Polat S. Alpman, bu kitapta “en alttakiler” olarak Kürt emekçilerin dünyasını anlatıyor. Onların yoğun olarak yaşadıkları İstanbul-Tarlabaşı’ndaki emek ve hayat pratiklerine bakıyor. Yazar kitapta Kürt kimliği ile işçi kimliği arasındaki ilişkiyi ele alıyor. Hem tahakküm hem de direniş mekanizmalarını detaylı olarak inceliyor.
Yazar 52 kişi ile yaptığı yarı-yapılandırılmış derin mülakatlarla hem Kürt kimliğinden hem de işçi olmaktan gelen sorunları Kürt emekçilerin ağzından okuyucuya aktarmaktadır. Beş bölüme ayrılan bu kitabın birinci bölümünde bugün dünyanın ve Türkiye’nin geldiği noktada eşitsizliğin nüfusun %99’unun sorunu olduğunu, bunu da nüfusun %1’inin yarattığı bir sorun olduğunu anlatıp emek gücünün kimin gücü olduğunu teorik bir çerçevede ele alıyor ve sömürü mekanizmalarını detayıyla ortaya koyuyor. Yine bu bölümde işçiler için güzel direnme taktiklerinden de örnekler veriyor.
Yazar ikinci bölümde sınıf, tahakküm ve kimlik konularını teorik olarak incelemiş, ırkçılığın tarihsel kapitaizmin bir kültürel dayanağı olageldiğine vurgu yapmıştır. Daha sonra da Kürt kimliğinin yeniden inşasındaki uğraklar ve süreçleri ele almıştır. Yazar burada folklorik, yerel, yöresel ya da kütürel aidiyet sağlayan kolektif kimlikler ile metropolde inşa edilen kolektif kimlikler arasındaki belirleyici farkın metropoldeki kimliklerin inşa sürecinin sınıfsal çelişkilerin ve ilişkilerin ekseninde şekillendiği tespitini yapmıştır. Buradan devamla yazar kapitalist ilişkilerin emekçiler üzerinde sınıfsal ve etnik tahakkümün nasıl kurulduğunu Kürt işçilerin yaşadıklarından ve kendi ağızlarından anlatmış ve tahakküm mekanizmalarına yönelik direnişin beraberinde politik mücadeleyi getir(ebil)diğini çünkü sınıfsal sömürünün işlediği ve tahakkümün gerçekleştiği alanın aynı zamanda bir çatışma alanı olduğunu Lefebvre’nin ifadesiyle bunun mekan üzerinde iz bırakma mücadelesi olduğunu ve mekanın kontrolünü olduğu kadar aidiyetini de ele geçirmeyi içeren bir süreç olduğunu ifade etmiştir.
Üçüncü bölümde Tarlabaşı Kürtleri’nin yaşantısından örnekler verilmekte, İstanbul gibi metropollerin ürettiği sınıfsal çelişkiler ve tahakküm mekanizmalarının Kürtlerin kente uyum sağlama sürecinin önünde oluşturduğu engeller ele alınmaktadır. Örneğin Cizre’den göç eden 33 yaşındaki Selim şöyle demektedir: “Bizi kovdular işte köyden, devlet kovdu, yani bu kayıtlarla sabittir. E ne yapacak yani bu adam ya İstanbul’a gelecek ya İzmir’e gidecek, göç edecek yani. Geleceği yerler böyle yerler olacak tabii, harabe olacak, virane olacak. Yoksa zaten geçinemez, ölür, vallahi ölür, sokağın ortasında ölür, kimse de dönüp bakmaz “ya bu bir insan mıdır, hayvan mıdır, can mı çekişiyor, ne oluyor yani” diye. Bizim insanlarımız da buraya [Tarlabaşı]gelmiş, bu pisliğin içine gelmiş. Yaşıyor mu, yaşıyor… eğer buna yaşamak dersen!” diye içinde bulunduğu durumu anlatmaktadır.
Dördünce bölümde direnmenin siyasallaşması anlatılmaktadır. Burada kimlik ve siyasal katılama vurgu yapılmakta, evde, işyerinde ve sokaktaki örgütlenmelere örnekler verilmektedir. Burada yazar Kürt illerindeki gündelik hayat ve devletle karşılaşma biçimlerinin İstanbul gibi metropollerdeki karşılaşma biçimleriyle olan farklarını da anlatmaktadır. Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde genellikle asker/ordu, Özel Harekat/Emniyet Teşkilatı, öğretmen/okul, doktor/hastane gibi kurumlar üzerinden devletle karşılaşır ve ötekini doğrudan devlet üzerinden tanırken İstanbul gibi metropollerde Kürt kimliği yaşadığı dışlanma, uğradığı ayrımcılık üzerinden ve imtiyazlı sınıflarla , egemen ideolojiyle çıkar birliği bulunan kesimler ve ayrıca Türklük üzerinden “öteki” olarak kendi kimliğini inşa etmektedir. Yani Doğu’da kendi kimliğini, sınıfını ve ona karşı olan devleti ve sistemi görüş biçimiyle Batı’daki görüş biçimi farklılaşmaktadır. Geldiği metropolde çifte baskı altında olmaktadır. Bir tarafta aşağılanmış Kürtlük kimliği, diğer yanda da sömürülen işçi kimliği. Buradan yola çıkarak kendi içinde bu etnik ve sınıf kimliğini kaynaştırarak evde, sokakta ve işyerinde yaratıcı bir şekilde sınıfsal ve etnik direnme ve mücadele biçimleri geliştirmektedir. Kürt siyasal hareketinin sosyo-psikolojik avantajları ve sahip olduğu hiyerarşik konum sokakta örgütlenmeyi mümkün kılan dinamikleri içermektedir. Bu sosyo-psikolojik avantaj da aynı zamanda kitlesel gösteriere katılımın yoğun omasını ve partinin eylem çağrılarının karşılık bulmasını sağlar.
Beşinci bölümde tahakküme karşı geliştirilen direnişlerin felsefesi ve gündelik tezahürleri ele alınmakta ve direnişin gündelik hayattaki çeşitli örneklerine yer verilmektedir. Ezilenlerin gündelik yaşamdaki pratiklerinden hareket ederek açıkladıkları direniş taktikleri, gündelik yaşam içerisinde geliştirdikeri gizli-açık direniş setleri ve pratikleri tahakkümü ortadan kaldırmayı amaçlamaz. Burada daha çok kendini ve çıkarlarını korumak ön plandadır. Ezilenler mevcut durumu verili bir durum olarak gördükerinden tahakkümün gerçekleştiği alanlarda mümkün olduğunca ara yollardan, kestirmelerden, en kısa ve en maliyetsiz güzergahlardan geçerek idare-i maslahatı bir biçimde sürdürmeyi amaçlar. Bu durum direnişin kendisi için de geçerlidir. Ancak tahakkümün sürdüğü her yerde, bu tahakkümü aşmaya yönelik bir direniş de bulunur. Ezilenler, “oyalanma, gerçeği/duygularını gizleme, terk etme, sahte itaat, aşırma, sahte cehalet/bilmezden gelme, iftira etme, kundaklama, sabotaj ve benzeri silahlarla egemen tahakküme karşı direnmeye devam ederler. Diğer yandan belirli işyerlerindeki işçi kültürü, egemen birikim stratejisi, mevcut ekonomi-politik düzenlemelerle uyum halindedir. Çoğu zaman tahakkümün temsilcisi oarak çalışır. Bu nedenle sistemin içerisinde yer almak gerektiğine inanır. İçinde bulunduğu ekonomi-politik sistemin bir gün onu da bayındır hale getireceğine inancı vardır. Ancak ekonomik kriz dönemleri bu inancı sarsar. Kürt işçiler açısından ise durumu daha da karmaşıktır. Bir taraftan egemen sömürü ilişkileri içerisinde derin bir şekilde sömürülme, diğer yandan da kimliklerinin reddedilmesi. Kürtlerin deneyimlediği bu çetrefilli eşitsizlik ve ayrımcılık pratikleri, gelecekten beklentilerini Kürt hareketine ipotek etmelerine neden olmaktadır.
Sonuç olarak sınıfsal ve sosyo-politik çelişkilerin kentteki tezahürleri, eşitsizlik ve ayrımcılık pratikleri, neoliberal ekonomik-politik uygulamalarla iç içe girerek kendini gösterir. Kimliğin inşasında yapısal niteliklere sahip en somut gösterge kenttir. Kent eşitsizliğin ve ayrımcılığın doğallaştırıldığı mekana, mekan ise sermayenin bileşenlerinden birine dönüşmektedir. Ücret, yevmiye eşitsizliğinden iş yükünün paylaşılmasına, istihdam edilme prosedürlerinden işten çıkarmalara kadar emek sürecinin bütün aşamalarında Kürt olmanın getirdiği yükler, Kürt emek gücünün sınıfsal ilişkiler içerisinde güç biriktirebilmesinin önündeki bariyerleri oluşturur. Bu sürece eklemlenen egemen birikim rejimi ve onun dolayımında gerçekleşen düzenleme tarzının enformelleşmeyi ve prekarizasyonu istihdamın doğal ya da rutin bir biçimi olarak dayatmasıyla birlikte, Kürt emek gücünün istihdam edilme biçiminde kimlik, belirleyici bir öğe haline gelir. Sınıfsal sömürü ilişkileri, eşitsizliğin ve eşitsiz ilişkilerin yapısal temelini oluşturmaktadır; ancak eşitsizliğin sürdürülmesinde, meşrulaştırılmasında, içselleştirilmesinde ve olağanlaşmasında etkili olan işleyiş tahakkümdür.