“Hiç şüphesiz, Biz her şeyi kader ile yarattık.” Kuran-ı Kerim, Kamer Suresi 49. ayette böyle der. Ayet, Allahın her canlıyı kader ile yarattığını ve bu kaderin onun dışında hiç kimse tarafından değiştirilemeyeceğini anlatır. Önceden çizilen, hak görülen, değiştirilemeyen kader anlayışını anlatan pek çok ayet var bunun gibi. Peki, hakikaten kader ne anlama gelir?
Kader, Siirt’te dördü kardeş yedi ilköğretim öğrencisi kız çocuğuna neredeyse 100 kişinin tecavüz etmesi mi mesela? Veya Yozgat’ın bir köyünde engelli bir kadına neredeyse köyün dörtte birinin tecavüz edip, bir de ona edepsizce “altın kız” adını takmaları mı? Asla sorgulanamayan, değiştirilemeyen, Allahın takdiri kader! Karşımıza kimi zaman Karaman’da bir tarikat yurdunda istismar edilen onlarca çocuğun suretinde, kimi zaman 38 günlük bir bebeğin ölümünde çıkarak aklımızın ve vicdanımızın sınırlarını zorlayan kader…
Coğrafyalar değişir, kader değişmez…
Siirt, 2010 yılında kırk kez kırklansa üstünden çıkmayacak bir leke ile kirlendi. Yedi kız çocuğuna, oyun arkadaşı olacak yaştaki arkadaşlarından tutun, babası ve dedesi olacak yaştaki adamlara kadar neredeyse 100 kişi birkaç yıl boyunca sistematik olarak tecavüz etti. Bu vahim hadise, herkes tarafından bilinmesine rağmen, bir sır gibi saklandı ve “normal” kabul edildi. Ta ki, o çocukların rehber öğretmeni olayı öğrenip bunu duyurana kadar kol kırıldı, yen içinde kaldı. Üstelik, tecavüzcülerin arasında kendi meslektaşları ve idari amirleri de vardı.
Spotlight, gerçek bir hikâyeden uyarlanan 2015 tarihli bir film. Eleştirmenler üzerinde yarattığı etki oldukça büyük, neredeyse tüm yetkin kalemlerden tam not aldı. Film, oyuncularına, senaristine ve yönetmenine pek çok ödül kazandırdı.
Filmin tekniği hakkında yazıp çizmek sinema üzerine çalışanların işi elbette; ancak filmin görünürlüğünün konusundan kaynaklandığını iddia etmek yanlış olmaz. Spotlight, Massachusetts’de Roma Katolik rahiplerinin çocuklara yönelik olan cinsel istismarını ve bunun Boston Başpiskoposluğu tarafından nasıl gizlendiğini anlatır. Film boyunca, bir yandan küçük bir gazeteci topluluğu olan “Spotlight”ın yaşadıklarını izlerken, bir yandan da hemen her sahnede, iktidar mekanizmalarının vicdan ve adalet duygusundan ne kadar uzakta, kirlenmiş olduklarını yeniden yeniden görürüz.
Çocuk istismarı ve tecavüz meselesi dünyanın gündemine 2015 yılında böyle girdi. Peki, Türkiye? Filmin Amerika’da vizyona girmesinden birkaç ay sonra, Türkiye’de benzer bir vaka yaşandığını öğrendik. Skandal, BirGün Gazetesi’nden Serbay Mansuroğlu’nun yaptığı haberle ortaya çıktı. Karaman’da bir tarikat yurdunda kalan küçük yaştaki çok sayıda erkek öğrenci, “öğretmenleri” tarafından tecavüz ve tacize maruz kalmıştı. Hâlâ tam anlamıyla adaletin yerini bulmadığı bu olayda, nüfuzlu kişilerin ve devlete yakın kurumların nasıl korunduğunu maaile izledik.
Yine birkaç ay önce, muhafazakâr ahlak anlayışı ile tanınan Yozgat’ın bir köyünde, 3 yıl boyunca engelli bir kadına çeşitli yaşlardan onlarca erkeğin tecavüzü duyuldu. Asla bitmeyen, sürekli yinelenen kâbus… Ve daha birkaç hafta önce, 38 günlük bir bebek istismar yüzünden can verdi.
Tabiri caizse “filmi izlemiyor, filmi çekiyor”duk. Başrollerde tecavüzcüler ve Türkiye…
Ne ilk ne de son olan biçare çocukların kaderi, bu kaderin teğet geçtiği aileler için şükretme nedeni oluveriyordu. Ne kilometrelerce ötede bir papazın çocukları istismar etmesi ile yaşadığımız yerde dinî bir kurumda yaşanan toplu taciz olayının arasındaki ortaklığı görebiliyorlardı, ne de bu atmosferi besleyen siyasal İslamı… Bu çocukların ve özellikle de yoksul çocuklarının kaderinin neden böyle yazıldığını sorgulamıyorlardı.
Kader deyip tevekkül edince uykular da hafifliyordu, vicdanlar da rahata eriyordu.
“Torotumbo”
“Torotumbo”, Asturias’ın Guatemala’da Hafta Tatili kitabında yer alan hikâyelerden sonuncusu. Babası ve vaftiz babası ile birlikte, Yerliler Bayramı için gittiği alışverişte kaybolan, Natividad Quintuche adlı küçük kızı anlatıyor. Esmer tenli, örgülü kara saçlı, yedi yaşında bir kız çocuğu… İçine çekildiği bir dükkânda, bedeninin üzerinde ısırgan bir sakal, korkunç parmaklar dolaşmaya başlıyor. Karanlık bir dehlizde minicik ağzı kayboluyor. Biri duyar umuduyla çığlık atmaya, üstündeki koca bedenden kurtulmaya çalışıyor ama sonunda o minik beden, daha fazla zorlamaya dayanamayıp can veriyor.
Telaş içinde onu arayan babası ve vaftiz babası, ölü minik bedeni bulduklarında, tecavüzcüsü ile aralarında geçen ilk konuşma şöyle:
“Ne yapacaksınız onu?”
“Götüreceğiz.”
“Evet, biliyorum, götüreceksiniz, ama benim size sorduğum, ne yapacaksınız onu?”
“Gömeceğiz… ölmüş… köye gömeceğiz…”
“Peki, ne diyeceksiniz?”
“Hiçbir şey demeyeceğiz… ölmüş… hepsi bu…”
“İyi iyi… Haklısınız, böyle yapmak gerek, gömmeli, hiçbir şey demeden, çünkü böyle durumlarda en iyisi, bir şey demekten kaçınmaktır. Onu gömeceksiniz ve kimse bir şey bilmeyecek, ihmaliniz yüzünden benim evimde Şeytanın bu küçük kızın ırzına geçtiğine dair kimse bir şey bilmeyecek, benden başka…”
Hikâye, tecavüzcüsü Estanislado’nun çocuğun cenaze masraflarını karşılayacağını söylemesiyle devam ediyor. Ve yakınlarının mahcup teşekkürleriyle… Estanislado’nun suçu, edindiği hatırlı tanıdıkları sayesinde bir şekilde örtbas edilmeye çalışılıyor. Komünizme Karşı Savunma Derneği üyesi olarak çalışan bir devlet hizmetkârı; çok çok içine Şeytan giren, “zavallı bir günahkâr” o.
Bu konuşmalara aşinayız, buna benzer kaç konuşma yapıldı bizim ülkemizde; daha da kötü olanı, kaç konuşma daha yapılacak bilmiyoruz. Spotlight, “Torotumbo” veya Siirt, Yozgat, Karaman fark etmiyor. Dünyanın her yerinde kirli çıkar oyunlarıyla masum çocukların hayatları karartılıyor. Devlet güçleri ve medya desteği ile gerçekler saklanıyor. Eğer gerçekler saklanamıyorsa, yaşananların “yolunu şaşırmış”, “Şeytana uymuş” birkaç örnekten ibaret olduğu söyleniyor, mağdurlar bu şekilde teskin ediliyor. Canı yanan aileler, bunun gerçekten “yazılmış” bir kader olduğuna inanıyorlar mı bilmiyoruz. Bildiğimiz tek şey, Türkiye’den Latin Amerika’ya hikâyenin aynı kaldığı…
Miguel Angel Asturias
Dünyanın en büyük yazarlarından biri Asturias, kör göze parmak sokarak Nobel kazanan hakiki yazarlardan biri. Eserlerinin kaynağını kendi milletinin halk kültürü ve milli kurtuluş sorunları oluşturur. İçinde sekiz hikâye bulunan Guatemala’da Hafta Tatili kitabını da “savaşan halkının kanında yaşayan yurduna, Guatemala’ya” ithaf eder. Asturias, Guatemala halkının çektiği tüm acıları açık seçik, çarpıcı bir dille anlatır. Biz de hikâyelerin hemen hepsinde, yaşadığımız cehennemin bir başka durağını görürüz.
Utanarak söyleyebiliriz ki, bu hikâyeler arasında “Torotumbo” bize en tanıdık geleni… İşte bu yüzden, parlamenter yollarla istismarların meşrulaştırılmaya çalışıldığı, cezasızlığın ayyuka çıktığı bir ülkede uhrevi bir “kader” tanımıyla içimizi rahatlatamayız. Bizler için “kader” onurlu ve mücadeleci olmaktan başka bir şey olamaz. Birbirimizin yüzüne bakamayacak hâle gelmeden, bu insanlık ayıbından kendimizi sıyıralım. Diri diri gömmeyelim, kurtaralım çocuklarımızı…