Fransa’daki Sarı Yelek hareketine şirket medyası tarafından atılan iftiralar arasında belki de en aptalca olanı, toplumsal eşitsizliğe, yoksulluğa ve düşük ücretli işlere karşı militanca protestolara katılan işçilerin, Devlet Başkanı Emmanuel Macron tarafından benzine konulan vergiye ayak diredikleri için çevresel endişelere karşı çıktıkları iddiasıdır.
Bu tür iftiraları düzenli olarak yayan New York Times (NYT), 16 Aralık Pazar günkü sayısında “Çevrecilik Sadece Zenginler İçin Mi?” başlığı altında bir serbest kürsü yazısı yayınladı. Bu yazı, Maine’deki Colby Üniversitesi’nde sosyoloji profesörü olan Dr. Neil Gross tarafından yazılmış. Yazıda, Sarı Yeleklilerin protestolarının “çevrecileri sinirlendirdiği” iddia ediliyor ve Macron’un akaryakıt vergisi “küresel ısınmaya karşı koymak için devam eden istekli bir çabanın parçası” olarak övülüyor.
Gross, Sarı Yeleklileri, doğrudan, ABD’deki işçilerle karşılaştırıyor: “Amerika Birleşik Devletleri’nde işçi sınıfının duraksayan kömür endüstrisine yönelik desteğinde olduğu gibi, şu soru ortaya çıkıyor: Çevrecilik butik bir mesele mi, sadece varlıklıların hakkında endişelenmeye zaman ayırabileceği bir sorun mu?” Yazar, sözde çevreciliğe verilen desteğin daha yüksek gelir grubu içinde en güçlü olduğunu gösteren 1995 yılındaki “dönüm noktası” niteliğindeki bir sosyolojik çalışmadan bahsediyor; bu çalışmaya göre, “yurttaşlar, sadece yiyecek ve barınma gibi daha temel şeyler hakkında endişelenmeyecek kadar zenginlerse, çevresel kaygıları önceliklendirmeye yatkındır.”
Gross, artan ekonomik eşitsizliğin sorunu sadece daha da ağırlaştırdığını belirterek, şunu iddia ediyor: “günümüzdeki kapitalist demokrasilerin çoğunda, her tarafa yayılan eşitsizlikle teşvik edilen ve oportünist politikacılar tarafından kamçılanan sınıf ve konum kızgınlıkları öyle bir boyuta ulaştı ki, çevre gibi herkesi etkileyen sorunlara, gitgide daha çok, grup çatışması ve partizan mücadele merceğinden bakılıyor.”
Bu açıdan, sınıf bilinçli bir işçi sınıfı hareketi (yani sorunlara “grup çatışması merceğinden” bakanlar) doğası gereği “herkesi etkileyen” çevresel kaygılara düşmanca yaklaşmalı. Gross, Donald Trump ve Marine Le Pen gibi sağcı popülistlere açıkça düşman olsa da, özünde, onların, çevreyi koruma ile işçilerin işlerini ve yaşam standartlarını korumanın birbirine zıt hedefler olduğu yönündeki iddialarını yinelemektedir.
Gross, Macron hükümetinin teklif ettiği önlemlerin “herkesi etkilemediği” ve kesinlikle eşit ölçülü olmadığı gerçeğini açıkça görmezden geliyor. Macron şirket seçkinleri lehine vergi indirimleri, işletme serbestlikleri ve diğer ayrıcalıkları hesapsızca savururken, fosil yakıt tüketimini azaltma adı altında emekçilerin yaşam standartlarını düşürüyor.
Pazartesi günü NYT’de yayınlanan ve görünüşte son derece saçma olan ikinci bir yazı, daha açık bir şekilde gericidir. Güney Carolina’daki Clemson Üniversitesi’nde felsefe profesörü olan Profesör Todd May, yazısının başlığında, “İnsan Neslinin Tükenmesi Bir Trajedi Olur Mu?” sorusunu soruyor. May, bu dehşete düşüren önerinin burjuva felsefe çevrelerinde geçerli ve aktif bir tartışma konusu olduğunu savunuyor.
Peki niye? Çünkü, “biz dünyayı mahvediyoruz ve akıl almaz şekilde hayvanların acı çekmesine neden oluyoruz,” ki bu büyük olasılıkla yedi milyar insanın ve onların soyundan gelenlerin imhasını haklı çıkarıyor. May, “Gezegen artık insanları barındırmıyorsa… bu sadece iyi bir şey olabilir,” sonucuna varıyor.
Profesör, tüm insan ırkının, doğaya karşı işlenen suçlardan dolayı suçlu olduğunu savunuyor: “Bir yanlış yapan; kendisinin yok olması büyük olasılıkla türlerin yok olmasını gerektirecek bir yanlış yapan, insanlıktır…” Bu yanlış, iklim değişikliğindeki insan katkısını, insan etkinliğinin çeşitli ekosistemlerdeki zararını ve “onları sık sık barbarca bir şekilde katletmeden önce acıdan ve ıstıraptan başka bir şey sunulmayan milyonlarca hayvan yaratılmasını” teşvik eden tarımda fabrika çiftçiliği yöntemlerinin geliştirilmesini içermektedir.
May, insanlığın aklın, sanatın ve bilimin gelişmesi gibi değerli katkılarda bulunduğunu kabul ediyor ve “Türümüz tükenince bunların hepsi kaybolacak,” diye itiraf ediyor. Ancak ondan sonra, insan ve hayvan yaşamını eşitleme üzerine kurulmuş, anlaşılan o ki cevaplanamaz bir soru olarak gördüğü şeyi ortaya koyan bir tartışma başlatıyor: “Shakespeare’i, bilimlerimizi ve benzerlerini kurtarmak için insan olmayan yaşamın ne kadar acı çekmesine ve ölmesine göz yummaya razı oluruz?” O, bunu şöyle cevaplıyor: “İnsanların ve insan olmayan hayvanların durumu arasında böylesine derin bir ahlaki uçurum olduğuna inanmadığımız sürece, ileri sürdüğümüz makul cevabımız ne olursa olsun, hayvanlara verdiğimiz zarar ve ıstırap pekala onu gölgede bırakacaktır.”
“Tür-cülük” suçlaması tehlikesi altında söylemek gerekir ki, hayvanlara acı çektirdiği için insanlığa ölüm cezası isteyen May’in yazısının, New York Times’tan çok Onion’a uygun görünmesidir. Bununla birlikte, akademik özel odanın bu kasvetli ürünü, kapitalizmde artan sınıfsal çatışma koşullarında, üst orta sınıfın kesimlerinin siyasi yönelim bozukluğuna ilişkin ciddi bir uyarıdır. May ve Gross tarafından yazılan her iki yazı da, kar sisteminin sosyoekonomik çerçevesiyle sınırlı düşünülerek ulaşılan gerçek çıkmazın kanıtlarıdır.
May’in iddia ettiğinin aksine, iklim değişikliğine veya ekosistemin tahrip edilmesine katkıda bulunmaktan suçlu olan “insanlık” değil; dünya ekonomisini kontrol eden ve onun çevre üzerindeki etkileri de dahil olmak üzere faaliyetlerini ve gelişimini belirleyen kapitalist sınıftır. Gross’un savunduğunun tersine, sorunlara “grup çatışması merceklerinden” bakmak, tüm gezegeni etkileyen çevresel krize yönelik çözümlerin geliştirilmesini engellemiyor. Aksine, yalnızca işçi sınıfının bağımsız siyasi hareketine dayanan bir perspektif ileriye dönük bir yol sunmaktadır.
Kapitalizmin ve ulus devlet sisteminin iklim krizini çözmedeki yetersizliği, geçtiğimiz iki hafta boyunca, Polonya’nın Katowice kentinde Birleşmiş Milletler tarafından desteklenen bir başka iklim zirvesinde gözler önüne serildi. 25.000 bürokrat, bilim insanı ve diplomat dahil olmak üzere 200’den fazla hükümetin temsilcileri, küresel ısınmanın –bırakalım önüne geçmek için herhangi bir ciddi adım atılmasını– baş döndürücü tehlikeleri hakkında bir raporun onaylanmasında bile uzlaşmaya varamadılar.
Onlar, iklim bilimcilerinin tamamen yetersiz gördüğü Paris iklim anlaşmasını uygulamak için anlamsız bir düzenlemeyi kabul ettiler. Bu, Trump yönetiminin yasal olarak yapabileceği en erken tarih olan gelecek yıl içinde Paris anlaşmasından çekilme niyetini zaten açıkladığı şartlar altında, uluslararası birlik yalanını korumak için yapıldı.
Kapitalist sınıfın ve onun temsilcilerinin çevre hakkındaki tüm tartışmalarının dile getirilmeyen ön kabulü, iklim değişikliğini durdurmak için işçi sınıfının acı çekmek zorunda olmasıdır. Fakat neden işçiler kapitalist egemen seçkinlerin suçluluğunun, acizliğinin ve milliyetçi inatçılığının bedelini ödemek zorunda olsunlar?
İklim değişikliği krizi, kapitalist üretimin, kar ve en güçlü kapitalist ulus devletlerin stratejik çıkarları eliyle yönlendirilen anarşik ve plansız karakterinin ölümcül sonuçlarının altını çizmektedir. 2017 yılına ait Carbon Majors Raporu, çevresel bozulmanın “herkes”in sorumluluğu olmak şöyle dursun, 1988’den 2015’e kadar salınan tüm sera gazlarının yüzde 70’inin, büyük ülkelerin kapitalist sınıflarındaki multimilyonerler ve milyarderler tarafından kontrol edilen sadece 100 şirketten geldiğini gösterdi.
Çevresel krize tek gerçekçi cevap, sosyalist çözümdür. Bu, dev şirketlerin ve bankaların işçilerin denetiminde ulusallaştırılması, dünya ekonomisinin bilimsel planlamasının tesis edilmesi ve kapitalizmin ve ulus devlet sisteminin ortadan kaldırılması demektir.
Bu yazı 14 Ocak 2018’de wsws.org internet sitesinde yayınlanmıştır