Süleyman K. 19 Nisan’da Pamukkale’de bir göletin yakınlarında kendini iğde ağacına astı. İntiharın nedeni için herhangi bir mektuba ihtiyaç duyulmadı, çünkü inşaat işçisinin cebinden borç ihtarnamesi çıktı. Yılın bu zamanında iğde ağacı mis gibi kokar ve eğer biri, serinine uzanmak yerine dallarında hayatına son verdiyse, bu illa ki düşünmemiz gereken bir meseledir.
Haberi Birgün gazetesinden öğrendim. Başka hangi gazeteler yazmış diye merak ettim ama birkaç muhalif gazete harici kimsenin gündemine girmedi Süleyman’ın intiharı. Atanamayan öğretmenlerden, KHK ile işten atılan memurlara, çocukları aç kalan annelerden, işsiz kalan babalara… Zaten ne zamandır alışmıştık intihar meselesine; kadın ve işçi cinayetlerine olduğu gibi. Biraz üzülüp devam edebiliyorduk günlük yaşamımıza.
Türkiye burası. Gündem her daim dopdolu. Öylesine dolu ki hatta, gündemin içinden kendimize dair haberleri dahi süzüp, anlamlandıramıyoruz hayatımızı. Enflasyon, dolar, avro yükselmiş de ne olacakmışız? Seçimler oluyormuş da biz neresinde duracakmışız? Asıl olarak yaptığımız anlamaya çalışmak. Bazılarımız kafamızı kuma gömüyor, bazılarımız deli gibi gündemi takip ediyor ama hepimiz her gün yeniden şaşırıyoruz. Bizim cümlelerimize sığmayan bir hayatın içinden geçiyoruz çünkü. Süleyman yetirememiş, haciz gelecekmiş, bu yüzden hayatına son vermiş... Okuyor ve o an üzülüyoruz ama vaktimiz yok yasını tutmaya. Üstelik bu hal, en iyi ihtimal.
Gündeme konu olan meselelerin öznesi olanlar var bir de. Onların gündemi takip etmelerine gerek yok, ki çoğunlukla zaten zamanları yok, zamanları olsa paraları yok, paraları olsa gündem onlara bambaşka hallere bürünüp ulaştığından anlamaları mümkün değil. Suriyeli, Kürt ve Türk işçilerden bahsediyorum. İş bulabilenlerin mesaisi günde 12 saat. Sekiz saatlik mesai için mücadele gerilerde kalmış. Geçim öyle zor ki 1500 lira maaş için gözü kapalı kalıyorlar mesaiye. Aynı gençler uzman çavuş olup ölümü göze alıyor, ücretli asker oluyorlar. Çünkü geçinmek aslanın ağzında bu günlerde. İşsiz dünya insan var sokakta. Onların da yegâne düşmanı daha az ücrete çalışmayı kabul eden diğer işçiler. Karın tokluğu yeniden tanımlanmalı bugünlerde. Onların yakınında, sokağında oturuyor Süleyman. Duyuyorlar, ayakkabıların sayısından anlıyorlar cenaze evini. Tanıdılarsa bir uğruyorlar mesai çıkışında.
Kimin konusu olacak peki Süleyman’ın intiharı? Bugünlerde siyasetçilerin gündemi ne intihar ne işcinayeti ne de ölümüne çalışmak. Siyasetten çıkar sağlayıp para kazananlara hiçbir şey söylemek gelmiyor içimden. Bir milletvekilliği, üç ihale peşinde koşanla hiçbir zaman denk düşmez yollarımız. Ters düşer her daim de denk düşmez. Ama “biz hayatı savunuyoruz, demokrasi istiyoruz” diyenlere sormak isterim. Sizin demokrasiniz nereye kadar? Açlıktan sütü gelmeyen anaya nasıl ulaşacaksınız? Günde 16 saat çalışan Suriyeliye ne diyeceksiniz? Terörist yaftasıyla işsiz kalan onca insana, suçsuz yere onca zaman hapiste yatana, şehri yıkılana, bir türlü belini doğrultamayana sözünüz nedir? Her gün sayısı artan çocuk işçilere, çocuk gelinlere dair politikanız ne? Süleyman’ı duydunuz mu? Duydunuz da başka Süleymanlar olmasın diye bir cümle kurdunuz mu?
Yarın 1 Mayıs. Bu ülkede insanlar iş için, aç için intihar ediyorlarsa, meselemiz açlıktır. Seçim gündemiyle yatıp kalkan siyasetçiler anlayın artık; koalisyonlar kurmak, üç oy, beş oy diye hesap edip durmak yiyecek ekmeği olmayan kişi için safsatadır. Her kim bunu görmeden, öncelikli gündemi haline getirmeden siyaset yapıyorsa bugünün Türkiye’siyle buluşma ihtimali bulunmamaktadır. Demokrasi sadece özgürce ölmek anlamına geliyorsa, siyasetçiler korksunlar, çünkü bugün değilse yarın zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayanlar hayatlarını kazanmak için isyan edeceklerdir.