8 Kasım 2016 ABD’de kötü bir şakanın gerçeğe dönüştüğü, kabusa benzer bir geleceğin habercisi olan bir tarih olarak hatırlanacak. 16 Haziran 2015 günü Amerikan başkanlığına aday olduğunu resmen açıklayan Donald Trump, o günden itibaren Amerikan politik tarihinde emsali görülmemiş basitlik ve ciddiyetsizlikte bir seçim kampanyası başlattı.
Temelinde ayrımcılık, kadın düşmanlığı, homofobi, ırkçılık olan ve bölücülüğe dayanan, “Amerika’yı yeniden en büyük yapalım” sloganıyle özdeşleşen, ancak hiç bir politik değer içermeyen bu kampanya, Obama yönetimi ve Washington elitleri tarafından ciddiye alınmadığına, hatta yok sayıldığına inanan Cumhuriyetçi Parti tabanında coşkuyla kabül gördü. Toplumun diğer kesimleri ise Trump’ı asla ciddiye almayıp, kampanyasına sadece bir teatral bir değer yüklediler. 17 ay sonra ise, çoğunluğun oyunu alamamış, hiç bir politika geçmişi ve deneyimi olmayan Donald Trump ABD’nin 45’inci başkanı seçildi.
8 Kasım gecesi Amerika’nın çeşitli yerlerinde kadınlar şaşkın, üzgün ve öfkeliydiler. Donald Trump kampanyası boyunca kadınlara sözlü tacizde bulunmuş, onları fiziksel özelliklerine göre sıralamış, kadınlara karşı aşağılayıcı bir söylemle yaklaşırken, başkanlığının kadınların bugüne kadar edindikleri tüm hakları tehlikeye atacağını da belirtmişti. Trump’ın başkanlığında kadınlar için neler tehlikeye giriyordu? Trump, öncelikle, kadınlara neredeyse parasız sağlık hizmeti veren, parasız aile planlaması olanağı sağlayan Planned Parenthood (Planı Aile) kuruluşuna verilen federal yardımın kesileceğini belirtmişti, sebebi ise bu kuruluşda ücretsiz kürtaj yapılmasıydı. Kadınlara eşit ücret sağlayan yasa Trump’ın başkanlığı sırasında tehlikeye girecekti. Ücretli/ücretsiz doğum izni tartışma konusu bile olmayacaktı. Bütün bunların yanısıra Trump’ın kadınlara cinsel tacizde bulunmaktan çekinmediği kayda alınmış söyleşileri ve 10’dan fazla kadının ifadeleri ile kanıtlanmıştı.
9 Kasım sabahı gelecek kaygısı ile uyanan birçok kadın bu konuda bir şeyler yapılması gerektiğine inanıyorlardı, bunlardan biri emekli hukukçu Teresa Shook idi. Shook Facebook’da Trump’ın yemin töreninde Washington’da yapılmak üzere bir kadın yürüyüşü sayfası açmış ve bir gecede 10 bin destekçiye ulaşmıştı. Ülkenin doğu yakasında yaşayan NewYork’lu moda tasarımcısı Bob Bland da aynı fikirdeydi. Böylece 21 Ocak Kadınlar Yürüyüşü hareketi doğdu. Bu yürüyüş fikir annelerinden çıkmış ve düzinelerce sivil toplum kuruluşunun ortak projesi olmuştu. Projenin 4 eş başkanı, bir beyaz, bir siyah, bir Latin ve bir Müslüman olmak üzere 4 kadındı. Bu kadınlar yürüyüşün belkemiği olmakla kalmıyor, aynı zamanda yok denilen çeşitliliği de sağlıyorlardı.
Adı “Washington’da Kadınlar Yürüyüşü” olarak belirlenen bu yürüyüş aslında sadece kadınların değil, sırf zengin Hristiyan beyaz erkeklerin başkanı olacağı işaretini veren Trump’ı reddeden herkesin protestosuydu. Amacı kadın hakları, üreme hakkı, LGBT hakları, cinsiyet eşitliği, ırk eşitliği, işçi hakları, özetle insan haklarının, göçmenlik reformunun, sağlık reformunun ve çevrenin korunması olan bu protesto toplumun hemen hemen tüm kesimlerinde ve sınıflarında kabül ve destek gördü. Hem ABD’de hem de dünya çapında yapılan 673 yürüyüş yaklaşık 5 milyon kişinin katılımı ile gerçekleşti. Başkent’te protestoya katılanların sayısı bir gün önce Donald Trump’ın yemin törenine katılanların en az 3 katı oldu.
Bu protestonun birkaç çarpıcı özelliği var. İlki bu ülkede büyük kitlelerin çok kısa zamanda çok örgütlü bir biçimde harekete geçebilmeleri ve insanların protesto haklarının hukuk tarafından korunması. İkincisi ise biraz daha karmaşık. Bu büyük çaplı yürüyüş Amerikan tarihindeki ilk protesto örgütlenmesi değil, bugüne kadar kadınlara oy hakkı almak için, sivil özgürlükler ve vatandaşlık hakları için, LGBTİQ hakları için, çok yakınlarda Siyah Hayatların değeri için çeşitli gösteriler yapıldı. Bu gösterilerin ortak özelliği ise sadece belirli gruplara hitap ediyor olması, dolayısıyla bu azınlık gruplarının dışında kalanların ise konuya gereken ilgiyi göstermemeleriydi. Kadınlar Yürüyüşü ise bu ülkede yeni bir hikaye yazdı. Tehlike herkese dokunuyordu ve insanlar tehlike ancak kendilerine dokunduğunda bir şeyler yapma gereğini duyuyorlardı. Bu ülkede çesitli azınlık gruplarına ait bireylerin ömürleri boyunca yaşadıkları aşağılanma ve ayrımcılık gün itibariyle büyük çoğunluğun gerçeği olmuştu. Kadınlar Yürüyüşü’ne özellikle ülke çapında katılımın bu denli yüksek oluşunun nedeni buydu. Son olarak, bu hareket bundan sonra olacakların habercisi ve göstergesi oldu. Kadınlar Yürüyüşü’nün örgütleyenleri ‘100 günde 10 hareket’ kampanyasını başlattılar ve her 10 günde bir değişik protesto gösterileri öngördüler.
Bu örgütlü hareketlerin dışında, Amerikalılar Trump yönetiminin her kararını, her eylemini sorgular oldular ve hoşnutsuzluklarını açıkça ortaya koymaya başladılar. Trump’ın en son imzaladığı 7 ülke vatandaşlarına seyahat yasağı kararı yine ülke çapında protesto gösterilerine neden oldu, halk hukukçularla birlikte havaalanlarında toplandı ve alıkonan yolcuların ülkeye girişleri için hükümete ve yargı organlarına baskı yapmaya başladılar. Bugün federal bir yargıç seyahat yasağını ülke çapında durduran bir karar çıkardı. Birbiri ardına gelen protestolar kitle hareketlerinin toplumunda yaptırımı olacağını kanıtladı.
Trump ülkeyi uçuruma sürükleyecek sorumsuz yönetimini sürdürdüğü sürece bu protestoların devamı gelecek ve bütün bunların 1 Kasım gecesi şaşkınlık ve hüzünle uykuya dalıp, ertesi sabah bir şeyler yapmalıyız diyen kadınlarla başlattığını kimse unutmayacak.