Nazım Hikmet’i cazla anma projesi, müzisyen ve oyuncu Deniz Güngören’in sanatsal yolculuğunda önemli bir durak. Bu süreçte hem kendisini hem de Nazım’ı yeniden keşfettiğini söyleyen Güngören; Hikmet’in çok katmanlı mirasını cazın esnek ve yenilikçi doğasıyla birleştirerek dinleyicilere benzersiz bir deneyim sunuyor.
Güngören’e 1 Mayıs 2021’de yayınladığı Avusturya İşçi Marşı ve Enternasyonal yorumlarındaki motivasyonunu sorduğumuzda ise “işçi hareketi ve emek mücadelesiyle dayanışma” yanıtını alıyoruz. Ancak devamında gelen “bu iki marşı kendi duymak istediğim gibi düzenleyip söyleyerek tarihe not düşmek istedim” sözleri, bir müzisyen olarak Güngören’in besteci yönünün ağır bastığının da göstergesi aslında…
Nâzım Hikmet’i 60’ıncı ölüm yıl dönümünde cazın büyülü notalarıyla anmak, gerçekten çarpıcı ve özgün bir fikir. Orhan Aydın ile birlikte Yürüyen Merdiven olarak bu projeyi başlatma fikri nasıl doğdu? Bu efsanevi şairin mirasını caz müziğiyle buluşturma sürecinde neler yaşadın? Bu projenin senin için anlamı nedir?
Bu proje, sevgili Kubilay Devrim Dikkaya’nın fikri tümüyle. Ben sevgili Yiğit Özatalay ve Mustafa Kemal Emirel’le, yani Yürüyen Merdiven’le olan işbirliğimiz vesilesiyle dahil oldum. Fakat benim de bir anlamda Nazım’ı tekrar keşfetmeme yol açtı. Bazen tumturaklı ve klişeleşmiş bir çerçeveye hapsedebiliyoruz Nazım’ı, tüm büyük sanatçılar böyle bir karikatürleştirmeye maruz kalabiliyor aslında sanırım. Dönüp bilmediğim şiirlerini okumanın ve ne kadar büyük, çok katmanlı ve tarih içerisinde sürekli kendini yeniden icat etmiş bir şair olduğunu görmenin bana büyük katkısı oldu. Bu proje büyük ölçüde Yiğit’in beste ve düzenlemelerinden oluşuyor, benim de bir düzenlemem var, Orhan Aydın ve Tülay Günal ile birlikte seslendiriyoruz; hepsi çok zevkle söylediğim şarkılar. Umuyorum ki önümüzdeki sezon bolca konseri olacak.
Öte yandan Avusturya İşçi Marşı ve Enternasyonal’i yorumlaman, belirgin bir siyasi duruşu sergiliyor. Bu seçimin ardındaki motivasyon neydi?
Aslında parçalar tabii ki kendini izah ediyor. Bu düzenlemelerin ikisini de 1 Mayısta yayınladık, elbette işçi hareketiyle, emek mücadelesiyle dayanışmak için bir jestti benim için her şeyden önce. Ama bununla beraber çok sevdiğim fakat Türkçe yorumlarını ekseri olarak oldukça ruhsuz bulduğum bu marşları kendi duymak istediğim gibi düzenleyip söyleyerek tarihe bir not düşmek de istedim. Tabii ki mücadelenin içinden insanların havsalasında yer etmiş olan yorumlara, bunların hatırasına saygısızlık etmek katiyen niyetim değildi, bunu söyleme ihtiyacı duyuyorum çünkü böyle algılayanlar oldu.
Marşı oldukça farklı bir şekilde yorumladın. Bu marşı yorumlarken, mevcut siyasi ve sosyal düzene karşı eleştirilerini nasıl ifade ettin?
Ben bu iki marşı da tüm tarihsel anlamı ve birikimiyle beraber çok güzel parçalar ve muazzam güfteler olarak görüyorum. Yani siyasi motivasyonuma ilave olarak bunların icra edilebilir oda müziği eserleri olarak literatürde yer almasını da önemsedim. Yani stilistlik tercihler, siyasi hayatımdan veya siyasi bir yorumdan ziyade besteci olarak tercihlerimi yansıtıyor benim açımdan. Tabii ki az önce de bahsettiğim gibi politik marşların -ki buna pek çok sloganı da ekleyebiliriz, söyleyenlerin aptal olduğu gibi bir varsayıma dayanarak düzenlendiğini hissederim pek çok zaman, bu da hiç hoşuma gitmez. Düzenlerken bu denli özgür davranmamın arkasında böyle bir bagaj da var. Başta Hanns Eisler gibi bestecilerin oldukça sofistike marşlarının pekala işçiler tarafından benimsenmesinden ilham ve milyonların bu ezgileri çok iyi bilmesinden cesaret alarak oldukça serbest bir şekilde çalıştım bu marşlara. Bildiğimiz halleriyle zaten varlar. Biraz farklı bir yorumla sadece selam göndermenin ötesine geçmeyi hedefledim sanırım.
Müzikte ilham kaynakların neler?
Her şey aslında. Neşet Ertaş’tan Mahler’e, Kibariye’den Gil Evans’a, King Crimson’dan MFÖ’ye, film müziklerinden gündelik hayatın gürültülerine, beni etkileyen, pek çok insanın birbiriyle ilgisinin olmadığını düşüneceği onlarca, yüzlerce isim veya şey sayabilirim herhalde. Ama bir çerçeve çizmek gerekirse, rock müzik ve elektrik gitar sevgisiyle başlayan, oradan caz ve özgür doğaçlamaya seyreden ve devamında çağdaş klasik müziği keşfetmem ve besteciliğe yönelmem biçiminde özetleyebileceğim bir müzik yaşamım oldu şimdiye kadar. Bunlar ve aradaki her şey benim ilgimi çekiyor. Ama 20’nci yüzyıl klasik müziği, özellikle de Britten, Poulenc, Stravinski, Copland gibi kimi bestecilere ve Gil Evans, Wayne Shorter, Charles Mingus gibi hem besteci hem icracı olan kimi caz müzisyenlerine özel bir düşkünlüğüm var.
Okul, Ümit Milli, 120, Rent müzikali Bu projelere nasıl dahil oldun ve oyunculuk kariyerinin gelişiminde nasıl bir rol oynadılar?
Aslında benim uzunca bir oyunculuk geçmişim var. Hala da zaman zaman seslendirme yapıyorum. Belki de müzikle çatışmasından çekindiğim için bunu daha çok geçim kaynağı gibi gördüm ve çok ön planda tutmadım, zamanla da o dünyadan uzaklaştım. Fakat benim için her zaman şarkıcılık ve aktörlük veya genel olarak müzik ve drama arasında çok geçirgenlik olmuştur, bunları çok da kalın çizgilerle ayırmam birbirinden. Yani örneğin müziği mimari veya mühendislikle akraba bir disiplin gibi gören yaklaşımdan ziyade ben hep hikaye anlatıcılığına ve tuluata olan yakınlığına odaklanmışımdır. Eğlence sektörünü, televizyonu, sinemayı tanımamı sağlaması haricinde oyunculuğun kariyerime etkisi sınırlı. Ama yaklaşımıma etkisi, söylediğim gibi oldukça önemli. Bu yüzden de hiçbir zaman aslında oyunculuğu geride bırakmışım gibi düşünmem.
Peri: Ağzı Olmayan Kız, Loş Sohbet (2019), Nedret Bugün Kaybolur (2018), Yok Artık! 2 (2016), Yok Artık (2015) gibi filmler için müzik besteledin. Bestecilik kariyerin nasıl başladı ve bu projelere müzik yapma sürecin nasıl gelişti?
Doğrusu benim birinci mesleğim bestecilik, tahsilim de bu yönde. Sinema ve sahne için çalışmayı da özellikle seviyorum. Aslında oyunculuğun kariyerime etkisi sınırlı dedim bir önceki soruda ama, bu yöndeki etkisini azımsamamam lazım. Bu saydığın projeler de benim için önemli iki insanın projelerinden oluştuğu için isimlerini zikretmem yerinde olur: Nedret çok sevgili Berrak Çolak’ın bir kısa filmi, kendisiyle başka da pek çok projede birlikte çalıştık, diğerlerinin tümü ise birbirinden çok farklı şekillerde olmakla beraber neredeyse çocukluk yıllarından beri arkadaşım olan Caner Özyurtlu vesilesiyle yer aldığım işler. Peri: Ağzı Olmayan Kız, Boğaziçi Radyo Müzik Ödüllerinde ve Talinn Kara Geceler Film Festivali’nde en iyi film müziği kategorisinde aday da olmuştu; Can Evrenol’un kendine has stilinde, göz atmaya değer bir filmdir. Hepsi de çok çok zevkle bestelediğim işler.
Akademisyen olarak da geçmişin var. Bu alanda çalışırken edindiğin deneyimler ve öğrendiklerin sanat kariyerine nasıl katkıda bulundu? Akademisyenlikten neden ayrılma kararı aldın?
Aslında ayrılma kararı aldığım tümüyle yanlış bir ifade değil, yani ben ayrılmak istiyordum o dönemde, bir noktada. Fakat ayrılmanın kendisi bizim Bilgi Üniversitesi araştırma görevlileri olarak başta ücretler olmak üzere pek çok konuda hak talep eden bir kampanya başlatmamızın sonucunda oldu. Tabi bu konuya detaylı girmem mümkün değil burada. Fakat üniversitede çalışmanın bendeki başlıca etkisi bu işin bana uygun olmadığını, beni mutlu edenin araştırmak ve öğretmek değil yapmak olduğunu keşfetmem oldu. Serbest müzisyen olarak ise hayatın nasıl yaşanacağını, özellikle de geçim konusunun nasıl huzura bağlanacağını hala öğrenmeye çalışıyorum diyebilirim.
Müzik, oyunculuk ve bestecilik gibi farklı alanlarda başarılı oldun. Bu çok yönlü kariyerini nasıl yönettin? Hangi alan senin için daha ön planda?
Her gün öğreniyorum diyelim. Müzik her zaman benim esas mesleğim, oyunculuk ise biraz daha misafir gibi. Bestecilik ve şarkıcılık arasındaki denge ise bazen gündelik olarak bile değişebiliyor, elimde ne iş olduğuna bağlı.
Gelecek için hangi projeler üzerinde çalışıyorsun?
Yayınlanmayı bekleyen birkaç parçam var. Buraya kadar söyleşiyi takip eden okurların tahmin edebileceği üzere hepsi birbirinden farklı. Hezarfen Ensemble ile Yiğit Özatalay’ın, benim, Özkan Manav’ın bestelerinin yer aldığı ve benim düzenlemelerini üstlendiğim parçaların olduğu, hem şarkıcı hem besteci olarak parçası olduğum bir konser yaptık; umuyorum onun bir tekrarı ve belki de bir albümü olacak. Bunlar haricinde konserler yapmaya ve aranjör/besteci olarak işler almaya devam ediyorum.