Rivayete göre Eric köpeği Nova’yı gezdirmek için dışarı çıkarır fakat köpek kaçıverir ve kayıplara karışır. Eric haberi yayar, köpeğini soruşturur. Haftalar geçer. Tam umudunu kesip melankoliye sürüklenirken Vanessa adında bir kadın Nova’yı bulur ve Eric’in kapısını çalar, hikâye bizi şaşırtmaz; Eric ile Vanessa arasında aşk başlar.
Eski ve gereksiz bir soru gibi sayılabilir; sayılsın, çünkü belki bir kuşak sonra sadece araştırmacıların bileceği bir bilgi notu olarak kalacak tarih sayfalarında. Küçük bir özet ve derleme notları olarak sayacağınız bu metnin içeri; Mihalıççık’ta bulunan Yunus Emre’nin gerçek mezarı üzerine, uzun yıllar öncesinden bu yana gelen ve kimilerini spekülatif bulacağınız kimilerini de gerçeğe giden yolun cidden ve her koşulda nesnel bir değerlendirmeyle aydınlatılması gerektiğini düşüneceksiniz.
Küresel ısınma ve iklim koşullarının son 40 yılda hızla değişmesi artık herkesin bildiği bir gerçek. Bilenleriniz vardır; yaşamaya başladığımız şu 2 haftalık süreçte çok sayıda bayram ve kutlama var: 24’ünde kutlanmaya başlayan ve ertesi gece biten Noel; Yılbaşı; ve gene değişik inanç gruplarının 6/7 Ocak günlerinde ayrı ayrı kutladıkları Noel…
“Nerede o eski günler?” demeyeceğim çünkü “Aklıma gelince, hemen aldım kalemi elime, başladım yazmaya…” demekten çok “Açtım dizüstü bilgisayarımın ekranını başladım tıkırdatmaya!” diyecek yaştayım. Yine de özlem duyduğum “o eski günlerin” sıcakkanlı, istekli, samimi ve sevgi dolu zanaatkârlarının duygularını, internetten sipariş ettiğim pantolonumun beni terziye sürüklediği bir öykü ile, sanki o günleri yaşamışçasına anımsıyorum. Bu öykü üzerinden düşünüyorum; sanırım terzinin anımsattığı duygular bana tekstil ve ayakkabı zanaatkârı-esnaf dedemden kalan, nesilden nesle aktarılan bir miras.
İşte böyle, güzel, sıcak bir pazar günüydü. Ama babalar günü değildi. Damda oyun oynadım. Güvercinlerimiz vardı. Havada uçan-uçurulan komşu güvercinlere bakıp saydım. Evin yanında küçük çukurlar kazıp cullup oynadığımız boş arsadan orta yaşlı bir adam geçiyordu, bıyıkları inceydi.
Bir fotoğrafa rastladım, yıl 2007, Limter-İş sendikasındayız. Geçmişe dair nostaljiye yönelik bir paylaşımda "Alman Sendikalar Birliği ile beraber eğitim semineri yapılmıştı. Tersanelerdeki baskı rejimi ve taşeronluk sistemiyle gerçekleşen üretimin üzerinden çeşitlenen güvencesizleştirmeyi anlatmıştık. Zira o dönem Almanya'da da daha kurumsal formlarda gerçekleşen güvencesizleştirmenin ayak sesleri olduğunu öğrenmiştik. Şimdi Almanya'da yaşıyorum ve neoliberal politikalarının sonuçlarını, bazı güvencelerin kalıcılığına ve kadınlara yönelik pozitif ayrımcılık örneklerine rağmen hissediyorum. Tam 11 sene olmuş" dediğimde 2 sene olmuştu Almanya‘ya geleli.
Dün, 1 Mayıstı. Hem evde hem dışarıda olabildiğim, bir bayram havasında olmamakla beraber heyecandan yerimde duramadığım bir başka 1 Mayıs. Alman dostlar günün koşullarına uygun çok sayıda eylem örgütlemiş. Sabah yürüyüşüm sırasında ve bisikletle dolaşmaya çıktığım zaman rastlayabildim çoğuna. Twitter’da takip edilebilir anlık rota belirlenen yürüyüşlerin yanı sıra.
Bihter Hanım sevgiyle büyütülmüş bütün canlılar gibi kendine güvenli, başkalarıyla eşit ilişki kuran, sınırları olan ve o sınırların geçilmesine izin vermeyen, kibar bir kedi.
Ona karanlık, soğuk, lanet bir kış günü Fatih’in ana caddesi Fevzi Paşa’da, Pehlivan Lokantası’nın önünde rastladım. Ensesinin kalınlığı, şüpheye yer bırakmayacak şekilde erkek olduğunu söylüyordu. Kiri, pası, sokakta yaşadığını.
"Ölü taklidi yapan kedi gördün mü daha önce? Ben görmemiştim. Garip bir kedi o.”
“Nasıl garip?”
“Garip yerlerde uyur. Ne kadar dürtersen dürt, uyanmaz…”
(Taksim Metrosunun güvenlik görevlisi.)
Momo tuhaf yerlerde uyur; İstanbul Kart dolum cihazlarının, bankamatiklerin üstünde, X-Ray cihazının yanında. Dünya yıkılsa umrunda değil, derler ya, öyle.
Olmaya çalışıyorum.
Elli yaşına merdiven dayadığım, otuz yılında da güzel bir insanla yoldaşlık ettiğim bir ömür bu. Gençlikten gıdım eksilmedi ruhumda ve birikmiş yılları sevgiyle kucaklıyorum.
Maçka Parkı’na kediler uğramaz. Onların mekânı, yukarıdaki daha küçük Sanat Parkı’dır. Aşağıdaki büyük park köpeklere aittir. Husky’ler, Golden’lar, Pitbull’lar… Parka girince sahiplerinin tasmalarını tutan ellerinden kurtulur, birbirleriyle boğuşmaya, çimenler üzerinde koşmaya, kargaları kovalamaya başlarlar. Tabii bir de yolunu şaşırıp yanlışlıkla Maçka Parkı’na girmiş kedileri. Çevrede yaşayan kediler bunu bilir ve Maçka Parkı’ndan uzak durur.
Onu ilk kez bir buçuk yıl önce Şişli Camisi’nin karşısındaki Arzu Pasajı’nda görmüştüm. Komik bir yürüyüşü vardı, kabadayı gibi yalpalaya yalpalaya. Sonra yürüyüşünü komik yapan şeyin adımları olmadığını fark ettim. Kuyruğu yoktu. Arkadan bakınca, attığı her adımda bacaklarının nasıl hareket ettiği, olanca çıplaklığıyla görülüyordu.
Yakınlarınıza yeni yıl hediyesi seçerken aynı zamanda birçok dayanışmaya destek de olabilirsiniz. Üstelik bunun için güzel ve şık seçeneklerden de mahrum olmanıza gerek yok. Size hediye seçiminde yardımcı olmak adına birkaçını derledik. Tabii ki önce kitap... Ama fazlası da var...
Britanya’da yapılan seçimler dünyanın her tarafında çok kalabalık bir yalnızlar grubu olduğumuzu size de göstermedi mi? Dünyanın pek çok yerindeki kadın cinayetlerinde kadınları, iş cinayetlerinde hayatını yitirenleri suçlu çıkaran hukuk sistemine ve polis şiddetine rağmen yayılan isyan dalgaları kalabalıklığımızı gösterse de, sadece seçimlere tahvil olduğu sürece anlam bulan itirazlar, seçimlere yansımadıkça yalnızlığımızı ortaya çıkarıyor. Siyasetin sadece seçim dönemleri ve faaliyetleri yoluyla gerçekleşmesi ise kısır döngüsü bu sürecin.
1 Kasım 2019’da saatlerce öpe koklaya uğurladık sevgilimizi, kızımızı... Bize gelen ve yüreğine bizi saklayanımızı... Koyu karanlıktayken umudu hatırlatanımızı; Elektra’mızı uğurladık... Nerelere sığabileceğimizi bilemezken Barış’ın kitap tanıtımını hatırladık.
Bugün yine hiç tanımadığım bir kadına ve onun yaşama inancına hayranlıkla karışık derin bir sızı duyarak baktım Türkiye penceremden. Sosyal medya sayesinde tanıdığım, gülen gözlerini ve kendini ifade etme biçiminin basitliğine ve derinliğine hayranlık duyduğum kadınlar var. Bu kadınlar, güçlü ve ışık saçıyor çevrelerine. Bu kadınlardan birini yitirdik bugün.
Milli Eğitim Bakanlığının internet sitesinde ilan ettiği toplumsal cinsiyet eşitliği projeleri gündeme geldi bu hafta. Çok toz dumanlı bir hafta olduğu için bir grup sağ çevrede infial yaratan, skandal diye gazete sürmanşetlerine konu olan “eşitlik” karşıtı propaganda işe de yaradı üstelik. Projeler internet sitesinde ilan edilen aktif durumundan rafa kalktı. Halbuki büyük ihtimalle AB fonlarından yapılan ve büyük destekler alınan bir proje bu.
Cumhurbaşkanının eşi olan zat, Salda gölünde incelemeler yaptıktan sonra, mutmain olduğunu söyleyerek hepimize de mutmain olmamızı tavsiye etmiş. Anlamına baktım üşenmeyip. Cahilliğime verin, yeni duyduğum bir kelime veya duyup unutmuş da olabilirim, zira kullanımdan kalkmış olduğu açık olan kelimeleri hayatımıza değişik anlamlar üretip sokan bir iktidarımız var.
Twitter’dan bir pencere yaptım kendime. Yoğun işlerimden ve huzurlu kılmak için uğraştığım dünyamdan, ülkeme baktığım bir pencere orası. Aynı zamanda gündemimi, dilimi, aklımı, duygularımı bataklık gibi içine sürekli çeken bir hızlı akışlar alanı.
Yalnızlık nedir cicim? Kahvaltı eşlikçinizin bir oyun, bir kitap, bir gazete, bir elektronik iletişim hattı olmasıdır, hem de kendi sesleriniz kulağınızı tırmalamasın diye açtığınız bir mekanik bir ses eşliğinde. Buram buram yalnızlığınız kokar aslında o seste.
Olağanüstü hal döneminin son Kanun Hükmünde Kararnamesi ile kamu görevinden men edildim. Benim dahil edildiğim listeden önce de çıkarılan, gece yarısına ve tatile denk getirilen KHK’larda endişeyle kendimin ve arkadaşlarımın adını aradım. Yalnız değildim. Pek çok muhalif, sendikalı, imzacı, üst yönetimle sürtüşen veya hakkında soruşturma olan kişi de benim gibi baktı bu listelerde, yüz bin kişi içinde olup olmadığına.
Masaya oturdum, aklımdakileri yazmak için. Masa, sürekli yeniden başlamak zorunda kalanlara özgü bir sadelikte ve karmaşada. Masanın üzerinde olanlar ve olmayanlar, aktarılan geçmişin, fırlatıldığımız geleceğin sembolü. Bu yüzden masama oturmuyorum hiç, yatağıma uzanamıyorum veya koltuğumda keyif yapamıyorum.