Dünyayı sarsan ve bugüne ulaşan o fotoğrafta yer almasına sebep olacak bir “faaliyeti” yoktu, 1963 yılında Saygon’un kuzeyinde bir köyde doğmak dışında. Adı Vietnamcada “Altın Mutluluk” anlamına geliyordu. 8 Haziran 1972’de bir Amerikan uçağı, bir köyde, insanların sığındığı tapınağın üzerine dört napalm bombası attığında, savaştan saklanmak için orada olan çocuklar, alevler içinde kalarak dışarıya fırladılar.
Elbiseleri, saçları, vücutları yanık içinde çığlıklar atarak koşuyorlardı, nereye koştuklarını bilmeden. Aralarında Kim Phuc da vardı. Yanan elbiselerini üzerinden çıkarmış, çığlık çığlığa koşan bu çıplak küçük kızı, foto-muhabiri Nick Ut tarihe kaydetti. Fotoğraf bütün dünyayı sarstı ve fotoğrafı çektikten sonra küçük kızı hastaneye yetiştiren, sürekli ziyaretine giden Nick Ut’un bu siyah beyaz karesi, emperyalizmin vahşetlerinden biri olan Vietnam Savaşı’nın sembolü oldu.
***
Amerikan emperyalizminin derdi, her zaman olduğu gibi halkın örgütlü isyanını kanla bastırmaktı. 1950’lerin sonunda kurulan Vietnam Halk Kurtuluş Cephesi’nin başlattığı gerilla hareketi, giderek güçlenmiş, halk arasındaki desteğini artırmıştı. Amerikan kuklası hükümet, “made in USA” helikopterleri ve silahları ile isyancıları kan ve vahşetle bastırmaya çalışıyordu. Buna rağmen 1963’te kukla hükümet devrildi, art arda istikrarsız hükümetlerin kurulup düştüğü bir dönem yaşandı.
Ağustos 1964’te bir Amerikan destroyerine Kuzey Vietnam torpidosu atılınca, ABD istediği gerekçeyi buldu ve vahşeti derinleştirmeye karar verdi. Başkan Johnson, Kuzey Vietnam’daki deniz üslerinin bombalanması emrini verdi ve savaş açıkça başlamış oldu.
Temmuz 1965’te ABD Vietnam’a 100 bin asker yolladı; bu askeri gücün oluşturulmasına Avustralya, Yeni Zelanda, Filipinler ve Tayland da destek verdi. Uluslararası barbarlığın bu muazzam gücü karşısında bile yenilmedi Vietnam Halk Kurtuluş Cephesi. Amerikalıların bombaladığı yerleri geri aldılar ve halkın desteğiyle meydan okumayı sürdürdüler.
Amerikan hava kuvvetleri, gerillaların sığındığı ormanı yok etmek için milyonlarca galon portakal gazı kullandı, napalm bombası da dahil olmak üzere bombardımana devam etti. Ancak Vietnamlı gerillalar, Sovyet ve Çin desteğini de alarak emperyalizm karşısında boyun eğmedi.
1967 yılına gelindiğinde, ölen Amerikan askerlerinin sayısı artmış ve ABD kamuoyunda açık bir hoşnutsuzluk başlamıştı. Kuzey Vietnam ordusunun ABD elçiliklerine yaptığı saldırılar ve savaştan gelen görüntüler bu hoşnutsuzluğu açık protestolara dönüştürdü. Başkan Johnson bombardımanın durdurulmasını emretti ve Kasım 1968’deki seçimlere aday olmayacağını açıkladı.
Kasımda seçilen Richard Nixon, “Vietnamlaştırma” adı verilen politikayı açıkladı: Güney Vietnamlıları eğitip silahlandıracaklar ve ABD askerlerini geri çekeceklerdi. Bu süreçte 500 binden fazla Amerikan askeri ülkeye dönüyor; gerek Vietnam’da kalan gerekse dönem askerlerin tükenmiş durumu, “Vietnam sendromu” adı verilen bir “ruhsal çöküntü” halinin psikoloji literatürüne girmesine yol açıyordu.
Avrupa’daki 68 Baharı ve ABD’deki protestolar, Vietnam’daki emperyalist müdahalenin yüzündeki maskeyi düşürdü, Paris’te başlayan barış görüşmeleri ağır aksak ilerlese de emperyalizmin açık yenilgisini ilan ediyordu.
***
Yıllar sonra o fotoğrafın izini sürenler, o küçük kıza ulaştılar. Kim Phuc, o günden sonra on dört ay hastanede yatmış, on yedi ameliyat geçirmişti. Doktorlar vücudunun yarısından fazlasında üçüncü derece yanık olan bu kızın yaşamasına çok ihtimal vermiyorlardı ama Kim hayata tutundu. İyileşti ve iki yıl sonra köyüne döndü. Okudu ve doktor olmaya karar vererek Küba’da tıp eğitimi gördü. Orada tanıştığı biriyle evlendi, üç çocuğu oldu.
Bir Amerika ziyaretinde, o foto-muhabiri ile, Nick Ut ile buluştular ve ağlayarak birbirlerine sarıldılar.
Her ikisi de bambaşka insanlardı; Vietnamlı küçük bir kız ve genç bir savaş muhabiri. Bambaşka hayatlar yaşamıştı her ikisi de. Onları buluşturan şey, savaş denen emperyalist barbarlığın altüst ettiği bir köyde iki insan olarak karşılaşmaları ve insanların değil, devletlerin birbirine düşman olduğunu kendi yaşamları vasıtasıyla deneyimlemiş olmalarıydı.
Hayat, o fotoğrafın çekildiği an ile Kim ve Nick’in birbirine ağlayarak sarıldığı an arasında gidip geliyor, gidip geliyor…