terennüm

Bir fotoğrafa rastladım, yıl 2007, Limter-İş sendikasındayız. Geçmişe dair nostaljiye yönelik bir paylaşımda "Alman Sendikalar Birliği ile beraber eğitim semineri yapılmıştı. Tersanelerdeki baskı rejimi ve taşeronluk sistemiyle gerçekleşen üretimin üzerinden çeşitlenen güvencesizleştirmeyi anlatmıştık. Zira o dönem Almanya'da da daha kurumsal formlarda gerçekleşen güvencesizleştirmenin ayak sesleri olduğunu öğrenmiştik. Şimdi Almanya'da yaşıyorum ve neoliberal politikalarının sonuçlarını, bazı güvencelerin kalıcılığına ve kadınlara yönelik pozitif ayrımcılık örneklerine rağmen hissediyorum. Tam 11 sene olmuş" dediğimde 2 sene olmuştu Almanya‘ya geleli.

Dün, 1 Mayıstı. Hem evde hem dışarıda olabildiğim, bir bayram havasında olmamakla beraber heyecandan yerimde duramadığım bir başka 1 Mayıs. Alman dostlar günün koşullarına uygun çok sayıda eylem örgütlemiş. Sabah yürüyüşüm sırasında ve bisikletle dolaşmaya çıktığım zaman rastlayabildim çoğuna. Twitter’da takip edilebilir anlık rota belirlenen yürüyüşlerin yanı sıra.

Britanya’da yapılan seçimler dünyanın her tarafında çok kalabalık bir yalnızlar grubu olduğumuzu size de göstermedi mi? Dünyanın pek çok yerindeki kadın cinayetlerinde kadınları, iş cinayetlerinde hayatını yitirenleri suçlu çıkaran hukuk sistemine ve polis şiddetine rağmen yayılan isyan dalgaları kalabalıklığımızı gösterse de, sadece seçimlere tahvil olduğu sürece anlam bulan itirazlar, seçimlere yansımadıkça yalnızlığımızı ortaya çıkarıyor. Siyasetin sadece seçim dönemleri ve faaliyetleri yoluyla gerçekleşmesi ise kısır döngüsü bu sürecin. 

Bugün yine hiç tanımadığım bir kadına ve onun yaşama inancına hayranlıkla karışık derin bir sızı duyarak baktım Türkiye penceremden. Sosyal medya sayesinde tanıdığım, gülen gözlerini ve kendini ifade etme biçiminin basitliğine ve derinliğine hayranlık duyduğum kadınlar var. Bu kadınlar, güçlü ve ışık saçıyor çevrelerine. Bu kadınlardan birini yitirdik bugün.

Milli Eğitim Bakanlığının internet sitesinde ilan ettiği toplumsal cinsiyet eşitliği projeleri gündeme geldi bu hafta. Çok toz dumanlı bir hafta olduğu için bir grup sağ çevrede infial yaratan, skandal diye gazete sürmanşetlerine konu olan “eşitlik” karşıtı propaganda işe de yaradı üstelik. Projeler internet sitesinde ilan edilen aktif durumundan rafa kalktı. Halbuki büyük ihtimalle AB fonlarından yapılan ve büyük destekler alınan bir proje bu.

Cumhurbaşkanının eşi olan zat, Salda gölünde incelemeler yaptıktan sonra, mutmain olduğunu söyleyerek hepimize de mutmain olmamızı tavsiye etmiş. Anlamına baktım üşenmeyip. Cahilliğime verin, yeni duyduğum bir kelime veya duyup unutmuş da olabilirim, zira kullanımdan kalkmış olduğu açık olan kelimeleri hayatımıza değişik anlamlar üretip sokan bir iktidarımız var.

Twitter’dan bir pencere yaptım kendime. Yoğun işlerimden ve huzurlu kılmak için uğraştığım dünyamdan, ülkeme baktığım bir pencere orası. Aynı zamanda gündemimi, dilimi, aklımı, duygularımı bataklık gibi içine sürekli çeken bir hızlı akışlar alanı. 

Yalnızlık nedir cicim? Kahvaltı eşlikçinizin bir oyun, bir kitap, bir gazete, bir elektronik iletişim hattı olmasıdır, hem de kendi sesleriniz kulağınızı tırmalamasın diye açtığınız bir mekanik bir ses eşliğinde. Buram buram yalnızlığınız kokar aslında o seste.

Olağanüstü hal döneminin son Kanun Hükmünde Kararnamesi ile kamu görevinden men edildim. Benim dahil edildiğim listeden önce de çıkarılan, gece yarısına ve tatile denk getirilen KHK’larda endişeyle kendimin ve arkadaşlarımın adını aradım. Yalnız değildim. Pek çok muhalif, sendikalı, imzacı, üst yönetimle sürtüşen veya hakkında soruşturma olan kişi de benim gibi baktı bu listelerde, yüz bin kişi içinde olup olmadığına.

Masaya oturdum, aklımdakileri yazmak için. Masa, sürekli yeniden başlamak zorunda kalanlara özgü bir sadelikte ve karmaşada. Masanın üzerinde olanlar ve olmayanlar, aktarılan geçmişin, fırlatıldığımız geleceğin sembolü. Bu yüzden masama oturmuyorum hiç, yatağıma uzanamıyorum veya koltuğumda keyif yapamıyorum.

Picasso, Ayna karşısındaki kız (1932), [Girl before a mirror]

Güçlü olmak, hayatının nasıl olacağına veya olmayacağına karar vermekse eğer, pek de güçlü değiliz kanımca. Zira bir arada, duygudaşlıkların kur(ul)duğu dayanışmayı ve örgütlülüğü hissetmediğimiz sürece güçlü olmanın olanağı da yok. Bireysel olarak nasıl hissettiğimiz ise bu baharın güneşinin görünüp kaybolmasına, sorunlarla başa çıkabilecek psikolojik sağlamlığa, umutsuz bir iyimser olmaya veya gezegenlerin kare açılarına bağlı olabilir. Kendi hayatım ve deneyimlerimin çok özel olduğunu düşünmüyorum; bu açıdan güçlenmek için yazıyorum ve bildiğim şey benim yaşadıklarımın işçi sınıfının güvencesizliğinin-geleceksizliğinin bir kısmı olduğu; tersane, tekstil veya inşaat işçisi nasıl yaşıyorsa korkularla beraber gününü, çağrı merkezi çalışanı hergün kulak ve boyun ağrılarına rağmen küfrede küfrede gülümsemeye nasıl devam ediyorsa aynı şeyler yaşıyoruz. Yukarıda anlattığım şeylerin bir kısmını ben yaşadım, bazılarını ise arkadaşlarım. Bunlar, bu koşullarda normalleşmiş alışılmış ama tüketen süreçler ve bu haliyle yaşananların bir kısmı ve çok azı belki de. Beni asıl güçlendirdiğini hissettiğim ise bunların sadece benim başıma gelmediğini bilmek ve ortak deneyimler yaşayan pek çok insan ile duygudaşlık yapmak, ilerideki yoldaşlığın da bu duygudaşlık üzerinden kurulabilme imkanını görmekle ilgili sanırım.

Olağan üstü hallerde normal insan olmak suç ortaklığı olabilir gibi geliyor bana. Yanı başında bunca acı varken susmak nasıl mümkün olabilir? Ben denedim bunu. Kusuyordum sustukça. Olmadı, delirdim, rahatladım.

Çok Okunanlar

Yakındaki etkinlikler