16 Nisan referandumunda seçmenin tercihini belirleyen temel parametrenin “sınıfsal çelişkiler” olmadığı, “milli kimliklerin” ya da ‘Türkiye’nin bekâsı’ mevzusunun etkili olduğu ileri sürülüyor. Kuşkusuz bu değerlendirmede haklılık payı var. Ancak dikkatli bakıldığında bu değerlendirme hem olguları bize açıklamakta yetersiz kalır hem de Marksizmden, sınıfsal açıklamalardan uzaklaşırız.
16 Nisan referandumunda egemen sınıf bloğunun meseleyi ısrarla sınıfsal zeminin dışına taşıma gayretine seçmen özellikle 1 Kasım seçimleriyle karşılaştırıldığında ‘sınıfsal’ eğilimleriyle yanıt vermiştir. Bu referandumda işçi sınıfının ve yoksulların siyasi tutumu ‘Hayır’ yönündeydi. Bunun somut kanıtı büyük kentlerdeki ‘Hayır’ oylarının ‘Evet’ten fazla olmasıdır. Hem resmi rakamlarla bu böyledir hem de gerçek rakamlarla… Büyük kentlerde, sanayi merkezlerinde işçi sınıfının eğilimi ‘Hayır’ yönünde olmuştur.
Öte yandan bu somut olguya rağmen sosyalist solda işçi sınıfının rolünü küçümseyen, inatla ‘sınıf’ın merkezde yer aldığı açıklamalara itibar etmeyenler siyasal eğilimler var. İşçi sınıfının referandumdaki rolünü görmezden geliyorlar. ‘Hayır’ sonucunu sınıf dışı bir başarı sayıyorlar. Üstelik, geleceklerini de sınıf dışı saydıkları ‘Hayır’ başarısı üzerine kurgulayarak, sınıf dışı tutumlarının altını çiziyorlar.
Referandum sonrasındaki mücadele programlarında iki temel yanılgı var: İlki ‘Hayır’ sonucunu sosyalist başarılarının hanesine yazıyorlar ve böylece heterojen ‘Hayır’ cephesini gözardı ediyorlar. İkincisi, sosyalist siyasal geleceği ‘Hayır’ üzerinden tasavvur ediyorlar. Öyle ki, işçileri ‘referandum tercihlerine göre ayrıştırıp, ‘Evet’ diyen işçileri politik olarak küçümseyip, adeta işçi sınıfından saymamaya kadar işi vardırıyorlar.
Geleceğe dair öngörülerini, taleplerini, programlarını ‘Hayır’ üzerine temellendirerek kendilerini sadece AKP ve Tayyip Erdoğan rejimine veya AKP-MHP ittifakına karşı konumlandırıyorlar. Kapitalizm, sermaye sınıfı, burjuvazi ve devlet gibi olguları küçümsüyorlar. Bolca tekrarlanan faşizm analizleri ve anti faşist mücadele çağrılarıyla hedeflerini ‘demokratik hak ve özgürlükler’ ile sınırlıyorlar. Bu durumda Demokratik Cumhuriyet varılması gereken esas hedef oluyor. Sosyalizm mücadelesi gözardı ediliyor.
İşçi sınıfından sadece analiz ve devamla program olarak kopma yaşanıyor, aynı zamanda işçi sınıfı eylem biçiminden, sınıf mücadelesi tarzından kopma yaşanıyor. Daha önce DİSK’in politikasını ele almıştık. Sendikalar dışındaki sosyalist parti, grup ve çevrelerin de giderek ve hızla işçi sınıfını ikame eden eylemlere yöneldiklerini veya bu yöndeki eylemleri övdüklerini görüyoruz.
Oysa ki, sınıf hareketinin giderek daha çok siyaset sahnesine çıkması muhtemel günlerin arifesindeyiz. Kıdem tazminatı fonu, taşeron işçilere kadro talebi, enflasyon ve işsizlik rakamlarındaki artış, metal işçilerinin ve kamu işçilernin toplu sözleşme görüşmeleri, iş cinayetlerindeki artış özel olarak işçi sınıfı zemininde yer almamızı gerektiren somut sebepler. Ancak sosyalist solda rüzgar ters yönde esiyor. İşçi sınıfı ile sosyalist hareketler arasındaki mesafe açılıyor.
Oysa çok değil, 1989 Bahar Eylemleri sırasında sosyalist hareket işçi eylemlerinden ciddi bir etkilenme yaşamıştı ve o dönem çıkan yayınların neredeyse tümünün başında ‘işçi’ ibaresi vardı. ‘İşçi Dünyası’, ‘İşçilerin Sesi’, ‘Alınteri’, ‘İşçi Gündemi’, ‘Emek Dünyası’, ‘İşçi Sözü’, İşçi Birliği, ‘Emeğin Bayrağı’ belli başlı siyasal hareketlerin yayın organlarının adıydı. Ne zaman ki Sivas katliamı (1993), Gazi katliamı (1995) yaşandı ve işçi hareketi geri çekildi, yayınların adları da siyasetlerin eylem ve programları da değişti.
Biraz daha geriye gidelim: 1 Mayıs 1977 katliamının ardından işçi hareketinin geri çekildiğine onun yerine işçi sınıfının mücadelesini ikame etmeye soyunan ‘anti faşist’ silahlı mücadelenin geçtiğine tanık olmuştuk.
Bugün de durum farklı sayılmaz. Sınıf hareketini küçümseme, değersizleştirme onu ikame edecek siyasal program ve eylem biçimleri arama rüzgarı esiyor. Sınıf mücadelesi yerine farklı eylem biçimlerinin arayışı yaşanıyor.
Sınıf zeminin dışında seyreden bir devrimci, sosyalist hareket savunduğu dünya görüşüyle sadece çelişkili değildir, aynı zamanda politik olarak kendini bağımsız biçimde ifade edemeyeceği için, CHP başta olmak üzere burjuva partilerinin kuyruğuna takılma riskini büyütecektir.