiç mi hiç sevmeyiz. Bir kere yaşamının kalanını niye beş on yılla sınırlar ki, zira ölümü düşünmektir bu! Hem sonra tanışmak, birlikte olmak anlamındaki ülfet niye belalı olsun; hiç de değil a cânım… Uzleti de insandan kaçmak zannetmiş olmalı Yahya Kemâl rahmetli; inzivadır o inziva! İnzivada yapılacak çok şey vardır, asıl yaşam alanı orasıdır. Siz inzivanızı binlerce insandan oluşan boş kalabalıkların arasında bile yaşarsınız, yeter ki edimlemesini bir bilin.
Cicero’ya dönelim yine, hazır elimizin altında bize misafir gelmişken, o kendisinden sonra gelenlere yarasın diye ağaç dikmeyi, mesela, bilgelikten sayıyordu; tabii, niye olmasın_
Gelgelelim bizim koca şairimiz, Nâzım Hikmet öyle demiyordu ama, Yaşamaya Dair başlıklı o bizi hayata hep bağlayan şiirinde:
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun hâlde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.
Yaşamak bir kitabı okumak gibidir diyen Montaigne’i hatırlıyoruz da, onun cesaret ateşiyle yaşlılığımız aydınlanıyor olacak diye şimdiden seviniyoruz; bizimkisi yoksul sevinci işte…
Bunca filozofun arasında, biz hakikaten iyiyiz; merak etmeyin!
İyi şeyler duyuyor, onları dinliyoruz.
Yeter ki, felsefe bizden uzağa gitmesin; inzivada en iyi dostumuz o. Bizi bırakıp bir yerlere giderse, işte o vakit, kapımızı hekim çalar. Artı 130’da Bergama’da, madem bu kadar Latince laf yumurtladık, yani Pergamon’da doğmuş hemşerimiz, eczacı, tıp adamı Galenos diyordu ki, filozofun bıraktığı yerde hekim devreye girer: Ubi desinit philosophus, ibi incipit medicus.
Felsefenin, kitabın içine girmediği hayata asık suratlı bir hekim çarçabuk gelip steteskobunu çantasından çıkaracak, yukarı kadar sıyırdığınız fanilanızdan kalan sırtınızdaki çıplaklığa bir ürperti bırakarak sizi dinlemeye koyulup, bir daha da evinizden çıkmayacaktır.
İhtiyarlığı düşününce aklınıza korku düşmesin; iyisi mi, ürküntü, çaresizlik, bir uçuruma yuvarlanır gibi hiçbir dala tutunamamışlık değil, tersine, yaşamın muhteşem bir kitap olduğunu, bize hediye edildiğini hatırlamak en iyisidir.
Madem hep Latince ettik, lafın ipini battal bırakmayalım sıkıya bağlayalım:
İncipere, kitap burada-şimdi başlıyor.
O hâlde, İncipere!
Bu yazının hatırlatması:
MÖ ve MS kısaltmaları yerine EKSİ ve ARTI’yı kullanmayı istedim; öneriyorum.
——————————
Bu lakırdımızın kaynakçası:
Oktay Rıfat, Danaburnu,
Seneca, Bilgelik ve İnziva,
Cicero, İhtiyarlık Üzerine,
Nâzım Hikmet, Üç Şiir,
Yahya Kemâl, Düşünce şiiri