Geçen hafta Hayır Meclisleri’nin, Gezi Direnişi’nden bu yana mayalanan halk meclisleri/mahalle forumlarının kazandırdığı bir özörgütlenme deneyimi olduğundan söz etmiştim. “Tek Adam Rejimine Hayır” başlığı altında kurulan ortak çalışma, kazandığımız zaferin elimizden çalınması sonucunda gösterdiğimiz tepkiyle, “Meşru Değilsiniz” kampanyasıyla sürüyor. Ancak Hayır Meclisleri, kendisini bu kampanya ile de sınırlamayacak ve yoluna devam edecek.
Rejim çıkmazda ve bunu bizi yönetenler de dahil herkes biliyor. Tam da bu yüzden OHAL koşullarında, alelacele çıkarılan KHK’lar ve hukuksuz yargılamalar ile bu gerçeği dile getiren herkesi susturmaya çalışıyorlar.
Muhalefeti sırtlayıp götürecek bir sol odaktan yoksun olduğumuz gerçeğine de kimsenin itirazı olduğunu sanmıyorum. Bunun nedenleri kuşkusuz çok sayıda ve bunu tartışmak bu yazının konusu değil.
Ancak yöneten ve yönetilenin her ikisinin de zor durumda olduğu bu nesnel koşullar, bize tabandan gelişen kitle muhalefetinin adresi olabilecek halk meclislerine dört elle sarılmamız gerektiğini gösteriyor kanımca. Hayır Meclisleri de, koordinasyon toplantılarında dile getirildiği gibi dağılmak değil, tersine güçlenmek ve bir rota çizmek niyetinde.
Toplumun bütün ezilenlerini kapsayacak ve asıl meselenin evet ile hayır cephesi arasında değil, halk ile iktidar arasında olduğunu ortaya koyacak; öte yandan rejimin dayattığı milat olan 16 Nisan’ın toplumsal bellekten silinmemesini sağlayacak isim önerimin, 16 Nisan Halk/Yurttaş Meclisleri olduğunu yazmıştım geçen yazıda. Kuşkusuz bu bir öneri ve asıl önemli olan seçilecek ismin altının nasıl bir içerikle doldurulacağı.
Halk/Yurttaş Meclisleri’nin rotası
Halk/Yurttaş Meclisleri, öncelikle bütün yerel meclisleri kapsayacak bir kurultayı önüne koymalıdır. Büyük şehirlerde ya da daha küçük yerlerdeki bütün yerel meclislerin, mahalle/ilçe forumlarının ortak kesenlerini bulmak üzere, önce şehirlerde, sonra da bütün ülkeyi kapsayacak bir kurultay düzenlenmeli ve Meclislerin rotası bu kurultayda belirlenmelidir. Bu hem herkesin etrafında birleşeceği bir rota çizilmesini, hem de daha baştan aşağıdan yukarıya bir demokrasinin gerçekleşmesini sağlayacaktır.
Halk/Yurttaş Meclisleri, demokratik bir cumhuriyet için yola çıkacaksa, kurultayın önüne koyacağı ilk iş, bu demokratik cumhuriyetin tanımlanması ve en geniş kesimleri kapsayacak bir ilkeler bütününü ortaya koyması olmalıdır. Çünkü Saray Rejiminin dayattıkları ile halkın öncelikli ihtiyaçları arasındaki karşıtlığın, birbirinden ayrı sorunlar olmadığı; ekonomik krizden hukuksuzluğa, hepsinin demokratik bir sistemin tamamlayıcı parçaları olduğu ancak böyle bir çalışmayla ortaya koyulabilir.
Bu anlamda Halk Meclisleri, tepkisel ya da savunmacı değil, kurucu bir siyasi hat belirlemek zorundadır. Bugüne kadar Saray’ın, zorla ve baskıyla toplumun önüne koyduğu gündemlere tepki gösterdik, protestomuzu ortaya koyduk; ancak bu bizi, savunmacı ve tepkisel bir pozisyona sokuyor. Oysa Halk Meclisleri, sadece gündeme karşı kendi seçeneğini göstermeye değil, aynı zamanda gündemi oluşturmaya da muktedir bir güç olabilir, olmalıdır.
Parlamenter demokrasilerde kullanılan bir sisteme benzeterek biraz daha açayım konuyu. Gölge Kabine yöntemi, hükümetin her alanda yaptıklarını birebir izleyen, iktidarın uygulamalarının her birine, kendi alternatiflerini sunan bir muhalefet partisi yöntemidir. Biz kuşkusuz (ve ne iyi ki) siyasi bir parti değiliz, ancak Saray Rejimine farklı bir toplum tasarımız var ve bunu her alanda anlatmayı, daha doğrusu bunu ancak Meclislerde bir araya gelirsek birlikte yapabileceğimizi anlatmayı becerebiliriz. İşsize işsizliğin nasıl önleneceğini, köylüye tarımın nasıl dışa bağımlılıktan kurtarılacağını, işçiye kıdem tazminatından sendikalaşmaya kadar nasıl bir emek sistemi kurulması gerektiğini, kadınlara şiddetsiz ve güvenceli bir yaşamın nasıl kurulabileceğini, gençlere özgür bir eğitim sisteminin nasıl güvence altına alınabileceğini ve bütün bunların ancak ve yalnız halkın kendi taban örgütleriyle başarılabileceğini anlatmak; öncelikle nasıl bir demokratik cumhuriyet etrafında birleşeceğimiz sorusuna doğrudan bağlıdır.
Dolayısıyla, Halk/Yurttaş Meclisi, önüne koyacağı kurultayla birlikte, “Nasıl bir demokratik cumhuriyet/Nasıl bir anayasa” sorusuna cevap vermeyi mutlaka önemsemelidir diye düşünüyorum.
Bugün demokrasi veya anayasa dediğimizde, bu “soyut” kavramın çok az kişi için bir anlamı var; çünkü sistem her şeyi olduğu gibi kavramları da parçaladı ve her şeyi ayrı kompartımanlara bölerek bütünlüğün gözden kaçmasını sağladı.
Biz demokrasinin de, anayasanın da hiç de soyut şeyler olmadığını, doğrudan hayatımızı ilgilendirdiğini; ekonomiden kadın haklarına ve işsizlikten sosyal güvencesizliğe kadar hayatımızı kuşatan bir sistemin parçaları olduğunu her yönüyle göstermeli, ortaya koymalıyız.
“Gelin, kendi anayasamızı yapalım” çağrısı, soyut bir çağrı olmayacaktır. Çünkü gençlerden kadınlara, işçilerden kamu çalışanlarına kadar her kesimi Halk Meclislerinde katabileceğimiz bu çalışma; nasıl bir toplum istediğimizin aynası olacak ve bizleri ortak bir toplum tasarımı etrafında bir araya getirerek güçlendirecektir.
Haydi Kurultaya, haydi kendi Anayasa-Toplum modelimizi kurmaya…
(devam edecek)