Fransız Sosyalist Parti başkan adayı Benoît Hamon “mesleklerin kaçınılmaz yok oluşu”na atıfta bulunarak evrensel garantili gelire (“universal guaranteed income”) dair kendi önerisini savundu. Hamon, dijital teknoloji ve robotların rolü arttıkça bunun “Batı ekonomilerinde yüz binlerce mesleğin” yıkımına neden olacağını düşünüyor.
Hamon ayrıca robotlar üzerine vergi koyulmasını da öne sürüyor. Avrupa Parlamentosu (AP) vekilleri, kendi paylarına, geçtiğimiz Ocak ayında bir araya geldiler. Tartıştıkları konu, “gerek vergilendirme yolları gerekse kendi sosyal güvenlik katkı paylarının miktarca belirlenmesi amacıyla, robotik teknolojinin getirilerinin kapsamı ve payının … finansal yönden kendileri açısından doğuracağı sonuçları kamuoyuna açıklamak” (Les Échos, Ocak 13, 2017) için işletmelere duyulan gereksinim hakkındaydı. İnsan emeğinin makineler ve robotlarca ikame edileceği ve çalışmanın kaçınılmaz sonuna doğru ilerlediğimiz yönündeki düşünce son zamanlarda revaçta olan bir düşüncedir. Peki bu, gerçeği yansıtmakta mıdır yoksa sahte-uzmanların boş laflarından mı ibarettir? Bu gelişme insanlığın hayrına mıdır yoksa önceden haber verilmiş bir felaketin vakayinâmesi (chronicle) midir? Bu mesele etrafında dönen tüm tartışmalar, konunun özü dikkate alınmadığı müddetçe hiçbir anlam taşımaz: İşbölümünün muazzam uluslararasılaşması ile sosyal ve kolektif olarak harekete geçirilen tüm üretim araçları kapitalistlerin küçük bir azınlığının özel mülkiyeti altındadır.
Kendi önerilerini haklı göstermek için Hamon ve AP vekilleri bir dizi çalışmaya dayanıyorlar. Örneğin France Stratégie isimli bir düşünce kuruluşu tarafından yapılan bir çalışmaya göre, Fransa’da gelecek on yıl içinde 3.4 milyon’luk bir istihdam yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. 2013’te Oxford Üniversitesi’nden Carl Benedikt Frey ile Michael Osborne isimli iki araştırmacı ABD’de istihdamın yüzde 47’sinin “yüksek risk” altında olduğunu savunmuştur; bunun anlamı istihdamda “yakın zamanda, belki de gelecek bir ya da iki onyıl içinde nispeten otomatikleşmenin sağlanabilecek olmasıdır.” Araştırmacılar argümanlarını, robotik teknoloji ve otomatik öğrenme (“machine learning”) alanlarında elde edildiği anlaşılan gelişmeler üzerine temellendiriyorlar. Bu gelişmeler, önceden insanlarca icra edilen ve daha az rutinlik gerektiren görevleri ifa etmeleri için makinelere imkân yaratacaktır. Dahası bu robotlaşma emekli evlerinde (“retirement communities”) bakıcıların ve sağlık koruma hizmeti veren görevlilerin işlerine dek uzanacaktır. Yaşlılar robotların bakımına terk edilmiş olacaklar!
Institut de recherche et d’innovation (Araştırma ve yenilik enstitüsü, ç.n.) üyesi filozof Bernard Stiegler ile muhtelif diğer düşünce kuruluşları benzer argümanları devam ettiriyor. Stiegler kendi yazdığı Jobs Are Dead, Long Live Work! (“Meslekler Öldü, Yaşasın Çalışma!”) adlı kitabında şunları söylüyor: “Toplam ve genelleşmiş otomasyonun bir sonucu olarak … ücretli işçiler geçmişte kalan bir çağdan bir tür kalıntı haline gelecekler. Elbette, meslekler bütünüyle ortadan kalkmayacak, çünkü belirli sektörlerde, proleterleştirilmiş beşerî işgücüne olan ihtiyacımız devam edecek, ne var ki bu bir istisna halini alacak.” Stiegler’in vardığı sonuca göre, tüm işçiler geçici birer çalışana dönüşecekti. Ve yine ona göre, “kaynakların tahsisi”nin ya da “yardımcı gelir”in (“contributive income”) dağıtımını sağlamak için meslekler (istihdam) ve gelir arasında dengeli bir ilişki kurulmalıdır, bu ise günümüzde ya ücretsiz ya da düşük bir ücretle yaptırılan topluma yararlı faaliyetlerin finanse edilmesi ile gerçekleşebilir.
Temelsiz çalışmalar, kesin yargılar
“Gelecek”le ilgili yapılan bu analizler tartışmaya açıktır. Örneğin OECD tarafından 2016’da hazırlanan bir rapor şunu söylemektedir: “Frey ve Osborne tarafından öne sürüldüğünün aksine, ABD’de istihdamın yüzde 47’sinden ziyade yalnızca yüzde 9’unun muhtemelen robotlaşacağı anlaşılıyor.” Alternatives Économiques dergisinden araştırmacı Jean Gadret şuna dikkat çekiyor: “Bir alanda makinelerin yerinden edebileceği emeğin yeni faaliyetlerce telafi edilmesinden daha fazlası olabilir.” Gadret, bir ironi notu ile “çalışmanın sonu”nu önceden haber veren böylesi tahminlerin yeni olmadığını hatırlatıyor bize. Böylesi fikirler, bilhassa, kapitalist ekonominin milyonlarca işçiyi kitlesel işsizliğe sürüklediği zamanlarda palazlanma eğilimindedir.
1978’de, kamu maliyesinden iki müfettiş, Alain Minc ve Simon Nora, o yılda toplumun dijitalleşmesini abartılı bir şekilde ortaya koydukları bir rapor yayımladılar. Raporun yazarları, “üretkenlikteki muazzam ilerlemelerin bir neticesi olarak hizmet sektöründeki istihdamın sayısında yüzde 30 nispetinde bir düşüş” olacağını öngörmüşlerdi. Bu düşüşün özellikle bankacılık, sigorta, Sosyal Güvenlik, Posta Servisi ve büro işlerinde olacağı düşünülüyordu. Bu sektörlerdeki dijitalleşme istihdamda devasa bir yıkıma yol açmış olsa da, aynı gelişme yeni istihdam alanları da yaratmıştır. Bugün Fransa’da emek piyasasında hizmet sektöründeki istihdamın oranı, (toplam istihdamın) yüzde 70’inden fazladır. Bankacılık ve sigortada, her zamanki işten çıkarma dalgalarına rağmen, istihdamın sayısında 2000’lerden bu yana artmış yaşanmıştır.
1995’te ABD’li “fütürist” Jeremy Rifkin de büyük bir tantana ile “çalışmanın sonu”nu ilan etmişti. Bu görüş, ekonomistlerin, bilgisayarlar ve İnternet temelli “yeni ekonomi”nin, bir bütün olarak, endüstri boyunca üretimi devrimcileştirmek suretiyle kapitalizme yeni bir genişleme safhası sunacağı görüşünü ilan ettikleri bir döneme rastlamaktaydı. Ama sonra –güm!– bu dijital ekonomi etrafında şişen spekülatif balon 2001’de patlayıverdi. “Yeni ekonomi” kapitalizmin çelişkilerinden, eskiden nasılsa o zaman da kaçamamıştı. Ancak bugün Rifkin, cesareti kırılmak şöyle dursun, tüm dünyadan büyük patronların ve devlet başkanlarının önünde gidiyor ve onlara İnternet’in sunduğu olanaklarca dağıtıma konu olan yenilenebilir enerji kullanımı ile enformasyon teknolojisine dayalı bir “devrim”in sözünü veriyor. Rifkin bu devrime “üçüncü endüstri devrimi” adını veriyor. Rifkin’e göre bütün nesneler, talebe göre, yerel bazda, düzeltmeye ya da mübadeleye konu olmazdan önce 3-D yazıcılar kullanılarak üretilecek. Rifkin ayrıca ücretli işçilerin yok olacağını da öngörüyor.
Kendi yargılarının iyi kötü fantezi temelli doğasının yanı sıra bu sözde uzmanlar temel meseleyi (bizlerden) gizliyorlar: İstihdam kaybının temel nedeni robotlaşma değildir, kendi gelişiminin sınırlarına gelip dayanan kriz içindeki bir kapitalist ekonomide sömürünün ağırlaştırılmasıdır.
Kapitalizm ve makineler
Her ürün için gereken süreyi ve bu suretle de ürünün fiyatını düşürme amacıyla daha hızlı ve daha geniş ölçekli üretim yapmayı mümkün kılan makineler –ki robotlar sadece mükemmelleştirilmiş makinelerdir– en az kapitalizm kadar eskidir. Hatta bunlar kapitalizmin özünün bir parçasını teşkil eder. Üretimdeki mekanizasyon zanaatkârları mahvetmiş ve daha ilk dönemlerde isyanlara neden olmuştu. 1812’de Büyük Britanya’daki Luddite isyanları bunun bir örneğidir. Makine, hangi sektöre girdiyse orada istihdamı (meslekleri) yok etmişti. Tabii tüm bunlar yaşanırken kapitalizm genişlik ve kapsam olarak yayılmıştı. Hem kârlılığı sağlama hem de artan ağır yatırımların maliyetini telafi etme amacıyla yeni makinelerin kullanımı üretimin daha büyük ölçekte yapılmasını gerektirmiş, kapitalistleri kendi rakiplerini piyasanın dışına itmeye zorlamıştı. Mekanizasyonun yaygınlaşması yeni üretim dalları yaratmış, işlenecek daha fazla hammadde ve malzeme talebini ortaya çıkarmış ve ekonominin yeni dallarını kapitalist pazara bağlamıştır. Kapitalist üretim, yeni sektörler ve dünyanın yeni bölgeleri üzerinde kendini zorla kabul ettirerek yeni köylü ve zanaatkâr gruplarını proleterlere dönüştürmüştür. Bir taraftan üretici güçlerde artış yaşanırken diğer taraftan toplam ücretli çalışanların sayısında artış yaşanmıştır.
İşçilerin çilesi bu dönüşümlerle her zaman el ele olmuştur. Makineler hiçbir şekilde emeğin kötü koşullarını düzeltme amacını taşımıyordu, kapitalistlerin kârlarını artırma amacıyla üretime sokuldu makineler. Artık hükmü kalmayan bir sektörde işlerini kaybeden işçiler yeni endüstrilerde nadiren iş bulabiliyorlardı. Marx’ın göreli artık değer konusuna dair Kapital’in ilgili bölümünde yazdığı gibi: “Makinelerin işlerine son verdiği işçiler iş yerlerinden çıkarılıp emek piyasasına fırlatılır ve orada kapitalistçe sömürülmek için beklemekte olan emek güçlerinin sayısını artırır.” Marx şunu da ekliyordu: “Belli bir sanayi kolunda o zamana kadar çalıştırılmakta olan bir kısım işçiye makine kullanılması yüzünden yol verilir verilmez, yedek durumundaki işçilerin dağılımında da değişiklik olur ve bunlar diğer iş kolları tarafından soğurulur; bu sırada ilk kurbanların büyük bir kısmı, geçiş dönemi boyunca, sefil ve perişan olur.”
Yeni üretim araçları üzerinde çalışmak üzere işe alınmış olanlara gelince, bu işçiler daha fazla sömürüye maruz kalırlar. İnsan emeği fazladan zenginlik yaratan biricik emek biçimi olduğundan, kapitalistler emeği mümkün mertebe yoğunlaştırmaya, işgününü uzatıp ücretleri düşürmeye çaba gösterirler. Kapitalistler, makineler ıskartaya çıkmadan önce masrafını çıkarmak istedikleri pahalı makinelerin kullanımından en iyi şekilde istifade etmeye çalışırlar. Marx’ın Kapital’de yazdığı gibi: “Böylece, makine daha başından itibaren sermayenin asıl sömürü alanı olan beşerî sömürü malzemesini çoğaltmakla kalmaz, aynı zamanda sömürü derecesini de yükseltir.”
Bütün bunlara rağmen, işçilerin felaketine yol açan makineler değildir. Bu felaketin nedeni, makinelerin kapitalistlerin ellerinde oluşudur. Marx buna zamanında şöyle işaret etmişti: “İşçilerle geçim araçları arasındaki bağın kopuşundan aslında makinelerin sorumlu olmadığı, hiç şüphe götürmeyen bir olgudur. Makineler, kullanılmaya başladıkları kolda ürünü ucuzlatır ve artırır ve başlangıçta, diğer sanayi kollarında üretilmekte olan geçim araçları kütlesini değiştirmezler. Bundan dolayı, yıllık ürünün çalışmayanlar tarafından heba edilen kısmını tamamen bir yana bıraksak bile, işten atılmış işçiler için toplumun sahip bulunduğu geçim araçları miktarı, makine kullanılmaya başladıktan sonra, makine kullanılmadan önce olduğu kadar ya da bundan fazla olur.” Makineler, zorlu ve biteviye tekrar eden işleri bertaraf etmek için ya da genel olarak toplumun ihtiyaçlarını karşılama amacıyla gereken malların üretiminde işçilerin bir bütün olarak harcadıkları zamanı düşürmek için kurulmadı. Tersine, makineler, kapitalistlerin kârlarını artırmak için kuruldu.
Kitlesel işsizlik, durgunluk ve sömürünün artması
Kapitalizm, dünyanın tüm ülkeleri ile ekonominin tüm sektörleri üzerindeki etkisini genişletmeyi sonlandırdığı, ayrıca sermayenin yoğunlaşmasını daha önce asla erişilmeyen bir düzeye çıkarıp aşırı derecede genişlemiş bir finansal sektörce domine edilen güçlü tekelleri şekillendirdiği için bu eğilimler ve çelişkiler bugün daha da ağırlaşmıştır.
Kapitalizm (bugün) emek üretkenliğinden sağlanan kazanımlarda bir yavaşlama ile karşı karşıyadır. Bu kısa vadeli gerileme çok daha aslî bir çelişki ile birleşmektedir: Üretim araçlarınca yaratılabilen tüm malları massetmede aciz olan çözücü/rahatlatıcı bir piyasanın sınırları. Bunun nedeni, robotların herhangi bir satın alma gücüne sahip olmaksızın her şeyi üretebilmeleri değildir. Bunun nedeni, bir yandan kapitalistler sermayelerini finansal sektöre kaydırarak üretici yatırımlarını hatırı sayılır ölçüde azaltırken diğer yandan işçilerin satın alma gücünün durgunlaşıyor, hatta düşüyor olmasıdır. Kapitalist sınıf işçilerin sömürüsünü şiddetlendirmek suretiyle kârını hiç olmadığı ölçüde artırıyor.
Otomobil sanayisi bu konuda pek çok şey söylüyor. 1980’lerin başlarında bir arabanın üretimi için 4 işçiye ihtiyaç duyulurken bugün bu sayı 1’e inmiştir. Elbette belirli üretim süreçlerinde otomasyon ve robotlaşma gibi teknolojik yenilikler üretkenlikteki bu kazanımlarda kısmen pay sahibidir. Ancak ister cehaletten ister sınıf önyargısından olsun, bu durumun nedenini sadece robotlarda görenler işçilerin sömürüsündeki artışı maskeliyorlar. Üretkenlikteki kazanımlar tam-zamanında üretimin uygulanması, yalın üretim, her hareketten saniyeler kazanma amacıyla her bir görev için yapılan ergonomik hesaplamalar, mola sürelerinin azaltılması, emek zamanının uzatılması ve ücretlerin düşürülmesi sayesinde elde edilmiştir. Tüm bunlara taşeronluk ve ana firmanın bölünüp parçalanması biçiminde yeniden yapılanma süreçleri de dâhil edilmelidir, çünkü bu türden bir yapılanma da kapitalistlere söz konusu sektörde kâr oranlarını artırma konusunda bir imkân yaratır. Üretim sürecinin belli aşamalarında ultra-düzey robotlar kullanılıyor olsa da özellikle zorlu işlerin ne kadarı geçici işçilerce yapılmakta ya da dışarıya düşük ücretli tedarikçilere taşeron ilişkisi üzerinden devredilmektedir? Kapitalizm her zaman olağanüstü teknolojik gelişme ile insanlığın en kötü koşullarda sömürüsünün evliliğinden meydana gelmiştir.
İnsanlığın emri altındaki üretim araçları hatırı sayılır bir derecede artmışken kapitalizm yüz milyonlarca kadın ve erkeği kolektif ve örgütlü üretici faaliyetin dışına atmıştır. Ve buna, tüm dünyada işsizliğe saplanan işçilerin tümü ile ayak işleri, kurtarma çalışması ya da atık toplamak suretiyle hayatta kalmaya çalışan diğer milyonlar da dâhil edilmelidir. Yakın zamanda Etiyopya’nın başkenti Addis Ababa’da yaşanan dram bunun bir örneğidir. Burada, bir çöp sahasında, çöplerden yiyecek vb. toplayarak (ve bulduklarını satarak) yaşamaya çalışan 82 kişi, yaşadıkları bu çöp sahasında, bir çöp dağının üstlerine çökmesi sonucunda öldü. Latin Amerika’da, Asya ve Afrika’da on milyonlarca kadın ve erkek çöplerden atık toplayarak yaşıyor, üstelik bunu asbest ile dolu tekneleri ya da hurda metal bulma amacıyla çeşitli zehirler kullanılarak üretilmiş elektronik araçları parçalayarak yapıyor. Kimileri de çöp toplamsa da “enformel ekonomi”yi oluşturan diğer başka işler yapmak suretiyle hayatta kalmaya çalışıyor.
Üretici dünyadan ya da en azından bunun en gelişmiş ve sanayileşmiş kısmından yapılan bu reddediş, robotlaşmanın bir sonucundan ziyade kapitalizmin eşitsiz ve çelişkili gelişimiyle ilgilidir. Bu şey en az kapitalizmin kendisi kadar eskidir. En gelişmiş ülkelerdeki kitlesel işsizlikteki artış yeni işçi gruplarını bu enformel ekonominin içine itmektedir. Bir işe sahip olanlar sömürü üzerine sömürüye maruz kalıp haşat edilirlerken milyonlarca insan düzenli bir işe sahip olmaksızın hayatta kalmak için eldekilerle yetinmeye sürükleniyor. Çalışmanın sonuna ya da robotlaşmanın etkisi altında ücretli emeğin sonuna yaklaşıldığını düşünenler bugün gelinen bu noktayı teorileştirmekten ve en nihayetinde meşrulaştırmaktan öte bir şey yapmıyorlar.
Fransız Komünist Partisi’nin 2010 yılına dek vekili olan ve bugünlerde Fransız başkan Emmanuel Macron’un davasına destek çıkan Patrick Braouezec medyaya çarpıcı bir beyanatta bulundu. Beyanat, Braouezec’in başkanlığını yaptığı Seine-Saint-Denis ilinde dokuz belediyeyi içine alan Plaine-Commune bölgesinde, Bernard Stiegler’in “yardımcı gelir” önerisini kendisinin nasıl uygulamaya geçirdiği hakkındaydı. Peki, gerçekte bu ne anlama gelmektedir? Libération gazetesinde yer alan bir söyleşide Braouezec şunları söylüyor: “Amatör futbol kulüplerinde gençlerle düzenli olarak çalışma yürüten 30 bin kadar antrenörden sadece 3 binden az biraz fazlasına maaş ödemesi yapılıyor. Üstelik bu antrenörler kamusal ve sosyal açıdan gerekli bir emek sunuyorlar. … Diğer taraftan kabul edilmesi gereken enformel faaliyetler de söz konusu, örneğin şu an aklıma restoranlar ya da tamirhaneler ile rekabet içinde olmadan iş yapan sokak tamircileri ya da sokakta satılan yiyecekler geliyor.” Keşfe de bak! Braouezec’e göre, kitlesel işsizliğin alternatifi, spor kulüplerinin finansman yetersizliklerini kendi kişisel özverileri ile telafi eden binlerce insana ya da yol kenarlarında araçları tamir ederek hayatta kalmaya çalışanlara küçük bir gelir sağlamaktan geçmektedir. Peki, böylesi bir geliri kim sağlayacak? Braouezec şöyle devam ediyor: “Bu zamanla görülecektir … ancak bu amaçla Orange (Fransız çokuluslu telekomünikasyon şirketi) ve Dassault Systèmes’in (Fransız çokuluslu yazılım şirketi) projemize destek vermeleri olumlu bir gelişmedir.” Braouezec’in kapitalizmle mücadele etmeyi hiç mi hiç düşünmediğine en ufak bir şüphe olmasa da, bugün aynı kişi kendi yardımcı gelir uygulamasının finansmanlığını üstlenmesi için Fransız kapitalisti Serge Dassault’tan birkaç kırıntı dilenmeye tevessül etmektedir!
Braouezec’in “yardımcı geliri” ile Hamon’un “evrensel garantili geliri” temelde aynıdır. Aslına bakılırsa bunlar, emek piyasasından açık bir şekilde dışlanmış olanlara bağışta bulunmak için hâlihazırda işsizlik ve sağlık sigortasına ya da diğer sözde “dayanışma” harcamalarına vakfedilen devlet bütçesinden (ki özellikle devlet bütçesinden) birkaç kırıntı koparmak anlamına gelmektedir. Kapitalistler bu tipten bir gelire kendilerini kusursuzca uydurma becerisine sahiptir. Öyle ki bu uygulama, temel ya da “evrensel” gelire ek olarak sadece asgari bir ücret ödemesi yapılırken, sanayinin ihtiyaçları uyarınca kapitalistlere işçi kiralamaları için bir imkân yaratmaktadır.
Gerekli bir sosyal devrim
Vakti zamanında Marx Kapital’de şunu yazmıştı: “İşçi sınıfının bir kısmının aşırı çalışması ile diğer kısmının zorla işsizliğe mahkûm edilmesi ve bunun tersi, bireysel kapitalistin bir zenginleşme aracı haline gelir.” Kitlesel işsizlik en az kapitalizmin kendisi kadar eskisidir.
Marx ve Engels için kapitalist ekonominin aslî çelişkisi, üretimin bir sosyal faaliyete dönüşerek milyonlarca üreticiyi, sınırları da aşacak şekilde, birbiri ile ilişki içine sokması, diğer taraftan da, örneğin üretilen mallar gibi üretim araçları üzerinde özel mülkiyetin devam etmesidir. Şöyle yazmışlardı: “Üretici güçlerin duyulmamış gelişimi, arzın ölçüsüz bir biçimde talebi aşması” beraberinde “aşırı üretimi, pazarların tıkanmasını, bunalımları … burada üretim araçları ve ürünlerin fazlalığını; orada işsiz ve geçim kaynaklarından yoksun emekçilerin fazlalığını” getirir.
Bilimsel sosyalizmin kurucuları için çelişkiyi çözmenin biricik yolu bu üretim araçlarını kolektif mülkiyete dönüştürmekte yatmaktaydı. Bu politik ve sosyal bir devrim anlamına gelir ki bu süreçte, “proletarya devlet gücünü eline geçirir, ve bu sayede burjuvazinin elinden kurtulan toplumsal üretim araçlarını devlet mülkiyeti durumuna dönüştürür.” Proletarya devrimi bu sebeple, “önceden belirlenmiş bir plan dâhilinde toplumsallaştırılmış üretimi” mümkün kılar. “Sosyal üretimdeki anarşi ortadan kalktığı ölçüde devletin siyasi otoritesi sönümlenir. En sonunda kendi toplumsal örgütlenme biçimlerinin efendisi olan insanlar böylece doğanın da kendilerinin de özgür efendileri durumuna gelirler.”
Engels’in hatırlattığı özgürlük, kişinin katlanmaya zorlandığı emeğin yabancılaşmasından da geçici işsizlik ya da kalıcı işsizlikten de açlık ya da yoksulluktan da kurtulmak anlamına gelir. İnsanı ve tabiatı mahvetmeden, doğal kaynakları kurutmadan tüm herkesin ihtiyacını karşılamanın tek ama tek yolu, robotlar dâhil olmak üzere en iyi teknolojiyi kullanıma sokarken diğer yandan üretimi, “önceden belirlenmiş bir plan dâhilinde, sosyal olarak” örgütlemekten geçer. Bu bir taraftan, her insana, yaşadığı topluma katkıda bulunması için imkân yaratmak, diğer taraftan da yapılan işler için harcanan süreyi minimum düzeye indirmek anlamına gelir. Yani bu, bir bütün olarak, insanlığa, hangi görevlerin makinelere ya da robotlara devredilmesi, hangi işlerin (örneğin nüfusun en kırılgan kesimleri için yapılan işler) insanlarca yürütülmesi gerektiği konusuna kolektif olarak karar verebilmesinin önünü açmak anlamına gelir. Teknoloji karşıtlığından dolayı robotlaşmaya muhalefet eden kimi çevrecilerce ya da büyüme-karşıtı gruplarca benimsenen önyargıların aksine, bilimsel sosyalizmin kurucuları bütün dikkatlerini üretimin her ne pahasına olursa olsun artırılması meselesine vermiş değillerdi.
Gelecek, toplumsal olarak gerekli emeği insanlar arasında dağıtarak bunu minimum düzeye indirecek, ayrıca yaş ya da kabiliyete bakmaksızın her beşerî varlığın bu süreçte kendi yerini bulmasının önünü açacaktır. Marx’ın Kapital’de formüle ettiği gibi: “Bu alanda özgürlük ancak doğanın kör güçlerinin önüne katılmak yerine, doğayla olan karşılıklı ilişkilerini rasyonel bir biçimde düzenleyen ve doğayı ortak bir denetim altına sokan toplumsal insan (ile) ortaklaşa üreticiler tarafından gerçekleştirilebilir; ve bu, en az enerji harcamasıyla ve insan doğasına en uygun ve en lâyık koşullar altında başarılır.”
Toplumun işleyebilmesi için gerekli olan bu işbölümü, kapitalist toplumda tüm sosyal ilişkileri yöneten orman kanunu ve anarşi ile bir tezatlık oluşturur. Ancak Marx için bizler hâlâ “özgürlük âlemi”nden uzaktayızdır. “Ama gene de bu, bir zorunluluk âlemi olmaya devam eder. Gerçek özgürlük âlemi, kendi başına bir amaç olarak insan enerjisinin gelişmesi, bunun ötesinde başlar; ama bu da ancak temelindeki bu zorunluluklar âlemi ile serpilip gelişebilir. İşgününün kısaltılması onun temel önkoşuludur.”
Üretici güçlerin gelişmesinin yanı sıra bazı hassas cerrahi operasyonlar gibi ister insanlar için bezdirici olan isterse robotlarca üstesinden daha kolay gelinebilen çoklu görevlerdeki otomasyon ve robotlaşma süreçleri, işgününün kısaltılmasını hâlihazırda olanaklı kılmaktadır. Ancak üretim araçları üzerindeki kontrol gücü bir bütün olarak yönetici burjuva sınıfının ellerinde kaldığı müddetçe bunların hiçbiri pratiğe dökülemez.
Çeviri: Gencer Çakır
Bu makale Fransa’da cumhurbaşkanlığı seçimlerinin hemen öncesinde kaleme alındı ve Troçkist Lutte Ouvrière’in (İşçi Mücadelesi) yayın organı Lutte de Classe (Sınıf Mücadelesi) dergisinin Nisan 2017 tarihli 183 no’lu sayısında Fransızca yayımlandı. Makale daha sonra ABD’de Troçkist The Spark (Kıvılcım) grubunca İngilizceye tercüme edilip, bu aynı çevrenin yılda dört kez yayımlanan Class Struggle (Sınıf Mücadelesi) dergisinin Ağustos-Eylül 2017 tarihli 93 no’lu sayısında yayımlandı. Aşağıdaki çeviri, metnin İngilizce versiyonu temel alınarak yapılmıştır.