Cumhuriyet dönemi köklü bir Batılılaşma projesi çerçevesinde toplumu dönüştürerek, onu yeni değerler etrafında birleştirmeyi amaçlamıştı. Bununla birlikte böylesine bir girişimin, laiklik alanındaki uygulamalar başta olmak üzere, tepkileri beraberinde getireceği açıktı.
Tek Parti rejimi bu tepkiler hesaba katılarak tesis edilmişti. Bir yandan kamu otoritesi aracılığıyla inkılaplar hayata geçiriliyor, diğer yandan iktidarın hükmünü kabul edilebilir ve sürekli kılacak olan “yumuşak gücü”nü tesis etmek için kültürel alana yatırım yapılıyordu. Aydınların rolü romanları, hikayeleri ve piyesleriyle kültürel alanda Cumhuriyetin anlatısını işlemekti. Bu anlatıda iyi ile kötü, aydın ile gerici arasındaki sınırları belirginleştirilmeliydi. Bu sınırların yeterince ortaya konulmadığı durumlarda sansür mekanizması, iktidarla bütünleşmiş aydınların eserleri için de devreye girebiliyordu. Nitekim 1929 yılında Yakup Kadri’nin Sağanak adlı tiyatro eserinin dört gösterimden sonra yasaklanması buna dair önemli bir örnektir.

14 Şubat 1929
Yakup Kadri bu oyunda muhafazakâr bir aile etrafında Cumhuriyet inkılabını ve onun akislerini konu almıştır. Bu ailenin en küçük oğlu Eşref Bey, tıpkı Cumhuriyet gibi gençtir ve inkılapçı bir idealizmle doludur. Babası Afif Molla ve Ağabeyi Lûtfi Bey ise ateşli birer rejim karşıtıdır. Afif herhangi bir faaliyetten uzak dururken, Lûtfi Bey rejim karşıtı bir hareketin içinde yer almaktadır. Bu geleneksel ailede evin kadınları, Afif Molla’nın karısı Namiye Hanım ile gelini (Lûtfi’nin karısı) Belkıs Hanım “erkeklerin işi” olan siyasetle ilgili değildirler, fakat siyasetin hane içinde yarattığı gerilimden uzak da kalamazlar.
İnkılaba bağlı bir genç olan Eşref Bey, yeni rejimden durmadan şikayet eden babasını ikna edemese de dert değildir. Onun asıl meselesi, bu pasif direnişin ötesine geçen ağabeyini vazgeçirmektir. Fakat bunu başaramaz. Günün birinde ağabeyi rejime karşı yürüttüğü gizli faaliyetleri nedeniyle yakalanır ve İstiklal Mahkemesi kararıyla idam edilir.

İki zıt görüşün bir aile içinde yarattığı bölünmeleri işleyen Sağanak, Darülbedayi’de dört kez sahnelendikten sonra 1929 yılında yasaklanır. Metin And, Yakup Kadri’nin bu oyunca iki dünya görüşü arasında taraf tutmadığını, yorumu seyirciye bıraktığını ve bunun halk üzerinde olumsuz bir tesir yaratacağı gerekçesiyle yasaklandığının düşünülebileceğini söyler. Bununla birlikte bu yorumun bazı yönlerden eksik yanları vardır. Çünkü Yakup Kadri, inkılap karşıtı Afif Molla ve Lûtfi Beye neredeyse hiçbir iyi huy, tavır ve özellik yüklemediği gibi, onları geçimsiz, anlayışsız birer karakter olarak ortaya koymuştur. Eşref Bey ise erdemli, vatansever ve ailesini yanlıştan döndürmeye çalışan bir inkılapçıdır. Daha da önemlisi oyunda, siyasetle ilişkileri olmayan, fakat adeta bir hakem işlevi gören evin kadınları üzerinden de seyirciyi yönlendirmeye çalışır. Afif Molla’nın karısı Namiye Hanım ile gelini (Lûtfi’nin karısı) Belkıs Hanım’ın her fırsatta ve özellikle kendi aralarındaki konuşmalarında Eşref Beyi ve onun şahsında inkılabı yüceltirler. Hatta Namiye Hanım Afif Molla’ya açıkça şöyle der: “Eğer bugün nazarınızda [Eşref’in] en fena görülen tarafı kardeşini [ağabeyi Lûtfi’yi] darağacına gönderen bir hükümetin taraftarı [olması] ise yanılıyorsunuz. Bu onun en yüksek tarafıdır.” (s.85).
Dolayısıyla Yakup Kadri açık bir şekilde Eşref Beyi her koşulda öne çıkarmış ve izleyicinin kendisini onunla özdeşleştirebileceği şekilde yansıtmaya çalışmıştır. Gerçeği ağabeyinin karısı Belkıs Hanımla aralarında içten içe gizli bir aşk vardır, fakat bu durum oyunda ana motif haline getirilmediği gibi yalnızca söz düzeyinde kalır ve Eşref karakterine gölge düşürecek bir şekilde resmedilmez. Hatta Lûtfi Beyin ölümünden sonra onunla evden gitmek isteyen Belkıs Hanımı reddeder. Yine izleyicilerin kendilerini Afif Molla ve Lûtfi Beyle özdeşleştirmesi için hiçbir sebep yoktur. Dolayısıyla Yakup Kadri’nin tarafı, Metin And’ın yorumunun aksine bellidir.

164 sayfa
Ancak şöyle bir noktayı gözden kaçıramayız ve burada, bir şerh düşmek kaydıyla, Metin And’la uzlaşabiliriz. Oyunda inkılap karşıtlarının fikirlerinin açıkça ortaya konması, her ne kadar Yakup Kadri bunu amaçlamamış da olsa, Afif Molla ve Lûtfi Beyi bu kesimlerin özdeşleşebileceği karakterler haline getirmektedir. Çünkü bu devirde şapka giymemek için evinden çıkmayan insanlar vardı ve tıpkı Afif Molla gibi evlerinde inkılabı eleştiriyorlardı.
Oyunun yasaklanmasında Afif Molla ve özellikle Lûtfi Beyin çeşitli sahnelerdeki sözlerinin yanlış bir tesire yol açacağı konusunda Metin And’a hak verebiliriz. Karakterlerin diyalogları bir bakıma memnuniyetsiz kesimlerin sesi olacak iki karakteri ortaya çıkarmıştır. Afif Molla, evde değişiklikler yapılmasına tepkilidir ve baba otoritesinin zayıflamasından, evdeki geleneksel ilişkilerin dönüşmesinden rahatsızdır. Gelini Belkıs Hanıma “… bütün bu züppeliklerinizi burada tatbik ediyorsunuz. Bu kadınlı erkekli çay ziyafetleri, bu kıyafetleri bu çıkıp girişler, bu tavırlar, bu oturup kalkışlar (…) ve bu oda döşeyişler…”(s.54). Bu rahatsızlığını ifade ederken bunu rejim üzerinden yapmayı ihmal etmez. Ev için, “Tıpkı memleketin hali gibi” alt üst olduğunu söyler.
Üstelik “tehlikeli” fikirler de zikredilmektedir. Afif, Lûtfi’yi iknaya çalışsa da o, mücadele etmek gerektiğini söyler. Durup beklemek demek ona göre günün birinde asrilik gibi “fena cereyanlar”ın içine kapandığı evlerine kadar gelmesi demekti. Fena cereyanlar veya inkılap, “bu şiddetle aktığı müddetçe mutlaka bir çatlak bulup girecektir. Evimize, harimimize kadar sokulacaktır, zorla derimizden içeri sızacaktır.” (s.52). Dışarıda akan seli dışarıda durdurmak gerektiğine inanan Lûtfi, evinde oturmasını söyleyen babasına itiraz eder.
“Çekilmek ve bir köşede seyretmek mi?.. Hayır baba, […] dedim ya artık tahammülüm taşmıştır. Bütün bu olan işler karşısında bu sükutumuz bir nevi kabulü, bir nevi tasdiki tazammun etmez mi?.. Mutlaka, mutlaka günün birinde harekete geçmek lazım gelecektir.” (s.53).
Bir ihtilalcinin dilinden dökülecek sözler bunlar. Devrim çağında, karşı-devrimcilerin düşüncelerini bu şekilde gerçekçi bir tarzda vermek, yönetim açısından son derece sakıncalı görüleceğini beklemek mümkündür. Tek Parti rejiminin kamusal mecralarda dillendirilmemesi için çeşitli yollarla engellediği bu fikirlerin bir piyeste ifade edilmesi çelişkili bir durumdu ve yasak bu çelişkiyi gidermeye yönelikti.
Yakup Kadri, başta sözü edilen “ölçü”yü kaçırmış gibidir. İyi ile kötü arasındaki sınır belirsizlikler içermektedir. Belki, samimi bir inkılapçı olan Eşref’in inkılap karşıtı faaliyetler yürüten ağabeyine kaçmasını söylemesi aile faktörü nedeniyle insanın içine düşebileceği doğal bir çelişkidir, fakat inkılabın insanları böyle tercihlere zorlaması da olumsuz bir algıyı beraberinde getirebilirdi (s.67-68). Eşref Beyin şu sözleri dahi bu olumsuz algının önüne geçebileceği şüphelidir:
“Bu ev, bu ev benim mukaddes, yüksek, iyi ve doğru bildiğim bütün fikirler, hisler ve hamleler aleyhine kurulmuş bir tuzaktır ve ben, mütebessim onun içinde yaşıyorum. Anne bu devir bizim devrimizdir. Bu devirde hep bizim fikirlerimiz, bizim emellerimiz, bizim irademiz hakimdir. Ben, istesem, şimdi, şu dakikada elimin altındaki bu hıyanet ocağını bir nefeste söndürmek kuvvetine haizim. Fakat, Lûtfi Bey… Kardeşim Lûtfi muvaffak olduğu gün bana bir dakikalık hayat hakkı vermeyecektir ve bu [inkılapçı] neslin ulviyeti, manevi yüksekliği buradadır. O [inkılapçı nesil] mazlum bir galiptir. Bütün bir milletin talihini değiştirdi, fakat kendisi kör talihin elinde hâlâ esirdir.” (s.58-59).
Bu sonuncusu zorlama bir yorum gibi görünse de bir düşünce olarak burada ifade etmekte sakınca yoktur. Bir başka nokta Eşref Bey ile ağabeyi Lûtfi Beyin Karısı Belkıs Hanımla aralarında olan gizli aşktır. Gerçeği bu aşk herhangi cinsellik içermese de, “genel ahlâk” açısından belli sakıncalar içerdiğinin düşünülmesi pekala mümkündür.
Notlar
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, “Sağanak”, Tiyatro Eserleri (içinde), İletişim Yayınları, İstanbul 1983, 1. Baskı, s.47-93.
Metin And, “Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Sağanak’ı” adlı makalesi için bkz: Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Tiyatro Eserleri, İletişim Yayınları, İstanbul 1983, 1. Baskı, s.137-144.