Cenk Erdoğan, caz ile geleneksel Türk müziği arasında bir köprü kurarak, Türk melodilerini cazın özgür ritmik ve armonik yapısıyla harmanlıyor. Bu birleşim geçmişin formunu bozmadan, cazın yaratıcı dokunuşlarıyla yeni bir müzikal ifade ortaya koyuyor.
Cazın zenginliğini ve geleneksel Türk müziğinin melodik yapısını birleştirerek hem yerel hem de evrensel bir dil yaratan sanatçı, müzikal kimliğini sürekli bir yenilik ve arayış içinde şekillendiriyor. Farklı müzik türlerinden beslenerek her dönemde yeni müzikleri keşfetme çabası, onun müziğinde önemli bir yer tutuyor.
Perdesiz gitar, bu arayışın bir aracı olarak müziğini dönüştürüp zenginleştiriyor. Son albümü “ARA”da bariton perdesiz gitarı, yeni bir müzikal anlatım arayışının simgesi olarak tanımlıyor. Sanatçının müzikal yolculuğunda caz ile geleneksel Türk müziği arasında kurduğu bu köprü sadece bir stil değil, aynı zamanda bir ifade biçimi haline geliyor.
Farklı müzikal unsurları bir araya getirerek kendinizi sürekli yeniliyorsunuz. Tevazu ve sevecenlik müzikal kimliğinizin belirgin özelliklerinden. Bu çeşitlilik, belirgin bir müzikal yönelime işaret ediyor mu, yoksa hala arayış içinde misiniz?
Ben bir müzisyen olarak her zaman farklı müziklerden beslenmeyi tercih ettim. Dönem dönem takıldığım müzik türleri oldu. Bir dönem uzun bir zaman flamenko dinledim. Ama o dönem bittikten sonra yepyeni müzikleri keşfetmeye çalıştım. Bugün ürettiğim müzikte ise tabii ki dinlediğim şeylerin karşılıklarını görüyorum. Bir sanatçının mutlaka arayış içerisinde olması gerek. ‘Ben buldum artık ben şunu dinlemem, bu ne biçim müzik’ gibi sesler içinde dolaşmaya başladığında kaybettiğini düşünüyorum. Öğrenci olmak zorundayız. Her ne kadar bir noktadan sonra öğretmen olsak da kendi içimizde öğrenciliği sürdürmek zorundayız. Bu sebepten arayışım devam ediyor tabii ki. Ama artık daha derinde bir şey bulmaya çalışıyorum.
Perdesiz gitarın ses dünyanızdaki yeri nedir ve müzikal anlatımınızı nasıl dönüştürdü?
Perdesiz gitar tabii ki artık benim nefesim gibi sesim gibi. Genel olarak yazacağım müzikleri perdesiz gitarla nasıl icra ederim diye düşünüyorum ilk önce. Ama tabii ki diğer gitar türlerini anlamış olarak perdesiz gitar çaldığım için oradan da bir sürü elementi perdesiz gitara katıyorum. Şunu unutmamak lazım her enstrüman birer araç, önemli olan amaç burada müzik üretmek, müzik yazmak derdini karşıya aktarmak, bir laf etmek. Perdesiz gitar da benim lafımı en iyi anlayan ve anlatan araç.
Son albümünüz ARA’da üç buçuk yılda hazırladığı bariton perdesiz gitarınızı yeni ruh sesim olarak tanımlıyorsunuz. Grammy ödüllü bir müzisyen olarak bu yeni enstrüman onun müzikal anlatımını ve besteciliğini nasıl etkiledi?
Şu an o kadar parlak bir dönemde yaşıyoruz ki her şeyimiz çok kırmızı. Fotoğraflarımızın üzerinde filtreler var. Olduğumuzdan farklı gözükmeye çalıştığımız bir dönem bu.
Tabii ki sosyal medya dijital dünya en küçük en ucuz telefonlarla bile film kalitesinde klipler çekebildiğimiz bir dünyada her şey çok hızlı ve kompakt geliyor. Fakat bariton perdesiz gitar bana öyle bir hissiyat veriyor ki, tekrar beni geçmişe, o koyu anlatımın daha ağır olduğu dönemlere götürüyor.
Bu yüzden de bariton perdesiz ve tabii ki benim bariton perdesiz için tasarlamış olduğum özel tel kombinasyonu yepyeni bir anlatıma sürükledi. Gitarın yapımcısı Can Oral ile bu enstrüman üzerine konuşurken ona söylediğim tek şey şuydu: ‘Lütfen davudi bir ses ve sakin sakin derdini anlatan enstrüman olsun.’
O yüzden de ARA albümü benim içimdeki bütün bu sesleri anlatan bir albüm oldu. Bir diğer yandan da bu ses ulaşmak için zaman olduğunu düşünüyorum. Belli bir yaşa gelmiş ve kırklı yaşlara geçmiş olmak ve artık öyle sözler söylemeye çalışmanın kıymetini bilmek gerektiğini düşünüyorum. İşte bu noktada bariton perdesiz gitar ve ara albümü benim için çok kıymetli
Caz ile geleneksel müzik arasında kurduğunuz köprüyü nasıl anlatırsınız?
Bu konuya genelde şöyle cevap veriyorum. Hepimiz İngilizce konuşmaya çalışıyoruz bu ülkede ve kendi aksanımızla konuşuyoruz. Ama hiçbir zaman bir İngiliz gibi bir Amerikalı gibi İngilizce konuşamıyoruz. Aramızda bunu becerenler bu aksanı onlar gibi yapan insanlar var. Ben onlardan değilim. Ben caz dilini kendi aksanımla konuşmayı tercih ediyorum ve ortaya bu müzik çıkıyor. Caz öğelerini kullandığım ama ifadesinin Türk topraklarından doğduğu melodik bir müzik çıkıyor ortaya. Böylece de eğer bir köprü kuruluyorsa bu şekilde kuruluyor.
Bir röportajınızda caz festivallerinin popülerleşmesiyle programların caz kimliğinden uzaklaştığını söylüyorsunuz. Sizce bu, cazın doğal evriminin bir sonucu mu, yoksa festivallerin ticari kaygılarla yön değiştirmesi mi?
Caz müziği son yıllarda tabii ki epey değişim gösteriyor ve pop müziğine yaklaştığı yerler oluyor. Bu durumda caz festivalinin tutumu ve tavrı çok önemli bir yerde duruyor. Koyu bir caz festivali ise o zaman daha çok caz müziği peşinde koşuyor. Ama bir şehre müzik getirelim içinde caz da olsun içinde pop da olsun daha fazla insana hitap edelim anlayışıyla ilerleyen bir festival ise içinde pop gruplar da yer alıyor. Bir yandan da bu ülkede festival yapmak kolay bir iş değil haliyle. Çünkü satış ve bilet kaygısı her zaman var. Bu anlamda festivalleri anlıyorum. Ama birazcık daha isimlerine yakışır bir line up ile ilerlemelerini temenni ediyorum.
Farklı müzik geleneklerini ve stillerini bir araya getirirken sentez oluşturma sürecinde en çok hangi unsurlara dikkat ediyorsunuz?
Geleneksel müzik dediğimizde manası içinde geçmişten gelen ve eklenerek artan ve bir kültür oluşturan müzik demek. Bu da haliyle korunması gerektiği anlamına geliyor. Ben bir otantik müzikle kendi müziğimi ve cazı birleştiririrken melodik yapısını ve formunu hiçbir şekilde bozmamaya ve hangi ülkeden aldıysam o melodiyi o ülkenin köklerine saygısızlık etmemeye çalışıyorum.
Yani Aşık Veysel’in uzun ince bir yoldayım eserini alıp notaların yerlerini değiştirdiğinizde sadece bir kısmını kullandığınızda ve yepyeni bir bölüm içine ortasına eklediğinizde aslında iyi bir şey yapmıyorsunuz. Geleneğe saygısızlık etmiş oluyorsunuz bence. Ama önüne bir şey ekleyip Aşık Veysel’e bağlayıp ardında bir şey ekleyip final yaptığınızda o zaman şarkının genel formuna dokunmamış oluyorsunuz. Bu da hem geçmişe saygı hem de geçmişi geleceğe taşımak oluyor.
Flamenko müziğinizde nasıl bir yer tutuyor? Kendi tarzınızla flamenkoyu nasıl bir araya getiriyorsunuz?
Flamenko ilk aşık olduğum müzik. İlk izlediğim gitarist ise Paco de Lucia idi. Ben uzun bir süre Paco gibi çalabileceğimi sanarak etütler yaptım. Ancak anladım ki onun gibi çalmak gerçekten imkansıza yakın. Tabii ki ona çok benzeyenler, onu taklit edenle, şarkılarını çalabilen insanlar çok. Ama hiçbir zaman hissiyat aynı olmuyor. Ne zaman anladım ki bir İspanyol gibi koyu ve derin hissedemiyorum. O zaman kendi müziğimi aramaya başladım. Dolayısıyla flamenko benim kendi müziğimi bulmam da bana çok büyük bir yol gösterici oldu.
Flamenkonun ifade biçimi ve duygusal derinliği sizi nasıl etkiliyor? Kendi bestelerinizde bu etkileri nasıl yorumluyorsunuz?
Flamenkonun içine girdikçe çok derin bi edebiyatı olduğunu fark ettim. Ama tam olarak içimde hissettiğimi söyleyemem o sebepten flamenko gitaristi olmaktan vazgeçip kendi müziklerimi yazmak istedim. Ama gitar tekniklerini sonuna kadar kullanıyorum. (gülüyor)
Ceylan Ertem, Gevende, Volkan İncüvez, Jehan Barbur, Jülide Özçelik gibi isimlerle çalıştınız. Şimdiye kadar birlikte çalıştığınız kişiler arasında siz de en çok iz bırakan kişiler kimlerdi?
Buna politik ama doğru olan bi cevap vermek isterim. Çalıştığım her sanatçı bana farklı şeyler kattı ve öğretti. Ama her şeyden önce ben bu saydığımız sanatçılar ile arkadaş oldum. Yeri geldi yemeğimi paylaştım. Öte yandan listeye Sezen Aksu, Nükhet Duru, Kenan Doğulu, Sıla gibi sektörde lider olan kişileri de ekleyelim. Hepsinden sanat ve kariyer yönetimi ile ilgili çok şey ögrendim. Ama en güzeli masa başında hepsi ile plansız müzik üretmek ve o heyecanı yaşamak. Nereye gittiği çok önemli değil. Bunun anısı bile güzel.
Bundan sonraki kariyeriniz nasıl şekillenecek?
Planladığım yayınlarım var. Öncelikle onları bitirmek istiyorum ve tabii k bu sene önümüzdeki aylardan itibaren çok fazla yurt dışında konserlerim mevcut. Öte yandan Bulgaristan’da planlanan bir albüm kaydı ve 2026’da yapacağım senfoni orkestrası konserleri var.