Sana aşk olsun çocuk.
Yazdıklarınla beni gönendiriyorsun. Yaptıklarıyla yüreğimi yaktığını sananların bir büyük yanlışını da yüzlerine vuruyorsun, tokat gibi. Çoğumuzun yanlış, tutarsız tavrını ustalıkla aktarıyorsun. Birbirinden güzel tümcelerle…
İşte bundan dolayı kendini yanlış doğrulardan kurtaramayanların karşısında yeniden duyarlı, tutarlı bir kuşağın yetişmekte olduğunu bize kanıtlıyorsun. İşte bundan dolayı bize, güzel bir insanı, usta bir öykücüyü, yaşadığı dönemin iktidarının tepkisini üstüne çeken toplumcu bir kavga adamını anımsattın. Bildin değil mi? Samed Behrengi’yi(*):
Yoksul çocukların öğretmenini…
Yazdığı öykülerle yaşamı güzelleştirmeye katkısı salt bu çabasıyla sınırlı olmayan yazın erini. Hani, İran Şahı’nın ajanlarınca Aras Nehri’nde boğularak öldürülen güzel sevdalar insanını… Ülkemizde de bir dönem, senin yaşıtın nice çocuğun okumasına, çantasına koyup okula götürmesine izin verilmeyen halk adamını. Üzerindeki klişe sözün (tahdide tabidir) anlamını büyüklerinizden öğrendiğiniz kitapları yazan aydını…
Onu okuduğuna inanıyorum. Belki bundan, belki de onun çocuk kahramanlarına benzediğinden seni, “Ulduz ve Kargalar” isimli kitabındaki ‘Ulduz ve Yaşar’a benzetiyorum. Bu umut ve sevgi dolu çocuklar, öyküde, birlikte yaşamak durumunda kaldıkları büyüklerinin kötülükleriyle, yanlışlarıyla ve de toplumlarının içine kök salmış batıl inançlarıyla alay ederek mücadeleyi sürdürürler. Tavırlarıyla, düşünceleriyle, eylemleriyle, kararlılıklarıyla çevredeki büyüklerine yaşam dersi verirler. Ve güzel günlere olan inançlarını düşlerindeki “kargalar kenti”yle dile getirirler.
Sevgili Günışığı,
Sen de bize ders veriyorsun. Seni kutluyorum.
Sana benzerlerin çoğalmasını bekliyorum.
Onun “Küçük Kara Balık” öyküsündeki balığa da benziyorsun, biliyor musun? Hani, bu yavru balık, bilgeye susamıştır. Ufkunu genişletmek ister. Tehlikeleri göze alır, yeni bilgiler edinmek için. Yeni yerler keşfetmeye çıkar. Hani bulunduğu yerle yetinmeyen insanı simgeleyen bu balığa benzetiyorum seni… Bu özelliğinin herkeste bulunmasını istiyorum. Olanla yetinmemesi, hakkı olmayana katlanmaması için… Yaşama, dünyaya, çevresindeki olaylara duyarlı olanların, okumayı sevenlerin bu bağlamda çok titiz olması gerektiğini düşünüyorum.
Günışığı’m,
Bunları niçin söylüyorum? İçimiz kan ağlıyor. Bunları senin kişiliğinde güzelliklere sevdalı ve duyarlı, içten, yürekli insanlara neden duyurmak istiyorum biliyor musun? Ülkemizin acıları zincirine durmadan yeni halkalar ekleniyor. Büyük sevda yüreği, her seferinde özdeş bir parçasını kaybediyor. Sonuncusu sandığımız halkanın yolculuğunda onu yüz binler uğurluyor, son olsun diye haykırıyor, ama son olmuyor. Elbette ki, ülkemizin güzelleşmesi için düşüncesini söyleyenlerin sonu bu olmamalıdır. Bahriye Üçok, Muammer Aksoy, Çetin Emeç Turan Dursun, Uğur Mumcu ve diğerleri… Doğu’da, Güneydoğu’da “faili meçhul”le isimlendirilen öldürmeler, işte sözünü ettiğimiz acılar zincirinin belki en büyük ve ürkünç bölümünü oluşturuyor. Tepkisizliğimizin sonucu olan bu yanlış doğrunun (hunharca katletmenin) karşısında tüm insanlığın Uğur Mumcu için sergilediği duyarlılığı göstermesi gerekir diyorum.
Köyümüz çobanlarından biri olarak o gün de sürümü otlatıyordum. Üç panzer, yüzlerce asker etrafı sardı. Tam karşıda üç evlik bir köy vardı. Köyden beş kişi çıkıp koşmaya başladı. Dördü önde süratle koşarken, birisi peşlerinden aksayarak gidiyordu. Aksayan kişi yere düştü ve silahına sarıldı. Askerler, yere yatıp karşılık verdiler.
Dört kişi gözden kayboluncaya kadar yaralı ateşe devam etti. Çok yakınlarında olmama rağmen benle ilgilenmediler, yaralının mermisi bitince askerler ateş ederek ilerlemeye başladı. Belki yüzlerce isabet alan yaralı artık yaşayamazdı. Askerler cesedi kontrol edip üzerini aradı, sonra geri çekildiler. İşte vahşet o zaman sergilendi. Panzer ölü gerillanın cesedini birkaç kez ezip geçti. Bir canlının bunu yapabileceğine ihtimal veremem. Bir ölünün cesedine kin besleyenler sağlara ne yapmaz ki… Şimdi sıra sizde… Lütfen tüm dünyaya bu vahşeti duyurun.
Mektubun can alıcı noktası da burası… 9 Temmuz 1992 tarihli Özgür Gündem gazetesinin “Okur Mektupları” köşesinde yayımlanan “Bu Vahşeti Durdurun” başlıklı yazıyı aktaran “Evrensel Kültür” dergisinden keserek gönderdiğin kupür… Fırat’ın sana sorduğu soru, bundan da çok sarstı beni, iliklerime kadar.
Sevgili Günışığı,
Sizin ve bizim nehirlerimiz kan taşıyarak bulanık akmaktan; topraklarımız, yüzünü yırtan analar olmaktan, ağıt yakarak kendini tüketmekten ne vakit kurtulacak? Aramızda değil, aklımızda yaratılmak istenen yapay duvarlar var. Kalınlaştırılmasına göz yumduğumuz sürece bunları gerçek duvarlar gibi kolay yıkamayacağımızı biliyor musun?
Sana ve Fırat’a, bu ülkenin acılar zincirini yüreğinde taşıyan insanlara ne diyebilirim ki? Sizlerin hakkı olan güzel bir dünyanın sizi kucaklamasını, mutlandırmasını istememiz yeterli değil, biliyorum.
Duyarlılığımız, içtenliğimiz seninki kadar içtendir. Ateşiyle çevresini aydınlatmaya meşale olanların, çağdaş Kawa türküsünü söyleyenlerin de acıları bitmeli… Aykırılıklardan ve farklılıklardan dolayı insanın insanı katletmesinin hiçbir şeyle bağdaşmayacağını, açıklanamayacağını, bu eylemleri onları amaçlarına ulaştırmayacağını herkes bilmeli. Sana, dolayısıyla da bize sorulan soruya yanıt olabilir mi?
Şimdi söz sırası şiirin…
Ötsün diye kendi yuvasında kuş
açsın diye kendi dalında çiçek
gördüler ki yepyeni ateşler gerek
ateş olup yanmaktaysa bütün gerçek
yanarken türkü söyleyen canlar gerek
ateşi kanıyla tutuşturanlar gerek. “
(Adnan Yücel, Ateşin ve Güneşin Çocukları)
Unutmadan Günışığı, dünya gerçek rengini bulacak. Sizler düşlemekten (Kargalar Kenti’ni) kurtulacaksınız. Yakın değil bu belki, size de iş düşüyor, ozanı dinleyelim:
ey gözleri şiir yazan çocuklar
dünya nasıl da yenik ve yaralı
yorgun düşmüş avuçlarınızda
bir tek / sizin gülüşünüz var onu güldürecek
bir de filiz veren tohum elleriniz
bugünün yorgun ayaklarını
yarının güzel sabahlarına götürecek.
(Adnan Yücel, Acıya Kurşun işlemez)
Ne dersin Günışığı, sorunun yanıtı bu dizelerde yatmıyor mu?
Bir dahaki mektuba kadar hoşça kal, dostça kal.
(*): S. Behrengi hayatı ve yazdıkları için Çocuk Edebiyatı Denilince (Ocak 2017, Doğu Kitabevi) adlı kitabımın 73/80. Sf’sındaki Masalcı Öğretmen Samed Behrengi başlıklı yazıma bakabilirsiniz.