Çağımıza baktığımızda, savaş, şiddet, terör, insan hayatının hiçe sayılması, sürüp giden katliamlar, baskı, özgürlüklerin ortadan kaldırılması, insan haklarının geçerliliğini kaybetmesi gibi sorunlar, çağımızın ve günümüzün en önemli sorunları arasında sayılabilir. Bunlar, aynı zamanda felsefenin penceresinden ele alınıp tartışılacak sorunlardır.
Yaşadığımız ülke ve coğrafyayı çağımızın sorunları bağlamında ele aldığımızda, savaş, işgal, göç ve mültecilik gibi sorunların yaşamsal bir önemi olduğu görülür. Bunların yanı sıra toplumsal-siyasal bağlamda insan hakları ve özgürlük taleplerinin şiddetle susturulması ve yasaklanması, insanların karşısına güvenlik, huzur ve özgürlük başta olmak üzere ciddi güçlükler ve trajediler çıkarmaktadır.
Çağın sorunlarını felsefece ele alabilmek için, yaşadığımız kültürde ve toplumda özgürce düşünmenin ve tartışmanın gerekli ve yeterli koşulları giderek ortadan kalkmaktadır. Soru sormanın değil itaatin, eleştirinin değil suskunluğun istendiği bir zamanda, felsefenin eleştirel ve sorgulayıcı etkinliğine duyulan ihtiyaç da artmaktadır. Ancak aklın değil inancın ve belli bir dinsel kültürün ve dogmalarının iktidar olmanın olanaklarıyla da topluma ve hayatın her alanına yerleştirilmek istendiği bir tarihsel dönemde, insanlığın ve uygarlığın temel unsurları ve yol göstericileri durumundaki felsefe, bilim ve sanatın işlevini sürdürebilmesi ve varlığını koruyabilmesi çok önemlidir. Ancak bütün olumsuzluklara karşın felsefe, her zaman çağının sorunlarıyla ilgilenmiş ve bu bağlamda sorularına cevap aramaktan vazgeçmemiştir. Çağının ve insanlığın sorunlarıyla ilgili düşünceler ve çözüm yolları ortaya koyan filozofların arasında Sartre, ilk sıralarda yer alır. Geçtiğimiz günlerde kendisiyle yapılmış üç söyleşinin yer aldığı bir kitap çıktı: Sartre ile Sartre Hakkında.
Sartre ile Sartre Hakkında kitabındaki ilk söyleşinin başlığı, “Bir Düşüncenin Girizgahı”. İlk kez New Left Review dergisinin Kasım-Aralık 1969 tarihli sayısında yayımlanan bu söyleşi, Perry Anderson, Ronald Fraser ve Qointin Hoare tarafından yapılmıştır. Kitapta üçüncü sırada yer alan “Emperyalist Ahlak” başlığını taşıyan ve aynı derginin Ocak-Şubat 1967 tarihli sayısında yayımlanan söyleşi de aynı kişiler tarafından yapılmıştır. Kitapta ikinci sırada yer verilen ve “Simone de Beauvoir Soruyor” başlıklı söyleşi, ilk kez 1975’te L’Arc dergisinin 61. Sayısında yayımlanmıştır. Başlıktan da anlaşıldığı gibi Sarte’ın hayat arkadaşının yaptığı ve özellikle kadın sorunlarına ve feminizme odaklanan bir söyleşi.
Sartre ile Sartre Hakkında adlı kitapta yer alan söyleşilerde, Sartre’ın 1960’ların sonu ile 1970’li yılların başındaki dünya sorunlarına yönelik felsefi ve politik tutumunu olduğu kadar, kendi düşünsel gelişim evrelerine ilişkin itiraflarını ve özeleştirisini de görebiliriz. Bu noktada İkinci Dünya Savaşı ve sonrasındaki tecrübelerinin düşünce haritasının sınırlarını çizmedeki etkisini ifade ettiği cümlelerin, felsefe ve hayat arasındaki etkileşimi göstermesi bakımından da önemlidir.(s.10-12) Sartre bazı düşüncelerini zamanla değiştirmekle birlikte, geliştirmeyi sürdürdüğü bazı düşünceleri olduğunu da vurgular: “Geliştirmekten hiç vazgeçmediğim bir düşünce, bir insanın, neticede onu o insan yapan şeylerden daima sorumlu olduğudur –bu sorumluluğu üstlenmek dışında elinden bir şey gelmese bile. Zira insanın kendisini oluşturan koşullardan daima başka bir şey çıkarabileceğine inanıyorum. Bugün özgürlüğe tanıdığım sınır budur: bütünüyle koşullanmış bir sosyal varlığın, bu koşullanmanın ona verdiklerine bütünüyle riayet etmemesini sağlayan küçük hareket.”(s.12)
Sartre’ın kendisiyle yapılan bu üç söyleşide üstünde durduğu önemli konular ve sorunlar arasında şunlar sıralanabilir: Marx ve Freud ile ilişkileri (s. 18), bilgi ve kavrayış arasındaki ayrım(s. 20), yaşanmış deneyimlerin kavramlaştırılması (s. 21-22), Stalin (s. 42), dil ve iletişim ilişkisi (s. 37), söylenemez olan (s. 21), Çin Kültür Devrimi (s. 44-45), Vietnam’ın işgali, NATO (s. 84-85), feminizm, dünyaya hükmeden güç(ler), felsefe ve edebiyat ilişkileri vb.
Söyleşiler, bir filozof olarak Sartre’ın çağıyla, dünyayla ve çağının dünya sorunlarıyla ilgisini, ortaya koyduğu sorumlu tavrı gözler önüne sererken, günümüzde de ihtiyacını duyduğumuz ama nedense pek karşılaşamadığımız bir filozof tipini de hatırlatır. Düşünceleriyle eylemleri arasındaki tutarlılık ve örtüşme bakımından Sartre, yaşadığı zaman nasıl bir örnek ve etkili bir düşünce öznesi olmuşsa, bugün için de unutulmaması gereken bir örnek olma anlamını taşımaktadır.
Her filozofun kendi çağının, toplumunun eleştirisini, çözümlemesini yapabilmiş olması önemlidir. Çünkü Sartre, Camus, Benjamin Russell vb. başka filozofları da hatırladığımızda, felsefe yalnızca düşünsel-kuramsal bir etkinlikle sınırlı olmayıp aynı zamanda bir praksis, bir eylem biçimi olarak da karşımıza çıkar. Bu bağlamda çağımızın sorunlarını ele alırken, eylem-değer ve tarih bilincinin birlikte bulunması ve insanın gerçeklikle ilişkisinin böyle bir bilinçle kurulması gerekir. Bu noktada Sartre ile yapılan söyleşilerin ortaya koyduğu filozof portresi önemlidir. Düşünceye ve eleştiriye yer bırakılmayan bir toplumda ve dönemde Sartre’ın ortaya koyduğu düşünce ve eylem arasındaki tutarlılık kadar, kendine yönelik özeleştirileri de hem akademik hem de toplumsal alanda ihtiyaç duyduğumuz bir erdemin yeniden hatırlanmasına vesile olur diye umarım.
Sartre’ın ifade ettiği gibi kendimizi oluşturan ve bazen de bize dayatılan koşullara yönelik bir eleştiri ve başkaldırma olanağının felsefede ve filozofların ortaya koydukları tutumlarda yeterince mevcut olduğunu söyleyebiliriz.
Bu yazı ilk olarak 30 Haziran 2016’da “Bir filozofun portresi” başlığı ile Cumhuriyet Kitap Eki’nde yayımlanmıştır.