Geçen hafta “rapsodi” demiştik. Öyle olunca müzik tarihinin en tanınan, en ünlülerinden biri olan “Mavi Rapsodi”yi anmadan geçmek mümkün değil. Üstelik 2024 eserin ilk icrasının yüzüncü yıldönümü.
Yahudi kökenli ABD’li besteci ve piyanist George Gershwin (1898-1937), klasik, caz ve Broadway müzikalleri besteleri ile tanınır. Bu müzik türlerini ustalıkla harmanlayan, caza birtakım yenilikler getiren ve aynı zamanda film müzikleri de besteleyen büyük bir ustaydı o. “Mavi Rapsodi”nin dışında bestelerinin listesi çok uzun ama en azından “I’ve Got Rhythm” şarkısını da içeren “Paris’te Bir Amerikalı” müzikali/filmi desem, “Summertime” ve “It Ain’t Necessarily So” şarkılarını da içeren “Porgy and Bess” operası desem, “Shall We Dance?” filmi desem biraz ilgisi olanlar hemen bilecektir, eminim.
Beyninde büyüyen bir tümör nedeniyle çok genç yaşta hayata veda eden George Gershwin’in bestelediği pek çok eserin sözlerini yazan ise ağabeyi Ira Gershwin’di. Çok yakın çalışmıştı bu kardeşler. Hatta George’un “Rhapsody in Blue”yu bestelerken “Amerika Rapsodisi” adını koymaya niyetlendiği, fakat Ira’nin bir sergide görerek etkilendiği yoğun mavi tonlu bir resim üzerine “Mavi Rapsodi” adını önerdiği bilinir. Zaten eser o gün bugündür 20. yüzyılın başlarında New York kentinin bir müzikal portresi olarak algılanmış, bilinmiştir.
Üç bölümden oluşan eser solo piyano ve caz orkestrası için bestelenmiş, fakat klasik müzik ögelerini caz vurgularıyla harmanlamıştır. Amerika’da “Caz Çağı” diye bilinen 1930-1940 döneminin caz kompozisyonlarını tanımlayan belki de en önemli eserdir. Gershwin, eseri Boston’a yaptığı bir tren yolculuğunda, trenin çelik üzerinde sürekli tekrar eden tıkırtılarından ilham alarak bestelemeye başladığını söylemiştir.
Manhattan’da zamanının en ünlü tiyatro salonu olarak bilinen Aeolian Salonunda, karlı 12 Şubat 1924 akşamı Paul Whitman ve Palais Royal Orkestrasının “Modern Müzik’te Bir Deneme” başlıklı konseri vardır. 1.100 kişilik salon müzik ve sanat alanında önemli isimlerle tek boş koltuk kalmamacasına dolmuştur.
Uzun konserde “Yerinde duramayan bu genç çağımızın duygusal titremelerine yol açan melodiler, armoniler ve ritimler” tanımlamasıyla 26 eser icra edilir. Klima sistemi de arıza yapınca bu uzun program seyircileri sıkar, homurdanmalar başlar, ilgi dağılır, bazıları salonu terk eder.
Derken son eser olan “Rhapsody in Blue” için bizzat George Gershwin piyanonun başına geçer. Eserin açılışındaki ilk klarnet notaları duyulduğunda seyirciler bir anda sessizliğe gömülür ve sonuna kadar yerlerine mıhlamış gibi kalır. Hepi topu 17 dakikalık eser sona ulaştığında ise salon alkıştan neredeyse yıkılır! O günden sonra “Rhapsody in Blue” dünyanın dört bir köşesinde bugüne kadar en fazla çalınan rapsodi olarak tarihe geçecektir.
Şimdi sizleri büyük usta Amerikalı Leonard Bernstein’ın bu eseri 1976’da Frankfurt’ta New York Filarmoni Orkestrasını yönetirken aynı zamanda piyanoda yorumladığı konseri seyretmeye davet ediyorum.