Sevgili Günışığı,
Küçük birer mahkemedir sorularınız sizin
Büyükleri terletir, kekeletir.
Böyle diyor, şair İsmail Uyaroğlu. Senin gibi güzel çocuklar için yazdığı “Gül Sağanağı”nda. Yazdığın betikteki sorular bunları anımsattı bana. Kekelemek, terlemek ne kelime!.. İnsan, yaşadığı, tanığı olduğu en sıradan olaydan bile, ne kadar ilgisiz ve sorumsuz düşünürse düşünsün, kendini kurtaramayacağı tek gerçek mahkeme, sorularla kurduğunuz mahkemelerdir. “Çocuktan al haberi,” bunun kanıtı değil mi sence de? Daha da çok düşündüm. Üzüldüm. Çaresizlik boynumu büktü. Yıkıldım. Sonunda kekeleyerek, titreyerek, terleyerek de olsa, kendimi savunmam için değil, acılar paylaşılmaz ama acını paylaşayım diye yazdım bunları. Kurduğun mahkemenin temeli öyle güçlü, öyle derin ki… Verilerin öyle canlı, gerçek ve inandırıcı ki kendimi savunmak yerine yalnızca düşüncelerimi açıklamak istedim. Okuyunca teselli bulabilir misin, bilmiyorum. İnandığım şu: ‘Susmak, taraf olmaktır. Yalana, yanlışa, zorbaya, haksızlıklara.’ Gözlerini karartan acılara katlanmaktır bir bakıma.
Düşün ki, çevreni kar sarmış. Sokağınızdan başlayarak bütün yurdumuzu kaplamış kar. Kutuplar yerlerinden gelip etrafımızı kuşatmış. Artık hiçbir çıkış yok. Umut kalmamış. Bir bakıma adınız olan oyundan kopmuşsunuz. Olanağınız, mekânınız elinizden alınmış. Her şeyin kötüye gittiği bir anda, bir sabah, pırıl pırıl ısıtan bir güneşin pencereden el sallayarak sizi oyuna çağırdığını düşün. Yüreğin sevinçle dolmaz mı? Çevreni saran buz erimez mi? İçinin karamsarlığı su gibi buharlaşmaz mı?
İşte güzel geleceğinin güneşi de bir gün böyle doğacak. Üstünüzdeki kara bulutlar dağılacak. Sizinle dünya çiçeklenecek. Şenlenecek geleceğimiz. Sevdiklerimiz boşuna ölmüş olmayacak…
Biliyorum, acılısın. İçin kan ağlıyor. Böylesi abartılı sözler seni mutlandırmaz. Gözlerinin pırıltısını geri getirmez.
Sevgili küçüğüm,
Yaşamın devamıdır ölüm. Hayatı başka biçimde sürdürmektir kuşkusuz. Toprağa karışan, papatya, yemiş, çayır, çimen olarak bize geri dönecek. Varlığını bir biçimde bizimle sürdürecek. Buğulu gözlerinin gölgesini yazdıklarından anlıyorum. Kurumayan kâğıdın uç kısımlarını ıslatan gözyaşlarını çok iyi biliyorum.
Anlıyorum:
insanın içinde bir yerlerde,
Bir telin incecik kopması
Ya da dayanılmaz bir acının
Yüreğini ansızın yalayıp geçmesi
Boğazını yakarak yükselen bir haykırışın
Avurdunu hınça doldurması
Ya da nedir, nasıl olur… *
Bunu biliyorsun. İnan ki şimdi yaşadığını, senin yaşındayken yaşadık. Bitti mi? Hayır. Yaşıyoruz hâlen. Bize, yarına, güzelliklere, gerçeğe, iyiye, doğruya, mutluluğa sevdalı insanların oluşturduğu insanlık ormanı yapraklarını dökmekle kalmıyor. İçinden zamansız kesilenler var. Acılandık. Acılanıyoruz. Fakat yaşam sürüyor yine de.
yurtsever ağabeylerin öldürülüyordu bir bir
Size uzatılan bir şey vardı/İncecik ellerinde *
Onlardan aldığımız şeyi size getiriyoruz, durmadan. Koşuyoruz. Soluksuz kalıyoruz. Engelleri aşıyoruz. Bu uzun koşunun emanetini size veriyoruz birer birer. Sizlerden sonrakilere ulaştırmak da sizin göreviniz. Bu yüzden kaygılanmak, üzülmek, yılmak sürekli olamaz. Olmamalı. Gülen gözlerine, sıcacık yüreğine bunlar yakışmaz. Anımsa bir kere:
Her sabah doğması güneşin/Niye peki?
Değişmese gerçekte hiçbir şey
Gece bırakır mı gündüze yerini
Öyleyse kardeşim dinle beni, ağabeyini
Ve umutla sarıl hayata /Bugün değilse bile
Güzel olacak yarın mutlaka. *
Kim ne derse desin. Seni, doğru bildiğinden caydırmaya çalışana kanma asla. Yüreğine gölge düşürme. Gözlerinin ışıltısını söndürme. Yararına ve inancına olan ümidini kaybetme. Araştırıcı ol. Öğrendiğinle yetinme. Dayatılmak istenene kuşkuyla bak, incele. Yaşadığımız günler, söylediklerimi kırmaya çalışan tuzaklarla dolu, bunları iyi tanı. İçine kuşku düşürmek için ‘zor’ ve ‘türlü türlü engeller’ olacaktır, aldırma. Mutluluğun korku tünelinin sonunda olduğunu hiç unutma. Tünelde göreceklerine kanma, seni korkutmasına izin verme. Hiçbir şey sandığın kadar korkutucu değil çünkü.
İki şey çok kötüdür: Kendine zincir vurmak. İçine korku düşürmek… Bu ikisi sana çok şey kaybettirir, karşındakine kazandırır, aklından çıkarma.
Yatağını derinleştirerek, büyüyen ırmaktan yararlanılır. Önüne set çekilir. Yönü değiştirilir. Fakat asla sonsuza kadar tutulamaz. Irmak ışığa dönüşür. Sonunda yatağına döner, yoluna devam eder. Yaşamda her şeyin bir bedeli var. Yürünen yol kolay değil. Kuşatılmışlık, bizim istemimizi, sevdamızı, ümidimizi kırmamalı. Çevremizdeki her şeyin çemberi olduğundan güçlü görünür. Bu yüzden görünüşe, görünene aldanma.
Aslolan inanmak ve doğru bildiğin yolda kararlı yürümektir. Bizim için yapılmayanı, bizden sonrakiler için yapmanın yolu bir yerden başlamaktır. Karamsarlığın, yılgınlığın ve hüznün tohumunu içindeki tarlaya atma. Bu verimli tarla bunları çabuk büyütür. Söküp atmak gün geçtikçe zorlaşır. Bu tümceler, buz eriten güneş olur mu?
Bilemiyorum.
Bildiğim şu:
Sonbahar, koşulları hazırlar. Kış ölüm getirir, öldürür. Ağaçlar yapraklarını döker. Gözenekler, pencerelerini soğuğa kapatır ama kırlangıçlar gibi göçmezler. Kendi içlerinde kışa direnirler. Bahar için. Doğal dökülenlere gönül katlanır da zamansız dökülene, gidene üzülür, kanar, yanar.
Öğretmenleriniz, arkadaşlarınız birer güzel ağaç. Bunların oluşturduğu sevgi korusunun en verimlisinin zamansız kesilmesi karşısında ne diyebilirim, bunlardan başka.
“Babam ölseydi bu kadar üzülürdüm,” demen içimi allak bullak etti.
Bilirim, ateş düştüğü yeri yakar. Ama sevgili Günışığı, her şeyin bir bedeli var. İstesek de istemesek de bu böyle. Yanmak, kahrolmak, acılanmak gideni getirmiyor. Önemli olan onu olduğu yerden sürdürmek, yaşatmak… Sevdasıyla, inancıyla, aşkıyla… Çünkü, biz ölene kadar sevdiklerimiz de bizimle yaşar. Değil mi? Dünyanın, siz çocukların olması için çalışanların ölmediğini, hep yaşayacaklarını bilmelisin.
Nâzım’a kulak vermeni istiyorum, sevgili dostum:
Ben yanmasam/Sen yanmasan
Biz yanmasak
Nasıl çıkar
Karanlıklar aydınlığa…
Dünyanın nasıl döndüğünü, içinde dönen dolapları, pamuğu, tohumu, çiçeği, zeytini, portakalı, üzümü, inciri, çayı, göç nedenlerini öğretmekle yetinmemiş. Bunların yanında, kimlerin aslan payı aldığını, elin gâvurunu işbirlikçilerini, gerçek vatan hainlerini, bugünkü yaşadıklarımızın hiç de hakkımız olmadığını, çağ dışılığını, üretimin, paylaşımın hakça olması gerektiğini, milliyetçiliklerin geçersizliğini ve yanlışlığını anlatmış durmuş. Öğretmenliğini okulla sınırlandırmamış. Dünyayı, toplumu ve toplumsal koşulların neden sonuç ilişkisini çevresine yaymış. Anlatmış. Durgun bir göle benzettiği insanları dalgalandırmış. Çıkarlarından, gerçekten yana akmalarına yol oluşturmuş. Bunları yazdıklarından anlıyorum. Üzülme, o boşuna ölmemiş olacak, sevdasıyla, yaptığıyla, düşüncesiyle içinizde yaşattığınız sürece.
Bir ölü yatacak toprağa/Şıp Şıp damlayacak kanı
silahlı milletim hürriyet türküleriyle gelip
zaptedene kadar/büyük meydanı.
“Hürriyet türküleriyle” gelerek, sahiplenecek olanların hep sapına kadar namuslu, üstelik de bilinçli olmaları gerekir. Yaşadıklarımızın yarın olmaması için. O ve diğer nice güzel insan, boşuna ölmemiş olsun diye değil mi? insanlık, yeryüzünü çirkinleştiren uçurumları doldurarak insanları yakınlaştırmak, birleştirmek için uğraşırken, ülkemizde bunların derinleştirilmesi, araların açılması kime ne kazandıracak? deyişine söylenecek söz bulamıyorum, aynen sana katılıyorum. Ters yönden gelip, yoluna giden bir insanı kaldırımda ve onca insanın gözü önünde duvara yapıştırarak canice öldürmek insanlık mı? Evet insanlık değil. Çocuklarına yiyecek, kızına gelinlik, oğluna “Güneşin Katli”ni götüren bir öğretmenin böyle yok edilmesi karşısında ne söylenebilir, ne yapılabilir… Öyleyse Günışığı dinle beni,
Umutla sarıl hayata/Bugün değilse bile
Güzel olacak yarın mutlaka
Neden mi gözleri, sözleri güzel çocuk? Neden mi?
Bir kere özsu yürümüştür dallara
Patlayacaktır ağır sancılarla karanlıklar
Varmak için o güzel yarınlara
Bizim de dağlarımız vardır Che Guavera
diyen M. Demirtaş, kendimiz olabilmek için ayakta kalabildiğimiz sürece ses getireceğimizi, önemseneceğimizi, karşılık bulacağımızı muştuluyor.
Gözlerinden öpüyorum. Her zamankinden çok gülmeni, bildiğini söylemeni, yaşamı sorgulamanı istiyorum.
Çok mu senden istediğim?
* Gül Sağanağı, Şiirler, İsmail Uyaroğlu, Gözlem/Aşama dizisi, 1979, İstanbul