Geçenlerde işe giderken, Metro istasyonundan yukarı çıkıp ana caddeye vardığımda yanlış merdivenleri kullandığımı, dalgınlıkla iş yerimin bulunduğu tarafın tam karşı istikametinden çıkış yaptığımı fark ettim.
Karşıya geçmek için gerisin geri metronun alt geçidine dönsem yol uzayacak işime geç kalacaktım, söylene söylene en yakın yaya geçidine doğru ilerledim. Geçitte yayalara yanan kırmızı ışığın yeşile dönmesini beklemeye başladım.
Buz gibi esen poyraz rüzgârı jilet gibi yüzümü kesiyor, her nefes verişimde ağzımdan buharlar çıkıyordu. İçin için, dikkatini yola vermezsen her gün gittiğin yolda işte böyle ters tarafta kalıp işine geç kalırsın diye kendime kızıyordum. Başımı yukarı kaldırınca, iki adet polis helikopterinin ana bulvar üzerinden alçaktan uçuşla kuzey güney hattında devriye dolaştığını fark ettim. Neden acaba diye düşündüm! Geçitte toplanan insan sayısı dakikalar geçtikçe artıyordu. Ana cadde boştu. Kimse yolun karşısına geçmeye kalkışmıyordu. Araç olmamasına rağmen ışığın uzun süre yayalar için yeşile dönmediğini fark edince, direkteki ışık düğmesine sabırsızlıkla birkaç kez dokundum. Değişen bir şey olmadı. O esnada yaklaşık on on beş polis motosikleti rengârenk çakarlı ışıklar ve siren sesleriyle durakta bekleyenlerin önünden geçti. Dakikalar ilerlemeye devam ederken geçittekilerden kimi bulunduğu yerde zıplayarak, kimisi de ellerini birbirine ya da koltuk altlarına sürterek ısınmaya çalışıyordu. Hava gerçekten ayaza kesmişti. Saatime baktım, akşam vardiyasına gecikiyordum. “Şu soğukta insanlar bu kadar bekletilir mi yahu!” diye söylendim.
Üzerinde çeşitli antenler bulunan iki adet zırhlı transporter minibüs bunların hemen gerisinde altı adet kocaman 4×4 çeker BMC jip, hepsi siyah renkte ve camlarından içleri görünmez biçimde yine tepelerinde mavi kırmızı beyaz çakarları ve kulakları sağır eden siren sesleriyle önümüzden geçtiler.
BMC jiplerden biri, geçidin bulunduğu dört yol ağzına geldiğinde ‘Kavşaktaki ambulans, kavşaktaki ambulans bizi duyuyor musun? Siren ve çakarını hemen kapat, konvoy geçene kadar olduğun yerde bekle!’ anonsu yaptı. Bazıları ürkek, bazıları meraklı kimileri de hüzünlü gözlerle hastaneye yetişmeye çalışan ambulansa baktı. O ambulansın içinde kim bilir kim hayatta kalmaya çabalıyordu?
Yaya geçidinde bekleşenlerin arasına karışan birkaç genç ellerindeki bayrakları coşkuyla sallayarak ‘Sayın Başkan geliyor. Sayın Başkan geliyor!’ diye birden haykırmaya başladılar. İş yerindeki arkadaşlara birkaç dakika gecikebileceğimi söylemek üzere cep telefonumu cebimden çıkardım; o da ne sinyal yok! “Kahretsin! Şehrin en merkezi mevkiinde cep telefonu çekmiyor, olacak şey mi!” diye söylendim. Sağ yanımda bekleyen bir genç, “Abi boşuna uğraşma şu anda kimsenin telefonu çekmiyor,” diye laf attı. Benim bakışlarımdaki şaşkınlığı görünce “Bilmiyor musunuz? Konvoyun en önündeki jipler, hani az önce geçtiler ya, işte onlar güzergâh boyunca telefon sinyallerini bastırıyor” dedi bilgiç bir tavırla.
“Neden?”
“Neden olacak güvenlik için. Uzaktan cep telefonuyla patlatılan bombaları duymadınız mı?”
“Evet evet güvenlik yüzünden olmalı” diye cevap verirken sıkıntıyla telefonu cebime geri koydum. Kalabalık mırıldanmaya başladı. Kimileri geçen konvoyu daha iyi görebilmek için kaldırımdan yola indi, kimileri de merakla başını konvoyun geleceği istikamette yola doğru uzattı. Yakındaki bir polis, insanları yola sarkmamaları ve kaldırıma çıkmaları için uyardı.
Biraz sonra aralarında otuzar metre mesafeyle koruma görevlilerinin bulunduğu araçlar sırayla geçmeye başladı. Bir, iki, üç, beş, on, on beş, yirmi, yirmi beş, otuz, otuz iki, kırk… saymakla bitmiyor. Yorulunca, geçen araçları saymayı bıraktım. Bunların ardından iki adet zırhlı, ışıltılar saçan S 600 Mercedes makam aracı, sağ yanda ülke bayrağı, sol yanda başkanlık forsu dalgalanarak göründüğünde, durakta bekleşenlerin bir kısmında heyecan had safhaya vardı. Kimi alkışlamaya başladı. ‘Yaşa, var ol, en büyük Sayın Başkan!’ Kimisi ise boş gözlerle geçen arabalara bakıyordu. Sayın Başkan’ın makam araçlarından hangisinde olduğunu kestirmek mümkün değildi. Her iki makam aracının da sağ camından bir kol, zaman zaman dışarıya doğru uzanıp kaldırımda dizilen halkı selamlıyor, bazen de parmağıyla bir noktayı işaret ediyordu. Araçların camları siyah renkte film ile kaplıydı ve içindekileri net bir şekilde görebilmek mümkün değildi. Ayrıca makam araçlarının her iki tarafı da motosikletli polislerce korunuyordu.
Makam arabalarının arkasında başkanlık armasıyla donatılmış, içinde sürücü ve birkaç polisten başka kimse bulunmayan lüks bir otobüs, onun hemen ardında dört adet ambulans, onun gerisinde yine siyah renkte kırmızı plakalı, bazıları bol yıldızlı, hepsi tepe çakarlı, kimileri forslu ve bayraklı, onlarca pırıltılı lüks binek aracı, muhtemelen içlerinde bakanlar, üst düzey parti görevlileri ve komutanlar, milletvekilleri, danışmanlar, korumalar, daha geride askeri personel taşıyan zırhlı araçlar, birkaç itfaiye aracı hepsi sırayla geçti. Konvoydaki bütün araçlar geçtikten sonra trafik ışıkları normale döndü, araçlar ve yayalar yollarına devam etti.
İş yerime doğru yürümeye devam ederken içimde tuhaf bir his, “vay be! Ne itibar, ne itibar!” dedim…