Bir gazeteden okumuştum, “12 yaşından büyükse vururuz” başlıklı bir yazıyı. Tüylerim diken diken olmuştu. Yüreğim ağzıma gelmişti. İrkilmiştim. Çaresizliğime kahretmiştim. Öfkelenmiştim. Sessiz kalışımıza ve…
Eski bir röportajdı. İsrailli cesur gazeteci Amira Hass’ın Ha’aretz gazetesi için yaptığı… Kaç kişinin dikkatini çekmişti ki? Kaç kişi bunu bir kez daha okuduğunda veya birkaç gündür süren ve ne vakit biteceği bilinmeyen İsrail zalimliğini neredeyse naklen izlediğinde Filistinli “Küçük Generaller”in yaşadıklarından utandı ve azıcık da suçun kendisinde olduğunu anladı? Ve kaç kişi düşündü acaba, Siyonizmin bilinçli ve kararlı biçimde Filistinli çocukları öldürerek bir halkı tarihten silmeye çalıştığını?
Çocukları yok etmek, geleceği yok etmek değil mi?
Acaba, kaç kişi bu röportajdan sonra benim anımsadığımı anımsadı?
Çünkü bu röportaj bir dış uyarıcıydı ve her uyarıcı da kendine benzeyen şeyi anımsatırdı.
Bu yüzden de benim anımsadığıma gelince…
Sadece İsrailliler mi?
Tarihte bu suçu işleyen yalnızca İsrailliler değil; her ne kadar vatandaşlarını, yaşamlarını sürdürmek için özellikle Filistinli ve Arap düşmanı olarak yetiştirseler de. Var olmamız sürekli savaşla olanaklıdır, şiarıyla beşikten mezara kadar eğitseler de… Röportajın başlığını oluşturan bir anlayışla Amerikan askerleri de Vietnam’da işledi bu suçu. Benim yaşımdakiler iyi anımsar sanırım. Çetin Altan’ın kırk beşlik plağını. Hani kapağında iki oğlu ile yer aldığı ve arka kapağındaysa iki-üç Vietnamlı çocuğun silahlı fotoğrafının bulunduğu plağı. Plağın ön tarafında, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı ile ilgili, çok dokunaklı ve anlamlı bir şiir, sona doğru Nâzım’ın “Yapıcılar” şiiri; arka yüzünde ise Vietnamlı çocuklar için bir şiir var. İşte bu şiirin bir bölümü, öldürülen 10-12 yaşındaki Vietnamlı çocukların neden öldürülmesi gerektiğini Pentagon yetkililerinin ağzından anlatır:
“Daha çok bomba gönderin… Öldürülecek yaştaydılar…”
Ülkelerini büyükleriyle birlikte savunmak zorunda kalan, oyun çocuğu olmaktan uzaklaştırılan çocukları öldürmek Amerikan askerlerinden miras kalmış İsrail askerlerine. Bu önemli bence… Çünkü ABD’li stratejistlerden, Pentagonlu uzmanlardan bir ulusu nasıl yok etmeleri gerektiğini öğrendiler. Bu yüzden göstere göstere soykırım uyguluyorlar.
Filistinlilerden kurtulmak için ‘geleceklerine’ saldırıyorlar.
Buna da “Birleşmiş İnsanlık” göz yumuyor. Tarihte örnekleri var mı, bilemiyorum; fakat ABD’nin ve İsrail’in çocuk katili ülkeler olduğunu düşünüyorum.
Hiç düşündünüz mü?
Hiç düşündünüz mü, İsrail’de bu cesur gazeteci gibi en azından gerçek barış yanlısı müdahil ve muhalifler var mı diye. İsrailli demokratlardan, sosyalistlerden ya da komünistlerden, yeşillerden vs. söz etmiyorum. Çünkü böyle düşünenlerin orada var olabileceklerini düşünüyorum. İşgalci bir ülkenin muhalifleri ve müdahilleri olarak, işgal edilen ülke halkının bağımsız ve tam yaşam hakkını inatla, yüreklice savunanların olabileceğini düşünüyorum. Yaşanılan gerçekliklerden içselleştirdiğim şu: İsrail egemenleri halkını çekirdekten Filistin düşmanı olarak yetiştiriyor. Kendi varlığını bir başka halkın yok edilmesiyle açıklıyor. Söylemleriyle, terörüyle ve politikasıyla… Tarih bize gösteriyor ki; Mısır egemenliğindeki Filistin’e İsrailoğulları ilk kez Musa’nın önderliğinde girip yerleşmiş. Ve bu toprakların Tanrı tarafından kendilerine vaat edildiğini (Arz-ı mev’ut) öne sürmüşler. Böylece İsrail krallığını kurmuşlar. Tanrının seçkin ulusu olduğunu savlayarak bu topraklarda savaşlara neden olmuşlar. Başka ülkelerdeki Yahudileri Filistin’e getirtmişler. Rusya’dan göçen Yahudiler burada bir dernek kurmuş. 2000 dönümlük toprak satın almış. Bir tarım okulu açmış. Sonra da yurt isteğini gündeme getirmişler. Ve bugüne gelinmiş… Demem o ki olup biten zalimliğe rağmen zalim İsrail devletine karşı duranlar var kendi içlerinde de… Sağcı, faşist ve zalim bir zorbalığın hüküm sürdüğü ülkelerde bile ezilenler, mazlumlar ve gerçekçiler yönetenlerinden dolayı suçlu ve sorumlu değiller.
Çünkü halkların birbirlerine düşmanlıkları olmaz, olamaz. Bunun ortamını devletler ve egemen olan sınıflar hazırlar…
Geçmişe dönelim
Theodor Herzl’in görüşleri Yahudilerin Filistin’de devlet kurma eğilimini güçlendirmiş. Siyonist Kongre, Babıalî ile ilişki kurmuş ve böylece Yahudi yerleşimi için yol açılmış. İkinci Meşrutiyet’ten sonra Yahudilerin Filistin’e yerleşmesine izin verilmiş. 1914’te çıkarılan azınlıklarla ilgili yasaya dayanarak Yahudiler serbestçe toprak satın almış. Birinci Dünya Savaşı sırasında İngilizlerin yanında yer alan Yahudiler karşılığında Filistin’in İngiltere’ye bırakılmasından yararlanmış. Yahudi yerleşimciler akın etmiş buraya. Bu Arapların tepkisine yol açmış. Gösteriler artmış. Siyonist hareket Hagana kurulmuş. Sözde savunma örgütü, Arapları sindirmeye ve yok etmeye başlamış. Nazi baskınlarından kaçanlarla Filistin toprakları Yahudilere açılmış ve Yahudi nüfusu Filistin’de çoğalmış. Eylemler, gösteriler başlamış. Ancak 1937’de yatışmış bu olaylar. Çünkü Filistin Ulusal Hareketi çok kayıp vermiş. Liderleri sürgün edilmiş. İki halkın hangi koşullarda bir arada olabileceğine yönelik “Beyaz Kitap”ların sayısı da artmış bu arada. “Büyük Başkaldırı” Arap Yürütme Komitesi’ni zorlamış. 1939’da yeni bir “Beyaz Kitap” yayımlanmış. Bunda önerilen şuymuş:
- Yahudi göçü 5 yıl boyunca 15 bin kişiyle sınırlandırılacak.
- Toprak satın alınması yasaklanacak.
- 10 yıl içinde bağımsız bir Filistin Devleti kurulacak.
(11 milyon 300 bin nüfuslu Filistin’in 460 bininin Yahudi olduğu ve durmadan bu sayının arttığı düşünülürse…) Fakat bu üç madde Siyonist hareketi kızdırmış. Buna karşı çıkmış. İkinci Dünya Savaşı Yahudilerin yararına koşullar oluşturmuş. Siyonist hareket İsrail devleti istemiş. Bunun karşısına bağımsız Filistin Devleti istemi çıkmış. Yüksek Arap Komitesi bir kez daha ihanet etmiş ve 1945’te İngiltere-Amerika önerisiyle 100 bin Yahudi Filistin’e göçmüş. Arap Birliği karşı çıkmış. Böylece Filistin sorunu BM’ye bırakılmış. 1947’de Genel Kurul, Filistin’in Arap ve Yahudi olmak üzere iki devlete ayrılmasını, Kudüs’ün uluslararası statüye sokulmasını kabul etmiş. Bu plan Arap devletleri tarafından kabul edilmemiş. Arap-İsrail çatışması olmuş. 14 Mayıs 1948′ de İsrail devletini kurup ilan etmiş.
İntifada
Onca yıldır süregelen olayları şöyle veya böyle biliyoruz. Filistin halkı, ölümlere ve haksızlıklara karşı varlığını ve ülkesinin topraklarını savunarak, onca engellere ve görmezlikten gelmelere karşı sonunda BM’yi harekete geçirdi. Bunun sonucunda 242 sayılı karar çıktı. Buna göre Filistin devleti ilan edildi. Arafat da devlet başkanı seçildi. Buna İsrail şiddetle karşı çıktı. Filistinlilere devletlerini dar etmek için elinden geleni yaptı/yapıyor.
Yaşam hakkını hiç mi hiç önemsemiyor.
1987’de başlayan İntifada özellikle işgal altındaki topraklarda (Batı Şeria ve Gazze Şeridi) daha çok karşılık gördü. Bu silahsız ayaklanma güçlendikçe İsrail sistemli terörünü arttırdı. Dünyayı şaşırtan ve sarsan bu başkaldırı silahlarla, tanklarla, uçaklarla, bombalarla ve suikastlarla susturulmaya çalışıldı. Birkaç aydır yaşananlar gösteriyor ki İsrail, bütün gücünü kullanarak Filistinli çocukları öldürmek ve bağımsız bir ülke olmaya çalışan halkı yerküreden silmek istiyor. Unutulmamalı ki, emperyalizm güçlü oldukça ve dünyada Afganistan’lar, Irak’lar, Suriye’ler, Filistin’ler yarattıkça, Filistin halkı huzur, barış ve bağımsızlık görmeyecek asla. Çünkü her şey birbirine bağlı… Bu yüzden olması gereken gerçek barışseverlerin, yani emekçilerin dayanışmasıyla Filistin halkının yanında olmasıdır. Ancak emekçi hareketi bu vahşeti durdurabilir.
Bu kıyamlardan çıkarı olanların çocukları düşüneceklerini düşünmüyorum.
Bugünlerde daha çok ölümle, terörle ve acıyla yaşamını sürdürmek zorunda bırakılan Filistin halkı ve çocukları için ne yapabiliriz diye düşünmeleri gerekenlerin, az da olsa sayıları ve en azından bizim ülkemizde akıllara durgunluk verecek söylemler dillendirdiklerini duyuyoruz, okuyoruz. Bu gerçekten hem acı hem de düşündürücü. Bu olumsuzluğu iki başlıkta toplamak olası…
İlki şöyle: Bir dönem, Filistin’de Filistin halkının bağımsızlığı, devrimi için ülkemizden savaşmaya giden devrimcilerin birer paralı asker olmaları söylemi. Bu gerçekten Denizlere, Boralara, Malatya yakınlarındaki Beyler Deresi’nde katledilen güzel insanlara ve diğerlerine hakaretlerin en büyüğü bence. Çünkü onlar yalnızca inançları ve davaları uğruna dövüşmüş ve ölmüşlerdir. Yalnızca ülkesinin insanlarının güzel bir yaşama kavuşmalarını değil, başka ülkelerin insanlarının da benzer bir yaşama kavuşmalarını özlemiştir ve istemişlerdir.
İkincisi de: Filistin’deki Marksist çevrelerin konformist olduklarını, sosyalistlikle, demokratlıkla dahi ilgilerinin olmayışı söylemi. Olabilir. Bu doğaldır. Olaylara diyalektik açıdan bakıldığı zaman bu gibi dillendirmelerin haksız ve yanlış, gerçekçi olmadığı görülür. Bu yüzden çokça şey söylemeye gerek yok, ama bir anımsatma gerekir kanısındayım.
Lenin’in Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı çalışmasında sözünü ettiği Finlandiya örneği, Mustafa Kemal’e olan yaklaşımı ve Afganistan Emiri gerçekliği düşünüldüğünde ve sonra Stalin’in Ulusal Sorun’la ilgili çalışmasına şöyle bir göz atıldığında genelde Filistin soluna yaklaşımın hiç de gerçekçi olmadığı daha iyi ve daha net anlaşılacaktır.
BM ve dünya halkları ellerini taşların, dikenlerin altına koyup da zalim İsrail yönetimine karşı koymadığı takdirde dünya halkları yapamadıklarından dolayı istemese de İsrail’in safında yer almış olacak ve GOLYAT’ın gerçekliğine güç vermiş olacaktır. O zaman da her yer Filistin olacak…
Ve Filistinli çocuklar için ilk intifadan sonra yazdığım şiiri bırakıyorum:
küçük generaller soruyor*
biz
tutsak sevginin küçük generalleri
öfkeliyiz sessizliğine dünyanın
yaşadıklarımıza karşı
ve kinimiz yol bulmamış sular gibi değil serseri
kavuştuğumuzda o kutsal güne
görürsek başka bizleri
umulmadık sevinçler vereceğiz dirençlerine
sevdamızmış gibi.
biz
tutsak sevginin küçük generalleri
masal dinlemiyoruz şimdi
karpuz kabuklarından yapmıyoruz oyuncak
ve çocuklara yalandan dünyalar kurmuyoruz
birlikte yaşıyoruz masalcılarla masalsı gerçekleri
yaralı ülkemizin coğrafyasında
sapanlarla silmeye çalışıyoruz balçığını hayatın
taşlarla büyüyoruz
kollarımızın kırılmasına olsalar da araç
içimizden üstünüze rüzgâr esecek
acı mı acı
o vakit yıkılacak kafesleri kıyımın
uzanacak kollarımız kırıklarıyla
kaldırmak için örtüsünü güzel günlerin.
biz
tutsak sevginin küçük generalleri
büyüklerimizden öğrendik elbet
yılmamayı, sevmeyi
gülmeyi, direnmeyi
ve hep korkutmayı
yerküreden silinmeye çalışılan memleket
bu yüzden yüreklerimizde
demlenir dövüşgenlik
intifadadır akar yaşamlarına katillerin
semaverdir gönüllerimiz.
biz
tutsak sevginin küçük generallerine
diyor ki bir şair:
ne kadar şanslısınız çocuklar
ne kadar da hür
dünyanın başka yerlerinde
bazı çocuklar
yabancı bayraklar altında büyür.”
soruyoruz biz:
özgür olmayınca uluslar
özgür olabilir mi çocuklar?
BSD-Sorun Dergisi, 1991
Sanat ve Hayat Dergisi, 2004
(*): Yayımlanmamış ödüllü, (2003) ‘Yaralı Coğrafyalar Kitabı’ adlı şiir dosyasından