İki genç kadını öldürüp intihar eden gencin çok sarsıcı haberi yeni bir korku şoku yarattı. Gençlerle ilgili medyaya yansıyan bilgiler birçok tartışmayı da yine beraberinde getiriyordu. Olayın ardından bir büyük gerçek ortaya çıktı: İnceller…
Gençlerle ilgili olarak, kendileri istemesine rağmen romantik veya cinsel partner bulamamış olmaları durumu ile tanımlanan ve böylece bir internet alt kültürünün üyelerini ifade eden inceller (istemsiz bekârlar) olduklarına dair iddialar tartışmaya açıldı.
İlk elden Wikipedia bilgisine göre, çevrimiçi ataerkil ekosistemin bir parçası olarak nitelendirilen ve nefret grupları listelerine İNCELLER dahil bulunuyorlar. Incel forumlarda yapılan tartışmaların içerleme, kadın düşmanlığı, mizantropi, kendine acıma, kendinden nefret etme, ırkçılık ve cinsel olarak aktif insanlara karşı şiddetin onaylanması ile karakterize edildiği ifade ediliyor.
Haberlerde en çok vurgulanan bir başka kavram da, gencin bir “suç makinesi” olduğu ve buna rağmen ortalıkta nasıl “elini kolunu sallayarak dolaştığı” sorusu oldu. Bunun cevabı, çocuk yargılama sistemimiz ve nasıl işlediği ile yakından ilgili.
Adalet Bakanlığı istatistiklerine göre, Çocuk Ceza Mahkemesinde 2015 yılında 104 bin 227 olan dava sayısı 2023 yılında 78 bin 962’ye düşmüş; öte yandan Çocuk Ağır Ceza Mahkemesinde mevcut dosya sayısı ise 2015’teki 6 bin 600 seviyesinden 2023 yılında 10 bin 595’e çıkmış. Özetle çocukların karıştığı hafif nitelikli suçlarda azalma yaşanırken ağır cezalık suçlarda ciddi bir artış var. Mehmet Erten / Yener Ertay’ın “2015-2021 arası TÜİK verilerine göre suça sürüklenen çocuklar ve sıklıkla işlenen suç türleri” başlıklı çalışmaları; öldürme, yaralama, tehdit, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma ve hakaret suçlarının 15-17 yaş arasındaki erkek çocuklar arasında yaygın olduğunu gösteriyor. Yaş grubu olarak bakıldığında öldürme suçuna karışan çocuk yaş grubu 15-17 yaş grubudur. Erkek çocuklarında 2015-2021 yılları arasında öldürme suçuna karışma oranında yüzde 19,80’lik bir artış yaşanmış. Kız çocuklarında bu oran yüzde 6,82’lik bir düşüş olarak gözleniyor. Öldürme suçuna bulaşma oranları 2015 yılına bakıldığında erkek çocuklarının kız çocuklarına göre 11,4 kat fazla olduğu görülürken bu oran 2021’de 14,7 kata çıkmış. Araştırma bulgularına göre parçalanmış ailelerde yetişen çocukların bu suçlara daha çok karıştığı ve ailede suç öyküsü bulunan bireylerin varlığının çocukları suça sürükleyebildiği tespit edilmiş.
Bir çocuğun suça karışması halinde, suçun ihbarı, çocuğun yakalanması, gözaltı, tutuklama, yargılama ve infaz sürecini ifade eden çocuk ceza sistemimiz çok hızla işletilmektedir. İşlemeyense, her türlü eksiğine rağmen, korunma ihtiyacı olan veya suça sürüklenen çocukların korunmasına, haklarının ve esenliklerinin güvence altına alınmasına ilişkin usûl ve esasları düzenleyen Çocuk Koruma Kanunu’dur.
Kanun, kanunlarda suç olarak tanımlanan bir fiili işlediği iddiası ile hakkında soruşturma veya kovuşturma yapılan ya da işlediği fiilden dolayı hakkında güvenlik tedbirine karar verilen on sekiz yaşının altındaki her çocuğu suça sürüklenen çocuk olarak kabul etmektedir.
“Suça sürüklenen” kavramının lafzi anlamı, çocukların suç işleme konusunda iradelerinden kaynaklı değil içinde bulundukları koşulların onları suça sürüklediği iddiasıyla algılanmalıdır. Oysa çocukların korunması iddiasıyla çıkarılan bu kanunun içeriğine bakıldığında suça sürüklenme kavramının ne kadar gerçek dışı ve ‘romantik’ bir yaklaşım olduğu hemen göze çarpar.
Çocukların korunma ve esenliğini esas alan bu özel yargılama bir uzmanlık mahkemesi olarak ifade edilen Çocuk Ceza Mahkemesi ve Çocuk Ağır Ceza Mahkemelerinde görülüyor. On sekiz yaşının altındaki her çocuk denilse de, çocuklar 12 yaşının altı, 12-14 ve 15-18 yaş olarak üçe gruba ayrılıyor. 12 yaşının altındaki çocukların ceza sorumlulukları olmadığı için haklarında kovuşturma ve soruşturma yapılmıyor, koruyucu, destekleyici tedbirleri içeren güvenlik tedbiri uygulanabiliyor. 12-14 yaş aralığındaki çocukların, yapılan adli tıp incelemesi ve uzman tarafından hazırlanan sosyal inceleme raporunca, işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılayamaması veya davranışlarını yönlendirme yeteneğinin yeterince gelişmemiş olması hâlinde ceza sorumluluğu yok, ancak bu kişiler hakkında çocuklara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunabiliyor. Tersi durumda yetişkin gibi yargılanıyor ancak yetişkinlerden farklı olarak cezada indirim söz konusu oluyor. 15-18 yaş aralığındaki çocukların ise hiç şansı yok, yetişkin gibi yargılama yapılıyor, sadece cezada indirim söz konusu.
Bu cezalandırma sisteminde kurgu şöyle işliyor: Eğer 12 yaşının altındaki bir çocuk suça karışmışsa, çocuğun suça sürüklenme sebebine göre ana babaya ve çocuğa ihtiyaca göre, danışmanlık, eğitim, sağlık, barınma tedbirleri uygulanma kararı verilir. Çocuk içinde bulunduğu ortamdan alınır ve hakkında bakım/koruma kararı alınarak Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı mevzuatı çerçevesinde hizmetlerden yararlandırılır. Yani, ya çocuğun suça yönelmesine sebep olan çevre iyileştirilir ya da çocuk bu ortamdan uzaklaştırılır. 12-14 yaşında suça karışan çocuklar ise, ya ilk defa suça karışmıştır ya da ilk tedbirlere rağmen suç işlemiştir. Bu kurguya göre, 15- 18 yaşındaki çocuklar pek iflah olmayacak çocuklar olarak görülür. Kısaca kanun koyucu tarafından çocuklukları göz ardı edilmiştir.
Bu kurgu, tedbirlerin uygulanarak çocukların bulunduğu/döneceği çevrenin iyileştirilmesine rağmen çocukların suç işlediğini esas almaktadır. Bu tedbirlerin kimler tarafından uygulanacağına baktığımızda ise başka bir gerçek dışılık daha karşımıza çıkmakta. Danışmanlık ve barınma tedbirleri Milli Eğitim Bakanlığı, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu ile yerel yönetimlerce; eğitim tedbiri Milli Eğitim Bakanlığı ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca; bakım ve barınma tedbiri Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu, sağlık tedbiri Sağlık Bakanlığı tarafından yerine getirilecektir. Bu tedbirlerin yerine getirilmesinde kurumların koordinasyonunu Adalet Bakanlığı sağlayacaktır.
Anayasanın kanun önünde eşitlik ilkesini düzenleyen 10. maddesi, yetişkinlerle çocuklar ve çocuk grupları arasında hem yaşa dayalı hem de içinde bulundukları çevre gibi birden çok fiili eşitsizliğin mevcudiyetini ilan eder ve her çocuğun temel haklarının hayata geçirilmesi için pozitif önlem alma ödevini devlete/topluma yükler. Bu ödevlerin suça karışan çocuklara uygulanacak tedbirlerde yukarıda adı geçen kurumlara yükümlü kurumların bütçelerinde önceliğin bu tedbirlere ayırması gereğini ifade eder.
Her ne kadar aile ve kurumlar ve toplum çocukların suça karışmasını önleyici bakım, gözetim ve koruma görevlerini yerine getirmekle görevli olsalar da, bir çocuğun suça karışması, adalet mekanizması önüne gelmesi, görevlerin yerine getirilmediğini, bu çocukların temel hak ve ihtiyaçlarının karşılanmadığını ve ayırımcı uygulamayla karşı karşıya olduğunu gösterir. Ve toplum olarak önceliklerimizin ne olduğu ile yakından ilgilidir.
Başa dönersek ülkemizde Adalet Bakanlığı İstatistiklerine göre 15-17 yaş arası gençlerin işlediği ağır suç oranındaki yüzde 161 artış bize gençlerin içine çekildiği şiddetin nedenlerine eğilmemiz gerektiğini çok açık biçimde ortaya koyar.
Bu nedenleri ararken, Ülkemizde hak ettiği karşılığı henüz bulamamış olan İsviçreli Alman psikiyatrist Arno Gruen’i ve Kendine İhanet Kadın ve Erkekte Özerklik Korkusu kitabını anmak çok açıcı olacak. Gruen kötülüğün kökeninde, çocuklukta başlayan ve özerkliğin, üzerimizde güç kullananların “sevgisi” karşılığında teslim edildiği bir öz ihanetten kaynaklanan bir öfke olan öz nefretin yattığını savunarak bize ışık tutmakta.