Taner Akçam, üç bölüm ve son sözden oluşan ve üçüncü baskısı yapılan toplamda 160 sayfalık kitabı Yüz Yıllık Apartheid’ta (Eylül 2023, Aras Yayıncılık) resmî tarihi kapsamlı ve ayrıntılı biçimde eleştirir. İçine doğduğumuz, neredeyse kanıksadığımız ortamın anlaşılabilmesini sağlamaya çalışır. Bilindiği hâlde hiçbir şekilde sorun edilmeyen ırkçılığın/apartheidin içselleştirilmesi olarak okunması gerektiğinin altını çizer.
1918-1923 sürecinde Türkiye’de Apartheid rejiminin kuruluşu ve işleyişini örnekleriyle gözler önüne serer. Böylece resmî tarih anlatısında önemli bir kapı aralar. İlgililerinin ve meraklılarının bu konudaki doğru bildiği yanlışlarını görmelerini, anlamalarını ister. İşte bu yüzdendir ki akademik çevrenin, resmî tarih anlatıcılarının adeta görmezden gelerek yok saydığı tezlerine şimdiye dek yazan ya da konuşan olmamıştır. Oysa Akçam, kitabının ‘Tüm toplumsal kesimlere yapılmış bir sohbet çağrı…’ olduğunu belirtir en başta. Çünkü hâlâ ötekini dinlemek, anlamak ve olduğu gibi kabul etmek konusunda bir çaba gösterilmediğini vurgular. Geleceği birlikte yeniden tasavvur edebilmek, özlediğimiz eşit vatandaşlığı esas almış bir gelecek için buna uygun bir geçmiş şart, der. Gerçekten de kitap, politik düşüncemiz, dini inancımız, etnik-kültürel kimliğimiz ne olursa olsun, hepimizin katılacağı bir sohbete çağrıdır.
Çalışmasının ilk bölümünde Akçam, genel ve teorik bir çerçeve çizer. İkinci bölümde 1918-1923 sürecinin ezberlenmiş hikâyesini irdeler. Üçüncü bölümde, örnek bir olay olarak Şeyh Said İsyanı’nı başka açıdan dillendirir. Unutturulan bileşenlerinden hareketle direnişin eşitlik, özgürlük ve Apartheid karşıtı niteliğini açıklar. Sonsöz’de yeni bir tarih okuması önerir. Bu kitabında Akçam dört ana tez ileri sürer: İlk tez: Türkiye’de bir Apartheid rejiminin var olduğu ve bu rejimin temellerinin Kurtuluş Savaşı yıllarıyla birlikte atıldığıdır. İkinci tez: Bugüne kadar 1918-1923 yılları üzerine yapılan akademik ve siyasi tartışmalar esas olarak Cihan Harbi’nden yenik çıkan Osmanlılardan kalan topraklar üzerinde kimin hakkı olduğu sorusu ekseninde yapılmıştır. Üçüncü tez: Kuruluşun hemen ardından temellerin atılmaya devam ettiği 1918’e kadar olan dönemin tarihinin vatandaş eşitliği perspektifinden yeniden yazılmak zorunda olduğudur. Dördüncü tez de şudur: Türkiye’de eğer din, dil, etnik köken farkından bağımsız tüm vatandaşların eşit ve eşdeğer olduğu, demokrasinin kural ve kurumlarıyla işlediği bir rejim isteniyorsa, 1918-1938 Apartheid rejiminin kurucularıyla araya mesafe koymak şarttır.
Yeni bir gelecek, dünümüz, bugünümüz ve kendimiz hakkında anlatabileceğimiz yeni bir hikâyeyle mümkün, diyen Akçam; Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Cumhurbaşkanlığı Arşivi, TBMM İstiklâl Mahkemeleri Arşivi’nden; pek çok Yayımlanmış Resmi Belgelerden ve bu konularla ilgili yayınlanmış onca kitaptan, süreli yayından, makaleden ve çevirimiçi yayından yola çıkarak tezlerini sunar… “Apartheid’in esasını oluşturan birçok kanun ve kararname 1920 ve 30’lu yıllarda çıkarıldı ve bu sistem bugün hâlâ işler hâldedir. Nasıl ki bugünkü Apartheid rejiminin anlaşılması için 1918-1923 arasının sadece vatandaş eşitliği ilkesi ışığında yeniden ele alınması ve bu döneme ilişkin gölgede bırakılan gerçekler aydınlığa çıkarılarak yeni bir tarihsel anlatının inşa edilmesi gerekiyorsa, 1938’e dek uzanan kuruluş döneminin de benzer bir yaklaşımla ele alınması gerekiyor,” (s.95) der. Akçam’a göre, Türkiye’de vatandaş eşitsizliğini temel almış bir Apartheid rejimi var. Ayrımcılık ve eşitsizlik tohumları da devletin “kurtuluş ve kuruluş” çimentosunda mevcut… Bu yüzden de bu anlayışla ve de Apartheid rejiminin kurucularıyla araya mesafe koymak şart… Aksi takdirde, hem bugünkü Apartheid rejiminin kökleri anlaşılmaz hem de bunun değiştirilmesi imkânsız olur. Çünkü bugün gözlenen bunun tam tersidir. Türkiye’nin egemen siyasi kültürü kendisini hâlâ Apartheid kurucuları ile özdeşleştiriyor. Bu tutum vatandaş eşitliğinin ve demokrasinin önündeki en büyük engellerden biridir.
Ayrıca Akçam, Şeyh Sait İsyanı’nı ulusal ve dinî eksende okumak yerine, özgürlük ve eşitlik ekseninde okunması gerektiğini önerir. Süryani Malak Barşom, Ermeni Mehmet Emin, Alevi Hasan Hayri’nin Şeyh Sait ile aynı kaderi paylaşmalarını özgürlük ve eşitlik rüyasının bir sonucu olarak değerlendirir. Akçam’ın cesaretli, kapsamlı çalışması; zor, ezber bozan bir yüz yıl eleştirisidir.