Twitter’dan bir pencere yaptım kendime. Yoğun işlerimden ve huzurlu kılmak için uğraştığım dünyamdan, ülkeme baktığım bir pencere orası. Aynı zamanda gündemimi, dilimi, aklımı, duygularımı bataklık gibi içine sürekli çeken bir hızlı akışlar alanı.
Perdeleri kapatıp, gözlerimi yaşadığım yere çevirince bile, bir tür suçluluk ile anlık yaşanabilen tatlı huzur ve mutluluk anları kesiliyor sürekli. Zamanımızın iç huzursuzluğu değil bu. Muhalifin melankolisi böyle oluşan bir durum olmuş yıllar boyunca. Onlarca otoriter yönetimler ve faşizm dönemlerinden geçen coğrafyalardan çıkan metinde okuduklarımız şimdi hayatımıza dönüştü yeniden. Dünyanın üzerindeki en sürekli hal olan şiddet, patriyarkal-kapitalizmin dönüşümlerinin ve eşitsiz gelişimin tarihsel politik coğrafyasında yükselişini azalışını hatta yoğunlaşmasını da mümkün kılıyor sanırım.
Biri kameraların önünde olmak üzere iki kadın öldürüldü, bugün bir adam kızını ve karısını öldürdü, hayatını çaldı. Gazeteciler tutuklandı yine. Hakkında şikayet var diye birkaç muhalif gazeteci saatlerce sorgulandı ve adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. Hakkında defalarca şikayet olan erkekler, bir açıkça suçu öven (mağdur boşanmış babalar derneği başkanının, Emine Bulut’un katilini tebrik etmesi gibi) erkeklerin, cinayet işleyebilecek kadar özgür hissederken kendilerini; bir dinadamı açıkça cinayete azmettirirken, hakkında şikayet var, soruşturma var veya dava açılmış diye KHK listelerine alınanlar, yıllarca tutuklu yatanlar ülkesine açılıyor baktığım pencere. Örneğe dikkatli bakalım mı? Dinadamının şiddete uğradığı için defalarca ailesinin yanına sığınan kadınla diyaloguna yani, zira şiddetin bu dönem ve bu coğrafyada yükselişinin önemli bir boyutunu sunuyor, söyledikleri iki cümle. Kadın, kocasından altı yıldır sürekli şiddet gördüğünü, ailesinin yanına sığındığını, fakat adamın tekrar yapmayacağına ikna olarak kocasının yanına geri döndüğünde her şeyin tekrarlandığından bahsederken, profesör payesi kendine verilmiş olan Mustafa Karataş isimli adam “öbür dünyaya gitmeden bu dünyada size ceza vermek lazım, annenin evinde ne işin var” diyor olanca hoyratlığıyla.
Bu diyalog, iktidarın bakışını da yansıtıyor elbette. Kadınlar hayatlarına, canlarına sahip çıktıkları için öldürülüyorlar, iktidarın perspektifine göre. Halbuki Diyanet işleri başkanlığı yukarıdaki dinadamının sözlerini şöyle destekliyor: “kadınların canı, namusu, hakları emanettir” diyebiliyor. Devletlerin kadınlara yönelik şiddeti önlemedeki görevlerini bağlayıcı hale getiren İstanbul sözleşmesi bile tartışmalı hale gelmişti. Nedeni ise ne biliyor musunuz: Türk aile yapısına zarar vermesi. Kadınların canını, kararlarını, kapasitesini, tümüyle varlığını önemsemeyip ailenin devamını dikkate alan ve kadınları sadece erkeklere bağlı olarak kabul eden anlayış, eşitsizlikleri kurumsallaştırıp sömürü ilişkilerini de mümkün kılan düzeni yaratıyor. Bu durum, aynı zamanda ırkçılık için de geçerli. Devletlerin vatandaşı ile kurduğu ilişki için de; mülk sahiplerinin, burjuvazinin mülksüzler ve işçiler için de.
Şiddet karşısında Kötü bir haberim var size dostlar, biz kadınlar uzun zamandır mücadelelerimizi bunlara karşı veriyoruz ve itaat etmeye de, tabi olmaya de niyetimiz de yok.
Kadın cinayetlerinde katillerin suç ortakları
Kadınların ölümleri o kadar korkunç biçimlerde yaşanıyor ki iktidar, bile bir şey demek zorunda kalmış belli ki. Halbuki büyük suç ortaklığı var ortada. Örneğin AKP-MHP iktidarı eşbaşkanlık sistemi ile yönetilen belediyelerin başkanlarını ikinci defadır görevden alıp, kayyum adı verilen yerel darbeleri yaparken, ilk işleri kadınlara yönelik hizmetleri ortadan kaldırmak ve kadınları güçlendirmeye yönelik ekonomik ve yönetsel faaliyetleri tarumar etmek oldu. Kadın bakanlığının yerini aile bakanlığı aldı. Güçlü ve tekbaşına bir erkeğe dayanmadan yaşayabilen kadınların olduğu dizileri yok etti ve yerine şiddetin normalleştiği dizileri koydu medya kuruluşları. Kadınların ne kadar iyi hizmetkarlar olduğunu ispat etmeye yönelik programların artışı, şiddete rağmen ailenin devamını öneren “uzman” adamların rahatlıkla saçmalayabildiği programların yaygınlaşması bir tesadüf mü? Aynı zamanda kararına, bedenine, oyuna, siyasi fikrine iktidarın fikir değişikliklerine rağmen sahip çıkanların; gerçekleri söylemekten kaçınmayanların susturulmaya çalışılması, kriminalize edilmesi tesadüf mü? Evet bir suç ortaklığı var o katillerle arasında bu suçlara itiraz etmeyen herkesin. Kendi yarattığı veya karşısında sustuğu şiddete dair özeleştiri vermeyenler, şimdi kampanyalar öneriyor. Halbuki 1990’larda biz sokaktaki ve toplu taşıma araçlarında gördüğümüz cinsel şiddet karşısında mor iğne kampanyasını yapmış bir mücadelenin öğrencileriyiz. Kadınlar ölmesin derken olduğu gibi demokrasiye sahip çıkarken polis şiddetinden nasibini alan ama yine de sokağa çıkmaktan vazgeçmeyen bir hareketin parçasıyız. Silah dağıtalım gibi kampanyaları önerenlere, şiddetin ne olduğunu teorik büyük kelimelerle anlatan, kadın eylemlerini organize etmeye ve bizlerle yürümeye gelen abilere tek sözümüz var bunun için: sadece haddini bil !
Kuzuyu kurda
Kadınların “bize” yani erkeklere ileri gidersek, potansiyel faillere emanet edildiğini söylüyor, kuzuyu kurda emanet etmek bugün. Emanet edilen biri korunmaya ihtiyaç duyulan, kendi başına hareket edemeyen, kendini savunamayan ve tabiiyeti kabul eden kişidir, ama biz değiliz. Biz kendimizi savunmaya çalıştığımız, itiraz ettiğimiz için bugün sözlerimiz ve avukatlarımızla karşınızdayız. Diyanetin istediği dünyada kadınların rolü bu değil, bir özne olmamız, karar vermemiz, kendimizi savunmamız, saygı beklememiz ve saygı duyulmayan yerde kalmamamız değil.
Bugün, büyük cümleler kurmamalı. Zira hayatımızdan var olma mücadelemizden bahsediyoruz. Biliyoruz ki ölüme biçilen namus, edep, vb bahaneler aynı şiddeti yeniden kuruyor. Ölümler karşısında sorumluluk almayıp akıl öğretenlerden ise çok bunaldım. Bu bir doğal afet değil, tüm erkeklerin ve erkeklik ideolojisine göre hayatını biçimlemiş kadınların suç ortaklığı. Dönüp kendinize bakın, kendi ilişkilerinizi eleştirin önce. Örneğin annenizle, kardeşinizle, yoldaşlarınızla, meslektaşlarınızla, sevgilinizle veya yolda karşılaştığınız tanımadığınız bir kadınla kurduğunuz ilişkiyi. Hayatınızda eşit muamele yapmadığınız, saygı duymadığınız, küfürlerinize her an hedef ettiğiniz, taklit edip eğlendiğiniz, hizmetinden faydalanıp asla teşekkür etmediğiniz kadınlarla ilişkileriniz bu ölümlerden bağımsız değil.
İhtiyacımız olan
Eril iktidarın şiddet doğuran sonuçlarından rahatsız olan erkekler de var elbet. Bir şeyler yapmak istiyorlar, samimiyetle. Ne güzel. Ancak gündelik hayata dair şiddetten arınmak o kadar kolay değil. Sorumluluğu almak için bizle yürümeniz gerekmiyor, hatta akıl öğretmeniz yıllardır içinde çok acı çekerek öğrendiğimiz kadın hareketini görmezden gelmek ve saygı duymamak demek. Oysa kadın mücadelesinin en son ihtiyacı olan şey bu saygısız akıl! Teorik olarak şiddeti sizden öğrenmeye ihtiyacımız yok!
Erkek arkadaşlar, yoldaşlar, önce kendinizi gözden geçirin, saygı duymayı ve karşıdakini insanlaştırmayı öğrenin.
Her şiddette “emanet” edilmiş olduğumuz hatırlatılıyor, buna cesaret edemeyenler de öyle davranıyor. İdeal kadınları rakı sofralarında bulmaklar mı dersin, toplantılarda kadınlar konuşurken tuvalet, sigara ihtiyaçları aklına gelenler mi? Yoksa kadınların ne olduğuna dair muhteşem görüşleri ile bizleri aydınlatarak dahiyane fikirleri veya esprileri ve kötü taklit yetenekleri ile masanın cazibe kaynağı olmaya çalışanları mı ararsın… Zayıf olduğumuz, kırılgan olduğumuz, çiçek olduğumuz falan filan. Bu görüşlerinizin zerre kadar değeri yok. Biz sokaktaki her adımda varlık mücadelesinden geliyoruz. Evdeki her görmezden gelinen emekte de… bakımını sevgiyle üstlendiklerimiz ve başka karşılık beklenmediklerimizden geliyor ölüm. Biz onları yaşatmaya çalışırken, evlerimiz mahallelerimiz birer cinayet mahalli. Yeter!!!
Evlerimiz dediklerimiz yerlerde başladı kendimize dair mücadelemiz. Her yeni taşındığımız mahallede, güvenli, güvensiz köşeleri saatleri bulmakla geçti ömrümüz. Bizleri çok sevdiğinden emin olduklarımıza karşı dahi kendimizi, bedenimizi korumakla geçti hayatımız. Buna rağmen, Aile gibi eşitsizliğin, şiddetle beraber kurumsallaştığı yerlerden, kendimize güven adacıkları yaratmaya çalıştık. Başka bir yakınlık, sevgi, beraberliğin mümkün olduğu; eşitler arası ilişkilerin yaratılabildiği alanları kurmaya çalıştık. Kendini kadın olarak hisseden ve pek çok farklı biyolojik ve toplumsal deneyimden gelen kadınlar olarak yaratabildik bir takım güven alanları, bazen ise en çok dayanıştıklarımızdan yaralandık.
Kızlardeşlerime…
Kızkardeşlerim, size saygı duymayan, şiddet uygulayıp bunu sevgi ile gerekçelendirenlersen uzak durun, lütfen… önce siz kendinize saygı duyun, varlığınıza… önce kendinizi geliştirip değerli olduğunuzu aklınızdan hiç çıkarmayın. Bu öldüren sistem bizi, kendimizin değersiz olduğuna inandırıyor önce. Sonra güçsüz ve sonra yalnız… biz birbirimizi güçlendirerek var olacağız. Artık ölmek istemiyorsak, başlangıç noktamız şuan durduğunuz yer. Şiddetten utanması gereken biz değiliz, uygulayanlar. Artık yeter!