Soğuk espriler aleminde gezinenler iyi bilirler; epey soğuk espriler vardır.
Buna göre bahsi geçen şeyden daha kötü neyin olduğu sorulur… Baştan uyarmalı, cevap elbette biraz hayal kırıklığı yaratacaktır.
Henüz kalemimizin mürekkebi tazeyken mevsimimiz kış, etraf da biraz karlı olduğuna göre şakalar da pekâlâ soğuk olabilir. Böylesi soğuk espriyi bir deneme yazısında yapmanın sırası gelecekse, işte şimdi tam vaktidir:
Tahmin edin hayal kırıklığına uğramış bir “kardan kız”dan daha kötü ne olabilir?
Cevap: Hayal kırıklığına uğramış iki kardan kız!
Böylesi incir çekirdeğini doldurmaz bir şaka, saçmalığın daniskasıdır. Böylesine ancak deliler güler!
Biraz olsun güldüyseniz, eyvah eyvah, vay hâlinize…
Ancak ne şakayı yapan ne de buna gülen üzülmeli. Nitekim deli deyip geçmemeli, son yıllarda ne kadar özgün sanat eseri, çığır açan fikir, özel iş, özel üretim, özel ürün ve hatta özel insan varsa bilin ki ya biraz delidir ya da büyük olasılıkla bir delinin elinden çıkmıştır.
Şimdilerde biraz “deli” olmak bulunmaz nimettir hani… Zira bireyi diğerlerinden ayırabilecek ne kadar, psikolojik farklılık ve hatta hastalık, tuhaf bir davranış ve karakter özelliği yahut alışkanlık, kısacası “normal” kabul edilenin dışında kalan ne varsa çoğunlukla “delice” ve özel bulunur.
Bunlar saymakla bitmez ama görünen o ki özellikle bugünlerde herkesin bir tuhaflığı, kendine göre bir deliliği vardır. Ve insan ne kadar deliyse, o kadar özeldir.
İşte bu, bugünün adabımuaşeret kuralı gibidir. Herkesin uyması gereken sessiz bir ahlak yasasıdır. Herkes kendine dair deliliği biraz olsun keşfetmelidir. Bu, onu diğerlerinden biraz da olsa ayıracaktır. Herkes gibi olmamak insana kendini özel ve iyi hissettirir.
Esasında bundan bahsetmek bile insana zül gelir. Nitekim kimse bunu kabul etmek istemez. Bu sözlerin sarfı görgüsüzlük ve hatta patavatsızlık olur… Bilakis boşboğaz bir yazarın okuyucunsa bunları söylemesi ise aslında hiç yapılmaması gereken bir iştir.
Varsın yapılsın! Bu da boşboğaznamenin deliliği olsun.
Hem belki bizim boşboğazın kulakları da deliktir… Zira ona buna deli dediğine göre, küpeleri kesin vardır onun! Yani anlayacağınız muhatabınız delinin önde gidenidir, adeta zırdelidir…
Zaten bu deliler en çok ressamlardan, sonra müzisyenlerden biraz da kalemini eleştiriye ve düşünmeye yontan boşboğaz yazar ve filozoflardan çıkar. Delilik, yaratıcı ve sanatçı takımının olmazsa olmazıdır…
Bakınız Van Gogh normal karşılanamayacak kadar sıklıkta, tarlalarda uzun yürüyüşler yapardı. Kuşkusuz bu aşırı derecede yürüme davranışı pek normal görülmezdi ve biraz tuhaf, sözde “delice” bulunurdu. Bu kadarı yetmez, günün birinde deliliğin en büyüğünü yaptı: Bir kriz geçirip kulağını kesti! Bugün eserlerinin büyük bir çoğunluğu onun bu tuhaf ve “delice” davranışlarıyla birlikte ele alınır. Bir de Bryan Charnley var: O da şizofreni hastasıydı. Kendini normal görülemeyecek kadar sık yalnızlığa hapsederdi. Vaktini çoğunlukla kendini gözlemleyerek geçirirdi. İlaçlarını bilerek bıraktı ve kendini resmetti. Sonunda da intihar etti. Meşhur otoportre serisi işte bu sürecin ürünüdür. Daniel Johnston da bipolar bozukluktan mustarip bir müzisyendi. O da çoğu zaman tercihini normal kabul edilemeyecek türde sosyal izolasyondan yana kullanırdı. Tuhaf davranışları ise saymakla bitmez. Bestelerinde işte bütün bunların izleri görülür. Bir de bilindiği kadarıyla herhangi bir psikiyatrik tanısı olmamasına rağmen yaptıkları epey “delice” bulunan bir müzisyen vardır: Rammstein grubunun vokali Till Lindemann. Sahne şovlarında akla hayale sığmayacak türden, sıra dışı işler yapar. Bu yetmezmiş gibi o da avcılık düşkünüdür. Bu vesileyle ormanda normal görülemeyecek kadar uzun gezintilere çıktığı bilinir. Normal olmayan davranışlar ve delilik onun da sanattaki ününe katkıda bulunur.
Hasılı sanatçının iyisinin biraz olsun deli olduğuna inanılır. Onların normalden uzaklaştıkları oranda özel olduğu düşünülür. Bu bazen delilik olarak etiketlenir, bazen de aşırı yalnızlık veya yürüyüş gibi alışkanlıklarla kendini gösterir.
Ancak konu bir deneme yazısı olduğunda, bu tuhaflıklar ve delilikler arasından bizi asıl ilgilendiren şey yürümektir.
Nitekim filozof-yazar tayfasının çoğu delicesine yürümekle ünlüdür.
Bunların belki de kralı ise Friedrich Nietzsche’dir. Öyle ki Frederic Gros, Yürümenin Felsefesi kitabının yirmi altıncı sayfasında Nietzsche’den bahsederken şöyle söyler: “Yürürken düşünmek, düşünürken yürümek; sonra da yazmayı kısa bir mola anına indirgemek… Bu durum bizi Nietzsche’nin ayağa düzdüğü methiyeye götürür: Sadece elimizle yazarız evet, ama sadece ayağımızla iyi yazarız. Ayak mükemmel hatta belki de en sağlam tanıktır…”
Ayağın methine varan bu cümlelerse adeta ayak fetişistlerine göz kırpar….
Fakat biz bu deliliği bir kenara bırakalım ve sözün dümenini yeniden yürümeye kıralım nitekim ucunu kaçırdığı cümlelerini nasıl toparlayacağını bilemeyen dikkati dağınık, küpeli bir boşboğaz deliye, Frederic Gros bu yönde bir çözüm sunmaktadır: “Düşünce tıkanmışken masa başında oturmanın hiçbir faydası yoktur. Ayaklanıp birkaç adım atmak gerekir.”
İşte boşboğazımız böylece yürümeye koyulur. Hava karlıdır. Böyle zamanlarda kışı sevenler sokaklarda gezinmeye doyamazlar. Kendi ayak izlerinin kalabalığı içinde bir o yana bir bu yana adeta savrulurlar.
Karın çok sık düşmediği mahallelerde, bazı zorlukları olsa bile, kış pek bereketli geçer.
Kar yere düştü mü, arabalar yola daha az çıkar. Hava temizlenir. Gürültü azalır. Sokaklar sanki daha bir huzurlu olur. Beyazı gören çocuklar, büyük bir neşeyle sokağa dökülür. Hele ki okullar ve bazı iş yerleri tatile girdiyse, sokaklar huzur ve neşeyle dolu çeşitli kış-sever insanların, yaşlısının, gencinin yer aldığı bir açık hava sergisi gibi olur. Yürüyüşe çıkanlar, parklarda oturanlar yahut evinin camından dışarıyı seyredenler için bu sergi ücretsizdir.
Sergide her türden eseri görmek mümkündür ama kuşkusuz her zaman en çok dikkat çekeni kartopu savaşı müsabakaları ve kardan adamlardır. Nitekim bunlar insanın türlü taktiklerle yahut sanatsal dokunuşlarla yaratıcılıklarını pekiştirdiği ve gösterdiği ve hatta söz meclisten dışarı, adeta deliliklerini dışa vurdukları yegâne etkinliklerdir. En tuhaf kardan adamları yahut bir insandan daha büyük kartoplarını yuvarlanırken görmek işte böyle anlarda pek olasıdır.
Üzücüdür ki kartopu savaşları çabuk biter. Fakat kardan adamlar çoğu zaman günlerce ziyaretçilerin huzurundadır. Bu yüzden olmalı, sokak sokak gezinen boşboğazımız ne zaman bir kardan adam görse bir süreliğine hazır-ola geçip onu inceler, eleştirir, çekiştirir ve sonra yoluna devam eder.
Havuçtan yahut parmak darbeleriyle oluşturduğu izle burun yapanlar, zeytinden gözler, atkı takanlar… Kardan adamlar çeşit çeşittir. İnsanın gözleri bu değişik kardan adamlara takılıp durur. Kulakları çocukların ve ailelerin kardan adamı nasıl yapacakları yönündeki tartışmaları sürekli işitir.
Bunlardan belki de en ilginci ise yapılanın bir kardan kız olduğu yönündeki tartışmadır.
Bir baba yaptıklarının bir kardan adam olduğunu ima edince kız çocuğu hemen huzursuzlanır. Onun bir kardan adam değil kardan kız olduğunu söyler.… Nedeni malum: “Pipisi yok ki baba!”.
Bunu duyan babası kızını epey ayıplar: “Aman kızım sen de iyice delirdin herhalde…”
Halbuki küçük kız gayet haklıdır. Ortaya konulan eserin pipisi yoktur ve üstüne üstlük bir yetişkine göre küçükçe bir bedene sahip olduğunu da göz önünde bulundursak elbette bu bir kardan kız olabilir.
“Kardan adam varsa kardan kız neden olmasın?”
Kadın hakları cephesi bu işin de peşini bırakmaya görsün, bu kulaklar 5-6 yaşındaki bir kız çocuğundan işte bu sözleri işitmiştir.
Konuşulanlara hiç şaşırmamalı, keza bu gözler bir parkın ortasında kartopundan yapılmış testisleri ve yine kardan yapılmış bir penisi olan bir kardan adam bile görmüştür.
Bu kadarı yetmez, memeleri olan kardan kadınlar bile vardır. Sütyen takanları ve dantelli külot giyenleri görmek mümkündür. Bilmem ki hapishane avlularında Ferhan Şensoy’un literatüre kattığı kardan Orospu Asuman’lar da var mıdır?
İşte tüm bunlar kardan adam sanatının deliliğe varan eserledir. Kendini diğerlerinden, “normal” kardan adamlardan hızla ayrıştırırlar. Böylesini yapanlar daha bir “özel” sanatçılardır hani.
Deliliğe varan yaratıcılıkların ürünü olan kardan adamları ve kadınları saymakla bitmez. Fakat böyleleri fazla uzun dayanmaz, birilerini rahatsız ettiklerinden olacak hızla yerle bir edilirler.
İşte biz bunları düşünürken yürüyüş rotamızdaki bir tam turu tamamladığımızdan kendimizi yeniden kardan kızımızın başında buluruz. Bu kez kardan kız bizi daha büyük bir sürprizle karşılar.
Yüzünde makyaj ve hatta kardan yapılmış bir fiyonk toka bile vardır.
Şimdi şüpheye gerek yok, bu kesinlikle bir kardan kızdır.
O hâlde bize heykeltıraş adayı kızımızı tebrik etmek düşer. Onun naifliği ve yaratıcılığı takdir edilesidir. Bu onu diğerlerinden ayırır, özel kılar.
Kardan kızı görenler muhakkak bu duygulara ortak olur. Bu özel işe tanıklık ettiklerinden olacak, yüzlerinde hemen bir tebessüm belirir. Yapılana hayranlık ve heyecan duyarlar. Nitekim onu yapan kız bir kez daha kardan kızın varlığını kontrol etmeye geldiğinde bu kez elinde bir telefon vardır, eserinin fotoğraflarını durmaksızın çeker. Buna tanık olanlar da ona katılır. Herkes mutludur.
Fakat uyarıyı işte buraya bırakalım: Kimse heveslenmesin. Görünüşe göre makyajlı kardan kızımız aslında hiç de sanıldığı gibi özel bir iş değildir.
Zira kış yürüyüşü sonrası sıcak battaniyenin altında yapılan bir şipşak sosyal medya gezintisi kara haberi bize tez zamanda duyurur: Makyajlı kardan kızlar sosyal medyada adeta fink atmaktadır. O vakit anlaşılır ki bu bir sosyal medya akımıdır. Bunu yapan binlerce kişi vardır.
Bırakın bu kardan kızların kendine hayran bırakan özgün bir yaratıcılık eseri olmasını, aksine bunlar birbirinin muadili, bir nevi fabrika üretimi, seri üretim, taklit işlerdir…
Deli sanatçılar tayfası ve türlü entelektüel çevreler ise taklidi ve intihali hiç sevmezler. Telif hakkı kimdeyse tebriki ancak o hak eder. Kendisine ait olmayan bir fikri, bir nevi başkasının “özel”ini taklit etmek bu kızı ve onlarcasını neden heyecanlandırmıştır, bu aslında pek şaşılası bir durumdur.
Herhalde o da bu özel ürüne sahip olma akımının bir parçası olduğu için kendini mutlu hissetmektedir.
Zaten bu devirde özel olmanın hevesi hiç bitmez. Birçokları bu işin peşindedir. Bu durum akıllara Hal Niedzviecki’nin “Ben Özelim!” adlı kitabında detaylıca açıkladığı meşhur tespitini getirir: Şimdilerde neredeyse herkes farklı ve özel olmanın peşindedir. Bu aslında herkesi daha çok birbirine benzetir.
Şimdilerde binlerce insanın gözü bu akımın üstündedir.
Fakat bizim boşboğazımız farklıdır. O herkesten daha özeldir. Malum kendisi biraz delidir.
X, Instagram, TikTok, Snapchat ve diğerlerinde kardan kızların fotoğrafları paylaşılmaya devam etsin, biz dışarı çıkıp gerçek kardan kızımızın başından sakın ayrılmayalım.
Esasında bu bir insanlık görevidir. Öyle ki kardan kızımız şimdilik oracıkta dikilmektedir, ilgiler hâlâ üzerindedir ve o mutludur fakat aman diyelim; yarın, öbür gün, özel olmadığını fark eder de hayal kırıklığına yenik düşüp yerinden fırlamaya ve isyana kalkışırsa vay hâlimize…
Malum, kardan kızların sayıları epey fazladır…
Onları dikkatle gözlemlemek gerekir.
Ta ki güneş doğana kadar.
Not:
Bu yazı tamamlanana kadar güneş çoktan doğdu.
Şimdilik derin bir nefes alabiliriz.
Karlar eridi. Pek bir şey kalmadı. Kardan kızımızsa çoktan bulut oldu.
Yerinde şimdi bir avuç çamur ve boya var. Bir de onu yapan kız çocuğunun hayal kırıklığı.
Yine de hatırlamakta fayda var: Bir daha hiç kar yağmayacağını söylersek, buna ancak deliler güler.